|

Kıbrıs’ta diplomasi satrancı

15 Şubat tarihinde Lefkoşe'de yapılan Kıbrıs müzakerelerinde Rum lider Nikos Anastasiadis'in görüşmelerden, diplomatik kaide ve nezaketi çiğneyerek ayrılmış olması pek çok noktadan değerlendirilmesi gereken siyasi ve diplomatik bir hadisedir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 22/02/2017 Çarşamba
Güncelleme: 05:17 - 22/02/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Prof. Dr. Mustafa Sıtkı Bilgin- Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi


Birinci ve önemlisi, Rum liderin diplomatik nezaket ve teamülleri berhava eden nobran bir hattı hareket tarzı benimsemesi, Rumların müzakerelere yönelik bakış açısını deşifre etmiştir. Bu durum Rumlar'ın Kıbrıs'ta eşit ve adil bir çözüm peşinde olmadıklarını, fakat oyalama taktikleriyle ve bir 'oldu-bitti' siyasetiyle Türkleri bir azınlık pozisyonuna sokarak Enosis'i (Yunanistan'la Kıbrıs'ın Birleşmesi) hedeflediklerini ifşa etmiştir. Ayrıca, süreç devam ederken, Rum Meclisi'nin Enosis'i Rum okullarında kutlama kararı alması, Kıbrıs müzakerelerini sabote etme niyetinden başka ne ile izah edilebilir. Üçüncüsü, 50 yıldır süren Kıbrıs müzakere tarihinde Rumlar, resmi bir uluslararası toplantıda ilk kez açıkça Enosis düşüncesini beyan ederek gerçek niyetlerini açığa çıkarmıştır. Daha pek çok nokta buna eklenebilir, örneğin Rumlar'ın bu ölçüsüz tavırlarında arkalarındaki hangi destekçilerine güvenmektedir.



SORUNUN KAYNAĞI KIBRISLI RUMLAR


Esasen tarihin şahadetine müracaat edildiğinde, yakın dönem siyasi tarihinde Kıbrıs adasının dünyanın sorunlu coğrafyalarından biri olmasında ve bir kriz bölgesi olarak ortaya çıkmasında Rum tarafının başat rol oynadığı görülecektir. Nikos Anastasiadis'in 2013 yılında Cumhurbaşkanı olmasından sonra Kıbrıs'ta yeni çözüm umutlarıyla ilgili ayağı pek te yere basmayan pek çok iddia ve analizler yurt içi ve yurtdışı değişik mahfillerde gündeme getirilmiştir. Ancak, Kıbrıs'ın siyasi ve diplomatik tarihi arşiv kaynakları çerçevesinde incelendiğinde durumun pek te böyle olmadığı ortaya çıkmaktadır. Zira Kıbrıs'ta iktidara gelen tüm Rum liderler istisnasız bir şekilde Enosis düşüncesini ilk defa sistemleştiren ilk Cumhurbaşkanı Makarios'un stratejisini takip etmişlerdir.



Cenevre'de ve sonrası aşamalarda yapılan görüşmelere bakıldığında, Anastasiadis'in aşırı taleplerde bulunarak adadaki Türk tarafını adeta yok saymak istediği görülmektedir. Gerek yönetim, güç ve toprak paylaşımı gerekse de güvenlik ve garantörlük konularında Rum'ların herhangi bir uzlaşmaya yanaşmadıkları ve bundan dolayı da bir anlaşmaya varılamadığı ortaya çıktı. Türkiye'nin kırmızı çizgisi olan garantörlük ve güvenlik meselesinde ise, Rumlar AB'nin bu işi üstlenmesini dile getirmişlerdi. Peki, 2004 yılında Annan Planı'na evet dediği halde Türkleri cezalandıran ve Rumları da Birliğe alarak mükâfatlandıran AB'ye kim, nasıl ve niçin güvenecek? Ayrıca, 1963-1974 yıllarında Kıbrıslı Türklere karşı yapılan katliamları görmezden ve duymazdan gelen Avrupa ülkelerinin garantörlüğü ne kadar sağlıklı olur? AB'nin halihazırda karşı karşıya olduğu onlarca ağır siyasi ve ekonomik sorunlar varken ve hatta günümüzde AB'nin mevcudiyeti dahi tartışılmakta iken AB garantörlük görevini nasıl sürdürecek. En son mültecilerle ilgili geri kabul anlaşmasında dahi Türkiye'ye vermiş olduğu sözleri dahi tutmayan AB'nin garantörlüğünün kabul edilmesinin dolayısıyla mantıklı ve tutarlı bir tarafı yoktur.



