|

Kopuştan NORMALLEŞMEYE

Hasan Ali Yıldırım
00:00 - 20/02/1999 Cumartesi
Güncelleme: 15:27 - 7/11/2013 Perşembe
Yeni Şafak
Kopuştan NORMALLEŞMEYE
Kopuştan NORMALLEŞMEYE

Osmanlı ve Cumhuriyet arasındaki ilişki ve farklılıklar, daha uzun yıllar değişik gerekçelerle tartışılacak gibi. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun 700. yıldönümünde Cumhuriyet'in 'Osmanlı ile barışma' çabası da gözden kaçmıyor. Ama yakın dönemde yaşananlar, böylesi çabaların sağlıklılığına da halel getiriyor. Osmanlı ve Cumhuriyet arasındaki ilişkiyi bir 'kopuş' olarak gören ve bu ilişkinin, gelinen aşamada 'normalleşmeye' ihtiyaç hissettiğini başa alan Sosyolog Dr. Ergün Yıldırım yazısında, her iki dönemde de modernleşme sürecini sorguluyor. İlkinin 'devleti kurtarma' amacına yönelik bir girişimken, ikincisinin toplumu mevcut durumundan 'kurtararak' Batılılaştırma olduğunu belirtiyor.

DR. ERGÜN YILDIRIM

Osmanlı aydınlarının, özellikle II. Meşrutiyetle beraber yaptıkları modernleşme tartışmaları, 'devleti kurtarma' etrafında odaklanmıştır. Hatta halkın geleneksel müslümanlık kimliğinin modernleşmeye uğraması da engellenmiştir. Oysa 1923'de Türkiye, bütünüyle 'Batı olmaya karar' vermiştir.

Osmanlı-Cumhuriyet ilişkileri, dünyadaki ve ülkemizdeki gelişmelerle beraber yeniden tartışılıyor. Özellikle Türkiye'nin bölgesel alanında ortaya çıkan değişmeler, bu teorik tartışmaları kaçınılmaz kılmaktadır. Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu'nun yeni çekim merkezi olma temayüllerini içinde taşıyan Türkiye, bu tartışmaları soğukkanlı bir biçimde yapmanın dışında bir seçeneğe de sahip değildir. "Bölgesel kader", Türkiye'yi yeni bir şeye zorluyor. Belki "kazalardan" kurtulmanın yolu da bu kadere sığınmaktır!

Herşeyden önce Osmanlı ve Cumhuriyet iki farklı mantalitedir. Osmanlı; üç kıtada yerleşmenin, cihan devleti olmanın, tarımsal üretim ilişkilerinin, geleneksel müslümanlık bilincinin deneyimlerine sahip bir iradedir. Cumhuriyet ise parçalanmış bir imparatorluğun bakiyesi olarak, Anadolu coğrafyasında yapılanan batılılaşma konusunda kesin tercihte bulunan, tek dinli ve tek dilli bir kimlik geliştirmeye çalışan bir tasavvurdur.

Osmanlı ve Cumhuriyeti benzer kılan özellikleri bulabiliriz hiç kuşkusuz. Ancak, yine de bu, Cumhuriyet'i Osmanlı'nın devamı olarak algılamamıza yetmez.

Tabii ki herşey, 1923 yılında birden değişmedi. Kopuşlar, zaten aniden gerçekleşmez. Bunun bir süreci vardır. Osmanlı modernleşmesi de bunu gösterir. Ayrıca, Osmanlı modernleşmesinin kimi uygulamalarından yola çıkarak, Cumhuriyet'i de Osmanlı'nın devamı olarak algılamak büyük yanlışlıklara neden olacaktır.

Osmanlı modernleşmesi: Devleti kurtarmak

Cumhuriyet dönetiminde yapılan yeniliklerin ilk biçimi, Osmanlı döneminde gündeme gelmişti. III. Selim'den itibaren, modernleşmeye yönelik bir dizi çabayı yaşamıştı Osmanlı. Askeri, siyasi, eğitim ve mali alanlarda batılılaşma çerçevesinde birçok düzenlemeler yapıldı. Adından da anlaşıldığı gibi Tanzimat Fermanı, bir devlet yapısının yeniden düzenlenmesi girişimiydi. Hatta 1914 ile 1916 yılları arasında İttihat ve Terakki iktidarının önderliğinde eğitimde, kılık kıyafette ve dinde laikliği de andırır reform teşebbüsleri var.

Bütün bu değişmeler, "devleti kurtarma" operasyonuydu. Batı'nın teknolojide, siyasette, bilimde ve dünya coğrafyasını yeniden düzenleme konusunda elde ettiği üstünlük karşısında Osmanlı'nın cihan devleti misyonunu kaybetmeye başlamasıyla içine girdiği telaşı anlatır. Batı, yeni batı iktidarının genişleme (bilimi, teknolojisi, askeri ve siyasi etkinliği vs.) süreci karşısında; toprak kayıplarına uğrayan Osmanlı'nın bu telaşı daha da artmıştır.

