|

Kılıçdaroğlu’nun “kanlı” siyaseti

AK Parti’nin Başkanlık Sistemini topluma her geçen gün daha fazla benimsetmesi sonucu, muhalefet elindeki tek argümanı, gezi kalkışması benzeri bir senaryoyu yeniden gündeme getirmek istiyor.

Yeni Şafak ve
03:00 - 17/05/2016 вторник
Güncelleme: 23:15 - 16/05/2016 понедельник
Yeni Şafak
Yrd. Doç. Dr. Ali Aslan - SETA


TOBB 72. Genel Kurulu'unda konuşan Kemal Kılıçdaroğlu başkanlık sistemi tartışmalarıyla ilgili “Anayasayı değiştirelim; ne için? 'Başkanlık sistemini getireceğiz.' Bir kişi konuşacak, Türkiye susacak. Bir kişi konuşacak, hakim ona göre karar verecek. Bir kişi konuşacak, ona göre milletvekili listeleri hazırlanacak. Böyle bir başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz” açıklamasını yaptı. Bu açıklamada dikkat çeken birkaç husus var.



Öncelikle Kılıçdaroğlu'nun açıklaması CHP'nin başkanlık sistemini toptan reddetme noktasından uzaklaşmış durumda olduğunu gösteriyor. Keza Kılıçdaroğlu'nun karşı çıktığı genel anlamıyla başkanlık sistemi değil, spesifik bir başkanlık sistemi. Anlaşıldığı kadarıyla AK Parti çevrelerinde konuşulmaya başlanan ancak henüz kamuoyuna sunulmamış “güçlü” başkanlık sistemini ima ediyor. Bu, CHP açısından bir gelişme olarak görülebilir.



GEZİ SÖYLEMİ YENİDEN ÜRETİLİYOR


Lakin Kılıçdaroğlu'nun çizdiği sınırlar hukukun üstünlüğüne ve bireysel hak ve özgürlüklere saygılı demokratik bir rejim öngören “güçlü” başkanlık sistemini aşıyor, otoriter bir rejim portresi çiziyor. Bunun bilinçli bir çarpıtma olduğuna şüphe yok. Ve bu hamlenin bir mantığının olduğunu da teslim etmeliyiz. Bu, Gezi süreci öncesinde devreye sokulan, AK Parti siyasetini “tek adam yönetimi” ve “otoriterleşme” ile eşitleyen siyasi söylemin sertleştirilerek yeniden üretilmesi demek. Bu açıdan, CHP'de siyaset dili noktasında değişen pek bir şey olmadığının altını çizmek gerekir.



Ayrıca, spesifik olarak “böyle bir başkanlık kan dökülmeden gerçekleştirilemez” ifadesi, AK Parti'nin başkanlık sistemine geçiş konusunda ilerleme kaydetmiş olmasının yarattığı panikle Kılıçdaroğlu'nun kendi tabanını motive etme, siyasi çatışmayı tırmandırma ve el yükseltme çabası olarak görülebilir. Siyasi acziyetin alenileştiği zamanlarda demokratik siyasetin alanını daraltan ve haddini aşan ifadeler kullanmak zorunda kalsa da, Kılıçdaroğlu'nun ilk defa bu denli açık bir şekilde iç savaş tehdidi savurması CHP açısından bir değişiklik olarak görülmelidir.



Saydığımız boyutlarıyla rutin olmanın ötesine geçen bu açıklamanın siyasi anlamını tam olarak ortaya çıkarmak için meseleyi biraz daha derinleştirmek gerekiyor. Bunun için genel hatlarıyla AK Parti ve Türkiye siyasetinin kırılma noktalarına bakmak bir zorunluluk arz etmektedir.



AK PARTİ'NİN ÜÇ TARZ-I SİYASETİ


AK Parti, toplumsal bir projeye sahip her demokratik hareket gibi, toplumsal alana yayılma amacı gütme özelliği taşıdı. Yani AK Parti, sadece çevreyi merkeze taşıyan re-aktif bir hareket değil, yeni oluşan merkezi tüm topluma genişletme amacı güden pro-aktif ve inşa edici bir hareket özelliği gösterdi. Bu bağlamda, AK Parti'nin topluma yayılma süreci iki adımdan oluştu.


İlk adımda “liberal bir siyaset”e uygun şekilde bireysel boyut ön plana çıktı. 2002-2009 yılları arasını kapsayan süreçte liberal hak ve özgürlüklere yapılan vurguyla, bireyler ile devlet arasında zayıflamış olan vatandaşlık bağının güçlendirilmesi, cemaatlere parçalanmış toplumun modern anlamda bir topluma dönüştürülmesi hedeflendi. Böylece vesayet düzeni çözülerek, cemaat sınırlarına hapsolmuş ve topluma kapalı bireyler, özgürleşmiş ve otonomlaşmış bireyler haline gelecekti.


İkinci adımda ise “muhafazakar bir siyaset” gereği siyasi topluluk boyutu ön plana çıktı. 2009'da startı verilen “açılım süreci”yle toplumdaki farklılıkların bir bütüne yedirilmesi ve siyasi birlikteliğin tesis edilmesi amaçlandı. Özgür ve otonom bireylerden oluşan ve vatandaşlık bağı ile devlete bağlı bireylerin kendilerini “evde” hissedecekleri bir siyasi topluluk inşası söz konusuydu. Bu sürecin sonucunda demokratik kurumlara, daha spesifik bir ifadeyle siyaset kurumuna olan güven yeniden tesis edilerek siyasi radikalleşme ve de-politizasyon sorunlarının da üstesinden gelinecekti.