NİYETİ AÇIK ETTİLER


Ancak, Rum liderin ortaya sürdüğü yukarıdaki görüşler yeni bir politikadan ziyade, Makarios'un Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan sonra takip ettiği 'maskeli diplomasi'ye dönüşü temsil etmektedir. Zira 1960 yılında Birleşik Kıbrıs'ın ilk Cumhurbaşkanı olan Makarios'un 1974 yılına kadar takip ettiği 'cebir ve kuvvet yoluyla Türkleri azınlık konumuna düşürme' siyaseti Türk Barış Harekatı'yla iflas edince yeni bir yöntem geliştirmek zorunda kalmıştı. Artık, güç ve şiddet yoluyla Enosis'i gerçekleştiremeyeceğini anlayan Makarios, bu nihai hedefine 'soft power' tekniklerini kulanarak, hedefini zamana yayarak ve uluslararası desteğin (o zamanlarda AET şimdi ise AB desteği) arkasında olduğu diplomasi yoluyla erişmeye çalışacaktı. Makarios'a göre, Rumların güç ve kuvvet denkleminde Türkler'e oranla daha zayıf durumda olmaları sebebiyle dış politikada değişikliğe gitmek elzemdi. Türk kesimine ekonomik abluka uygulamak ve arkasında uluslararası desteğin olduğu diplomasiyle baskı yapmak gibi bir dizi soft power araçlarıyla zaman içerisinde çoğunluk olan Rumlar, azınlık olan Türkleri yıldırarak kendi siyasi taleplerine boyun eğdirebilirdi. Bu uzun zamanı gerektirecek bir stratejiydi ve böyle bir stratejinin uygulama zemini de ve yukarıda Anastasiadis tarafından tekrar edilen parametreler çerçevesinde iki toplumun bir arada bulunacağı bir zeminde gerçekleşebilirdi. Tüm bu tarihi gerçekler Makarios'un zeminini oluşturduğu maskeli siyasetin mevcut Rum lider tarafından da takip edildiğini ortaya koymaktadır. Anastasiadis'in farkı ise Makarios'un gizlediği niyetini artık aleni hale getirmesinden ibarettir.


Toprak konusunda da bir iki kelam etmek gerekirse, 1975 yılında yapılan görüşmelerde Türkiye eşit ve kalıcı bir çözüm karşılığında adada yüzde 33'lük bir toprak parçasına sahip olmayı kabul ederken, zamanın Yunan Başbakanı Karamanlis ise bunun yüzde 31'ne razı olabileceğini belirtmişti. Ancak, basına yansıyan haberlere göre, Cenevre'de Kıbrıs Türk kesimi için yüzde 29'luk bir toprak oranından bahsedilmesi tarihi zeminin kaybından başka bir işe yaramaz. Halbuki tarih geriye değil ileriye akar. Eğer mevzu siyasi ve diplomatik bir sorunun çözümünü ilgilendiriyorsa tarihi zemin daha da çok önem arz eder. Çünkü diplomasinin zemini de tarihtir. Bunların kayıtları da İngiliz arşivlerinde mahfuzdur ve tarafımdan da tetkik edilmiştir. Bu zaviyelerden değerlendirildiğinde, Kıbrıs'ta daha kat edilecek epeyce bir mesafe ve oynanacak zorlu bir diplomasi satrancından bahsetmek mümkündür.


#Nikos Anastasiadis
#Cenevre
#Kıbrıs Türk kesimi
7 yıl önce