|

Kültür ortamı olarak Mavera mekânları

Bir döneme damgasını vuran Mavera dergisinin yayın hayatına başladığı günden veda ettiği günlere doğru okuru bir yolculuğa çıkaran Hüseyin Su, aynı zamanda bir edebiyat dergisinin hikayesinde kültür, sanat ve günlük siyasetin ilişkisini sorguluyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/04/2016 Çarşamba
Güncelleme: 20:05 - 12/04/2016 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
HÜSEYİN SU


1976 yılının sonbaharında Mavera adıyla bir derginin çıkacağı haberi, önemli bir heyecan uyandırmıştı sanat ve edebiyat çevresinde. Bu haber bir mektupla duyuruldu okura ve ilgili insanlara. Dergiyi çıkaracak konumda anılan yazarların hemen hepsi de Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat dergilerinin çizgisinden geliyordu; bu dergilerde daha önceleri şiirleri, öyküleri, yazılarıyla yer almışlardı. Dahası da vardı; bu yazarların hemen hepsi de 'Büyük Doğucu' olarak bilinen isimlerdi. Yalnızca İsmet Özel gibi birkaç yazar ve şairin adı vardı bu çizginin dışından gelen. Kendisinin adı da dergi kadrosu içinde geçen Atasoy Müftüoğlu, her derginin çıkışında yaptığı gibi birkaç ay önce mektuplar yazarak, geziler yaparak Mavera dergisine de Türkiye'nin her tarafından aboneler bulmaya başlamıştı bile. Rasim Özdenören, Mavera'yı çıkardıkları dönemde gözettikleri yayın düzlemini şöyle ifade eder: “Mavera'yı çıkarmaya başladığımız dönemin öncesinde Diriliş ve Edebiyat dergileri zaten tatile girmiş vaziyetteydiler.” Bu yıllarda Büyük Doğu ve Diriliş dergileri yayımlanmıyordu, bu doğru ama Edebiyat dergisi, ikinci kuşak yazarlardan oluşan bir kadroyla ve Mavera'yı çıkaracak yazarların da Edebiyat'ta yazdığı ilk sekiz yıla göre daha düzenli ve canlı olarak yayımını sürdürüyordu. Edebiyat Dergisi Yayınları da öyleydi, dergideki arkadaşların kitapları yayımlanıyordu ardı ardına. Mavera dergisini çıkaracak yazarlar, bir süredir bu dergilerin hiçbirinde görünmüyorlardı. Biraz da bu nedenle olsa gerek kendilerinden bir dergi çıkarmaları da bekleniyordu.



YAYINLANAN MEKTUP


Yayımlanan söz konusu mektup, aynı zamanda Mavera dergisinin bir anlamda çıkış bildirisi ve manifestosu olarak da okunabilirdi; sonuçta böyle de algılandı. Bu mektup, edebiyat tarihinde örneklerini gördüğümüz, ağyârını mani, efrâdını cami bir manifesto değildi kuşkusuz. Böylesine durumlarda, yayınlanan metinlerden daha çok muhataplarının ona yükledikleri anlam ve işlev belirleyici olur. Mavera dergisinin çıkış bildirisi, mektubu da böyle bir işlev görmüştü. Sadece edebiyat, sanat ortamı değil, dönemin siyasa ortamı da bu algıya uygun bir zemin oluşturuyordu. Özellikle gençler, dergi çıkıncaya dek bu mektubu evire çevire okumuş ve bir anlamda dolaşıma sokmuşlardı. Özellikle bugün, tam kırk yıl sonra dönüp bakıldığında bu durum çok daha iyi anlaşılabilir. Bu kısa mektup/bildiri şöyleydi:



“MAVERA adında yeni bir aylık edebiyat dergisi çıkarmanın hazırlığı içindeyiz. Önce adımızı açıklayalım: MAVERA. Yani öte, yani bir şeyin ötesinde bulunan, insan aklının ötesinde veya üstünde bulunan, frenkçe deyimiyle transandant (transcendent). Bu kelimenin türevi olan MAVERAî (transcendental) ise öteye mensup, öteki âlemle ilgili, deneyüstü, tabiattan üstün, fizik ötesi gibi anlamlara gelir. Bu kelime, ayrıca, bilginin deneysel (empirik) olmayıp sezgisel (intuitif) olduğunu ifade eden bir görüşü de kapsamına alır. Dolayısıyla felsefî anlamda, bütün insan bilgilerinin kaynağının Allah olduğu görüşünü işaret eder. Bütün bu anlamlarıyla MAVERA, edebiyat anlayışımızı oldukça geniş boyutlar içinde özetleyen bir kelimedir.