AK PARTİ'YE YÖNELİK SALDIRILAR


AK Parti'nin bir siyasi topluluk inşa etme hamlesi, 2013 yılından itibaren peyderpey bir AK Parti-karşıtı muhalefet bloğunun oluşumuna yol açtı. Ve AK Parti bu dönemde, “otoriterlik” ve “tek adam yönetimi” söylemleriyle cemaatsel bağlarını sıkılaştıran bu muhalif bloğun sert direnişiyle karşılaştı. Gezi kalkışması, 6-8 Ekim olayları, 17-25 Aralık darbe girişimi, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 7 Haziran Genel Seçimleri'ndeki somut işbirliği, Temmuz 2015'te PKK'nın “devrimci halk ayaklanma” başlatması bu direnişin somutlaştığı anlardı. Böylece, zaten tam anlamıyla çözülmemiş cemaat bağları tekrardan toplumsal bağlara baskın hale gelmeye başladı. Toplumsal alana yabancılaşma ve içe kapanma, siyaset alanına ise kutuplaşma ve çatışma hakim olmaya başladı. Demokratik siyasetin alanı daraldı.



Yaşanan bu tıkanma AK Parti'nin üçüncü dönemini başlattı. Bu dönemde AK Parti, muhalefetin cemaatçi siyasetine karşı, “milli ve yerli” siyaset üzerinden toplumsal alandaki nüfuzunu korumaya odaklı “cemaatçi” başka bir siyasetle cevap verdi. Böylece siyaset, milli ve yerli “olanlar” ile “olmayanlar” şeklinde iki karşıt blok üzerinden görülmeye başlandı. Ancak AK Parti'nin frene basması siyasi alandaki nüfuzunu genişletme çabalarını sonlandırmadı. Genişleme, ideolojik alandan kurumsal alana çevrildi. Başkanlığa geçiş için ortaya konulan irade –başka boyutları bir kenara– böylesi bir hedef gözetmekte ve bir siyasi anlam taşımaktadır.



ZİLLER KİMİN İÇİN ÇALIYOR?


Kılıçdaroğlu'nun iç savaş imalı açıklaması, AK Parti'nin kurumsal kanallar üzerinden bu yeni genişleme hamlesini durdurmaya yönelik bir karşı hamledir. Kılıçdaroğlu'nun bu hamlesinin Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun AK Parti Genel Başkanlığı'ndan ayrılmasından hemen sonra gelmesi de oldukça anlamlıdır. Davutoğlu, AK Parti'nin ikinci dönemdeki muhafazakar siyasetini ayakta tutmaya çalışan, AK Parti'de giderek güçlenen cemaatçi siyasete ayak direyen bir tutum sergilemekteydi. Davutoğlu'nun aradan çekilmesi milli ve yerli siyasetin daha da baskın hale gelmesi ve aynı zamanda kurumsal dönüşüm dalgasının çok daha sert bir şekilde muhalefet cephesini dövmesine yol açtı. Davutoğlu'nun gidişinin ardından muhalefet cephesinde akıtılan timsah gözyaşları, iktidarı yıpratma stratejisinin yanında yeni oluşan tabloya verilen sahici bir tepki olarak da görülmelidir.



MUHALİF MEDYANIN AKŞENER SEVDASI


Önümüzdeki süreçte, Kılıçdaroğlu'nun işaret fişeğini yakmasıyla ülke siyasetinde mevcut çatışmanın daha da sertleşeceğini beklemek gerekir. Muhalefet Davutoğlu'nun gidişinin ardından ortaya çıkan kısmi demokratik meşruiyet sorununu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile AK Parti arasındaki ilişkinin anayasal sınırlarını tartışmaya açarak iktidarı yıpratmaya çalışacaktır. Şayet iktidar kanadında yeterli yıpranma sağlanırsa muhalefetin bir erken seçim için bastırması söz konusu olabilir. Bu arada MHP'de, 7 Haziran'dakine benzer bir koalisyon ihtimali çıkması durumunda bunu değerlendirmeye açık, yeni bir yönetimin görevi devralması için tüm şartlar da zorlanacaktır. Muhalif medyanın Meral Akşener sevdasının altında hiç şüphesiz bu ince hesap yatmaktadır.



MUHALEFET SİYASETİ SERTLEŞTİRECEK


Muhalefetin hamlelerine karşı AK Parti, 22 Mayıs'ta yapacağı olağanüstü kongrede parti tabanında karşılık bulacak bir genel başkan seçerek demokrasi açığı sorununu hafifletmeye çalışacaktır. Yine, başkanlığa geçiş sürecinde Cumhurbaşkanı ile parti arasındaki ilişkileri iktidarın zayıf karnı olmaktan çıkarmak için “partili Cumhurbaşkanlığı” formülünü gündemde tutacaktır. Buna yönelik bir anayasa değişikliği için nabız yoklama sürecinin parti kurmayları tarafından devreye sokulduğu gözlemlenmektedir. Son olarak, MHP'de mevcut yönetimin kalmasına yönelik her türlü destek sunulacaktır.



Özetle, Türkiye siyaseti karşılıklı cüretkar hamlelerin sergileneceği daha sert bir evreye geçmenin arefesindedir. Muhalefet açısından, başkanlığa geçişin hız kazandığı hesaba katıldığında, köprüden önceki son çıkış durumundaki bu süreç sertleşmenin temel motivasyonu durumundadır. Lakin son 13 yılda iktidar ilişkilerinde yaşanan radikal değişimlerin barışçıl bir şekilde gerçekleşmiş olması geleceğe yönelik olarak şuna inancımızı pekiştirmektedir: there will NOT be blood!* (kan akmayacak*)


#Başkanlık Sistemi
#AK Parti
#MHP
#Ali Aslan
8 лет назад