Osmanlı Devleti, kısa süre sonra çözüm olarak devleti modernleştirmede bulunmuştur. Bu nedenle, yeniliklerine önce askeri ve teknik okulları açarak yapmak istemiştir. Devleti kurtarma amacına adanmış Osmanlı modernleşmesi, gerçekten de bir devlet modernleşmesidir. Nitekim, devletin idari, askeri, mali... yapıları modernleştirilir. Buna bağlı olarak modernleşme deneyimini yaşayan ilk bireyler ve gruplar da, devletli bireyler ve gruplar olmaktadır. Modern mobilya, eğlence, giyim, dil, mimari... önce bu devletle ilişkili memurlar ve konaklarında gözlemlenir.

Osmanlı modernleşmesinde, toplumu modernleştirme gibi bir amaçta yoktur. Hatta halkın geleneksel müslümanlık kimliğinin modernleşmeye uğraması da engellenmektedir. Modernleşme, sadece yeni dünya koşullarında yer edinmenin, devleti kurtarmanın bir siyasal aracıdır.

Osmanlı aydınlarının, özellikle II. Meşrutiyetle beraber yaptıkları modernleşme tartışmaları, "devleti kurtarma" etrafında odaklanmıştır. Dönemin sosyoloji çalışmaları da böyle, bilim konusunda yapılan tartışmalar da... Herşeye rağmen, modernleşme yine de İslam ve gelenekle meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Oysa 1923'de çeşitli tartışmalara son veren bir irade ortaya konmuştur.

Cumhuriyet modernleşmesi: Toplumu kurtarmak

Sosyolog Baykan Sezer'in söylediği gibi 1923, batılılaşmanın resmi ilanıdır. Şimdiye kadar batılılaşmaya, sadece bir devlet siyaseti olarak bakılmıştır. Nitekim Osmanlı aydınlarının, özellikle II. Meşrutiyetle beraber yaptıkları modernleşme tartışmaları, "devleti kurtarma" etrafında odaklanmıştır. Dönemin sosyoloji çalışmaları da böyle, bilim konusunda yapılan tartışmalar da... Herşeye rağmen, modernleşme yine de İslam ve gelenekle meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.

Oysa 1923'de çeşitli tartışmalara son veren bir irade ortaya konmuştur. Türkiye siyasal yapı olarak, her çeşit tartışmanın üstünde ve dışında Batı olmaya karar vermiştir. 1930'lu yılların başlarında yapılan birçok etkinliklerle beraber, her çeşit referansını modern felsefeye dayandırmıştır. 1950'li yılların başlarına kadar Duyun-u Umumiye'nin borçlarını ödese de o, artık bir epistemik bunalımdan sonra bir epistemik statüko kurmuştur. Artık devlet düzeyinde süren bir modernleşmeyi, toplumsal alana da yaymayı temel hedef edinmiştir. İşte burada tam bir kopmayı yaşamıştır. Özellikle de iki alanda gerçekleştirmiştir: Kurumsal ve simgesel kopuş.

Simgesel kopuş

Cumhuriyet olgusu, siyasal bir olgudur herşeyden önce. Bu nedenle kopuştan kastımız, siyasal ilişkilerde yaşanan kopuştur. Yoksa, sosyolojik olarak, tabii ki bir yılda ya da on yılda bir toplum değişmez. Toplumsal bazda bir Osmanlı sürekliliği yaşanmıştır.

Cumhuriyet seçkinlerinin temsil ettiği kopuşun en önemli alanlarından biri, semboller dünyasıyla anlatılan kopuştur. Semboller, çok etkili ve yoğunlaştırılmış anlatım taslakları olduğundan, bunlarla insanlara mesaj vermek daha kolay ve çarpıcı olmuştur. Yine, insanlar gündelik yaşamlarını sembollerle düzenledikleri için, sembolik kopuş, gündelik hayatın keskin değişimini anlatmaktadır. Bu çerçevede Cumhuriyet kadroları bir düzine etkinliklerde bulunmuşlardır. Kılık kıyafet, harf, takvim ve tatil günlerinde yapılan inkılaplar bunun örnekleridir. Ayrıca yeni devletin başkenti Ankara'nın mimarisi de çok ilginçtir bu açıdan. Daha çok Roma pagan kültürünü yansıtan Ankara devlet binaları, simgesel kopuşun anlatımlarıdır.

Artık Müslümanlar'ın semboller düzeni radikal değişikliklere uğratılarak, yeni bir yaşam düzeni (modernleşme) geliştirilmiştir. Böylece siyasal iktidar, bedeni ve bedenin içinde gövdelendiği günlük yaşama "söz geçirmek" istenmiştir. Devletin düzenlediği Cumhuriyet Baloları bu açıdan önemlidir. Bugün bile başörtü konusunda süren tartışmalar, sembollerimizin gündelik yaşam düzenimizi üretmedeki etkinliğini göstermektedir.

