|

Kirli-karanlık tahayyüller

Manevi/içsel/bireysel/vicdani/mistik bir tercihe dönüştürülmüş din algısıyla, böyle bir hesaplaşmanın, sorgulamanın ve reddin gerçekleştirilmesi de ne yazık ki mümkün değildir.

Yeni Şafak
04:00 - 18/07/2016 Pazartesi
Güncelleme: 00:50 - 18/07/2016 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


Günümüz dünyasında bütün toplumlar, ya modernliğin, ya da geleneğin nesneleri haline dönüştürüldükleri için, yeni/farklı/özgün/bağımsız bir yöntem, model, tarz üzerinde çalışma ihtiyacı duymuyor. Eleştirel özneler olabilseydik eğer, yeni bir düşünce-fikir-eylem tarzının, yeni bir içeriğin ve inşa'nın imkanları üzerinde çalışıyor, ya da üretiyor olacaktık. Modernliğin nesnesi haline dönüştürülen topluluklar, seküler bir yozlaşmaya uğradıkları gibi, ruhsuzluğa, kişiliksizliğe ve samimiyetsizliğe de maruz kaldılar. Bütün modernlikler bir tür teatrallık şeklinde somutlaştı. Bu dönemler boyunca, insanlar, matematiksel kesinliklerle hesaplaşmış ilişki biçimlerini öğrenerek, ahlaki varoluşa ve ahlaki ilişkilere yabancılaştılar.



SİYASAL KÖTÜLÜKLER ÇAĞI


Geleneğin nesneleri haline getirilen toplumlar da, İslam dünyası toplumlarında görülebileceği üzere, nostalji içerisinde yaşadıkları için, bugüne ilişkin, şimdiye ilişkin sorumluluklara, bugüne özgü içerik biçimlerine, düşünce biçimlerine yabancılaştı. Siyasal kötülükler çağında, bütün toplumlar kirli/karanlık tahayyüllerin kurbanları haline getirildiler. Siyasal kötülükler çağında, bütün toplumlar kirli/karanlık tahayyüllerin kurbanları haline getirildiler. Siyasal kötülükler çağı, sorumlu düşüncenin, sorumlu siyasetin sonunu hazırladı. Maddi varoluş tarzı halkları duyarsızlaştırır, hayatı otomatikleştirirken, manevi-geleneksel-mistik varoluş tarzı da, halkları, akla, tarihe, eleştiriye, değişime ve dünyaya karşı duyarsız kıldı.


Irkçı-sömürgeci-ideolojik dil, bilgi ve söylem modern zamanlar boyunca her tür insanlıkdışı kötülüğü, sömürüyü, soykırım, işgal ve istilaları mitolojikleştirmiştir. Nostalji ve taklit yaklaşımı içerisinde yaşayan toplumlar-halklar ise, muhakeme, merak, yenilenme, yeniden düşünse yetilerini kaybettikleri için, zihinsel ve ahlaki bir otomatikleşmeyi sıradanlaştırdılar, klişeci bir akla, klişeci bir ahlaka kapandılar. Bu özellikleri sebebiyle, sözünü ettiğimiz toplumlar sığlığı seçmiş oldular. Muhakeme yetisini kullanmayan, klişeci akla ve sığlığa sığınan toplumlar, karşı karşıya geldikleri her tür saldırı ve kötülüğün, karşı konulamaz bir kader olduğunu düşündüler.


Günümüzde, toplumlarımızda dönüştürücü etkisini sürdüren, sömürgeci dilin/bilginin/ideolojinin ve sömürgeci bütün pratiklerin geçmişi Rönesans'a kadar götürülebilir. Bu dilin ve pratiklerin “meşruiyeti” bu dönemin felsefe birikimi üzerinde temellendirilir. Sömürgeci dünya görüşü, onsekizinci yüzyılla birlikte Avrupamerkezci üstünlüğe dayalı ontolojik bir sistem oluşturur. Bugün hala, ne yazıktır ki, ne tuhaftır ki, yürürlükte olan, yürürlükte kalabilen “uygarlık misyonu” söylemlerinin, masallarının, hurafelerinin himayesi altında sürdürülen, ontolojik ayrımlar, ayrımcılıklar, korkunç eşitsizlikler, korkunç sınıflandırmalar, insanlığın ırkçı mülahazalara dayalı olarak tasnif edilmesi, ideolojik tarih, ideolojik coğrafya, ideolojik siyaset, ideolojik dünya görüşü tartışma-sorgulama konusu yapılamıyor.


İdeolojik ve ırkçı temeller üzerinde inşa edilen ontolojik meşruiyet, her dönemde, günümüzde de yaşandığı üzere, her tür sömürgecilik için, her alandaki sömürgecilik için uygun gerekçeler hazırlayabiliyor. Burada acilen kaydedilmesi gereken, tartışılması gereken hayati nokta konu şudur: Modern tarih boyunca ve bugün, her tür resmi ya da gayrıresmi sömürgeciliğe, tahakküme, dayatmaya, istiskale maruz bırakılan Müslümanlar, İslami düşünce, kültür-siyaset-ilahiyat hayatı, sözünü ettiğimiz ontolojik meşruiyeti, bu meşruiyet biçiminin dokunulmaz kıldığı kavram ve kurumları, ırkçı ve ideolojik anlamda yapılandırıldıkları için, sorgulama ve reddetme ihtiyacı duymamış, varoluşlarını, İslami dünya görüşüne ve hayat tarzına yabancılaşmak pahasına, yabancı varoluş tarzlarının himayesini seçerek sürdürme yolunu tercih etmişlerdir.



DİN ALGISININ DEĞİŞMESİ LAZIM


İslam dünyası toplumlarında, anlaşılması ve çözümlenmesi mümkün olmayan korkunç basiretsizlikler sebebiyle yaşanmakta olan siyasal-etnik-kültürel-mezhepçi bölünmeler, parçalanmalar, karşıtlıklar ve rekabetler devam ettiği sürece, sözünü ettiğimiz sorgulama ve reddetme, nihai bir hesaplaşma mealesef gerçekleştirilemeyecektir.


Manevi/içsel/bireysel/vicdani/mistik bir tercihe dönüştürülmüş din algısıyla, böyle bir hesaplaşmanın, sorgulmanın ve reddin gerçekleştirilmesi de ne yazık ki mümkün değildir. Toplumlarımız basiretli tercihler, nihai tercihler yapabilmiş olsalardı, toplumlarımız araf'ta yaşamanın tahrip edici pragmatizmini hissederek, bu konumun aşılması gerektiğine inanıyor olsalardı, her gün, bu kadar çok, bu kadar yoğun istiskale maruz kalmayacaktık.


Günümüzde İslam dünyası toplumları iyiliklerde yarışmaları gerekirken, bencillikde yarışıyor. Dini hayat teatral gösteriler biçiminde somutlaşıyor. Bürokratik şeyleşmeler, kurumsal şeyleşmeler insani ilişkilere, dostluk ilişkilerine geçit vermiyor. Her gün daha da yoğunlaşan bağlantılık sebebiyle özellikle genç kuşaklar, emperyal-hakim kültürlerin fikirlerine açık hale geliyor, kendi özgün kimliklerine yabancılaşarak, çoklu kimliklere yöneliyor. Zaman-mekan-kültür ötesi yeni ilişki-aidiyet biçimleri ortaya çıkıyor. Sosyal medya iyi amaçlar için kullanılabildiği gibi, kötü/karanlık/kirli amaçlar için de kullanılabiliyor. Teknolojik değişimin yıkıcı etkilerini, boyutlarını, içerdiği potansiyel tehditlere gereği kadar değerlendiremiyoruz.


#İdeoloji
#Din
8 yıl önce