Kurumsal kopuş

Osmanlı modernleşmesi, klasik Osmanlı kurumlarında önemli değişikliklere neden olmuştu. Ancak, bütün bunlar kurumsal alanda radikal bir değişmeyi temsil etmediği için, kopuşu ifade etmiyordu. Özellikle toplumsal gövdede etkili olan kurumsal modernleşmelerden bahsetmek oldukça zordur.

Cumhuriyet, Osmanlı'nın devleti temsil eden "örfi hukuk" yanını alarak laikleştirdi ve bununla bir başına topluma yön verdi. Daha doğrusu Cumhuriyet "örfi idare"nin, "şer'i irade"ye bütünüyle laikleşerek hükmetmesidir. Fakat yine de Cumhuriyet iktidarı, kurumsal yapılanmada radikal değişiklikler yaşadı. Saltanat ve Hilafet'in kaldırılması, Evkaf ve Şer'iye Vekaleti ile tekke ve zaviyelerin lağvedilmesi, bunun somut örnekleridir. Böylece, kurumsal yapısıyla Osmanlı Devleti'nden bütünüyle ayrıştı. Yeni kurumlarla yeni bir politik dünya tahayyülüne yöneldi. Özellikle tekke ve zaviyelerin lağvedilmesi, toplumsal dokunun modernleşmesi için yaşanan kurumsal kopuşun en önemli tutumlarından birisidir.

Normalleşme süreci

II. Meşrutiyetten sonra Osmanlı "monarşik demokrasi" deneyimi yaşadı. Tarihsel dönemin şanssızlığı, bu deneyimi sonuçsuz bıraktı ve Osmanlı parçalandı. Cumhuriyet'in ilk 30 yılı, demokrasisiz bir cumhuriyetle geçti. Siyasal rejim, büyük ölçüde parçalanma ve savaş deneyiminden geçen bir kuşağın öngörüleriyle inşa edildi. Demokrasiye geçtiğimiz yıllarda, yine bir soğuk savaş yaşanıyordu. DP ile bir ölçüde uzlaşmaya varılmıştı. Millet ve devlet kaynaşmaya çalışıyordu. 27 Mayıs bu kaynaşmaya, devlet içinden gelen CHP iradesiyle son verdi.

Ancak yine de devlet sakinlerinin modernleşme çabalarına karşın, toplum kendi içinde yerel inancı ve dilleriyle çoğulluğunu yaşıyordu. Tek dilli ve tek dinli toplum yaratma projesi, resmi kurumlar düzeyinde yürümüyordu. Alevilik, tarikat, Kürtlük, (yerellik anlamında), vs. devam ediyordu. Bugün önümüzde ne Osmanlı deneyiminin pratik canlılığı var, ne de Cumhuriyet'in tek parti deneyiminin geçerliliği...

Siyasal iradenin Türkiye'nin yerel özellikleriyle barışması, Anadoluluk, Osmanlılık, Müslümanlık deneyimlerine "makul bakmayı öğrenmesi" demektir.

Yeni bir döneme doğru

Türkiye hem Osmanlı'yı Osmanlı olarak, hem de Cumhuriyet'i Cumhuriyet olarak bilmek zorunda. Dünya'nın İnsan Hakları, Demokrasi ve Hukuk Devleti etrafında yeni bir heyecanla yeniden kurulduğu bir dönemde, Türkiye'nin de geçmişiyle ve yerelliğiyle barışık bir kimlikle bu ufka katılması gerekir.

Siyasal iradenin Türkiye'nin yerel özellikleriyle barışması, Anadoluluk, Osmanlılık, Müslümanlık deneyimlerine "makul bakmayı öğrenmesi" demektir. Artık homojen ve aydınlanmacı bir toplum yaratma tutumundan vazgeçerek, farklılıklarını görmesi gerekir. Bu özelliklerine uygun bir siyasal yapılanma gerçekleşince, kopuşun getirdiği çatışmalar (en azından kültürel ve ideolojik) ortadan kalkacak; devlet ve toplum, ilişkileri tahakkümü aşıcı bir tarzla etkileşime girecektir.

Osmanlı, artık tarihsel bir olgu olarak yeni önermelerimiz için ancak bir deneyim alanıdır. Bu deneyimlerden, bugünkü yaşamımızı zenginleştirici ve geliştirici oranda yararlanabiliriz. Onları, olduğu gibi tarihsel formlarıyla alıp bugüne taşımak ise büyük bir saçmalık. Unutmayalım ki tarihsel olgular, tarihsel gövdede gizlidirler. Onları alıp süreklileştirmek, yaşamı dondurmaktır. Tarihin, değişen kuşaklarla sürüp gelen akışını yaşamamaktır. Kendimizi değil, onları yaşamaktır.


25 yıl önce