Biz, edebiyatı, amacı kendinden ibaret kalan bir çalışma alanı olarak görmüyoruz. Tarihte hiçbir uygarlık, ilkin bir edebiyat hazırlığı geçirmeden, kelam eğitimini tamamlamadan, yani düşünce söze, söz de eyleme dönüşmeden, var olma ortamına kavuşmamıştır. Her uygarlık kendi değer yargılarının, erdem anlayışının ilkin yerleşmesini, sonra da yayılmasını ve yaygınlaşmasını edebiyatın aracılığına borçludur. Bu gerçekten hareketle edebiyat çalışmalarımıza bir hız ve yoğunluk verme zorunluğunu duymaktayız. MAVERA, bu zorunluluğun bir ifadesi olarak çıkıyor. Son birkaç on yıldır, çok büyük aşamalardan geçerek bugün reddi mümkün olmayan bir düzeye ulaşan yerli düşüncemizin edebiyatına yeni açılımlar getirmek dileğini taşıyor.


MAVERA, bir yaşama biçimi hâlinde öz uygarlığımızı yeniden yürürlüğe koyma davasını güdenlerin, edebiyat alanındaki bir buluşma yeridir. Selam üstünüze olsun!”



Bu metin, her dergi gibi bir dergi olan Mavera'nın ilk sayısında da yer alması gereken ama yer almayan, 'niçin çıkıyoruz?' sorusunun cevabı olan bir yazının yerini tutacağı için ve “Mavera'nın müthiş ilginç öyküsü”nün de bir anlamda anlatısı olduğu vurgulanarak küçük bir sunuşla yeniden yayımlandı. Mektup metninden de anlaşılacağı gibi tam bir manifesto niteliği taşımamakla birlikte, daha ilk bakışta özellikle altının çizilmesi gerektiği düşünülen birkaç hususa dikkat çekiliyordu: Bunlardan ilki, hiç kuşkusuz, Edebiyat dergisinin manifestosu sayılabileceğini daha önce söylediğimiz ('Edebiyat Dergisinin Manifestosu' başlıklı yazımız), Mavera dergisini çıkaran yazarların da birer cümleyle katkıda bulunduğu Resim Arkası Yazısında ifade edilen ana düşüncelerin (uygarlık, edebiyat, yerli düşünce bağlamında) bu mektupta da yer almasıdır. Bu ana düşüncenin izleğini kuşkusuz Diriliş dergisinin serüveninde de görmek mümkündür. İkinci husus, derginin adından başlayarak kavramsal bir arkaplân kurgusunun arayışı, iması ve yazarların düşünce, sanat, edebiyat ve inanç anlayışları açısından bir anlamda temellendirme çabasının varlığıdır. Üçüncüsü ise uygarlık, erdem anlayışı ve değer yargılarının yerleşmesi, yaygınlaşması açısından 'edebiyatın araç' olarak görülmesidir ki bu husus, Mavera dergisinin kapanışına dek izlenen edebiyat, kültür ve siyasa politikalarının, asıl edebiyat anlayışlarını zayıf düşüren, belki de en sonunda kurumsal olarak Mavera'nın kapanışını hazırlayan, hatta hızlandıran en önemli etkenlerden birisi olarak işlev görmüştür.



EDEBİYATTA YENİ BİR YOL


Necip Fazıl'ın siyasa kavgasının dışında aristokrat tavrına, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil'in ödünsüz, entelektüel düşünce ve edebiyat tutumlarına karşın, âdeta, edebiyat tarihimizdeki ezelî 'edebiyat kimin içindir?' tartışmalarımız bağlamında bir tür 'halka doğru inişe', hatta indirgeyişe yol açtığını söylemek mümkündür. Bu konuda, Mavera'nın öncülü olarak andığımız dergilerin tecrübelerinden çıkartılan dersler sonucu, haklı olarak içtenlikli bir toplumsal iletişim arayışının olduğunu da hiç kuşkusuz göz ardı edemeyiz. Bununla birlikte Mavera'nın bu arayışının, özellikle edebiyat ve düşünce alanında açtığı yolun, vardığı sonuçların da hakşinas bir yaklaşımla değerlendirilmesi hem doğru hem de yararlı olur.





En az bu mektup/bildiri kadar önemli olan ve beklentileri yükselten bir diğer husus da kuşkusuz dergiyle birlikte Mavera Çevresinde gerçekleşen kurumsal kimlikli ve bütünlüklü bir 'çıkış'ın toplumsal ölçekte sunumu ve takdire değer hayata geçirilme çabasıydı: Dergiyle birlikte iki Kitabevi'nin (Akabe Kitabevi I, II), bir Kitap Kulübü'nün (Akabe Kitap Kulübü) ve bir de Yayınevi'nin (Akabe Yayınevi) kuruluşuydu bu çabanın sonucu. Yazarların ilk kitaplarının yayına hazır olduğu, kitap kulübünün nasıl çalışacağı, iki kitabevinin de önemli iki mekânda birden açılışı, Kızılay'da gidecek bir yerleri olmayan insanlar için en az Mavera dergisinin çıkışı kadar önemliydi. Daha da önemlisi, Mavera dergisinin, öncülü kabul edilen dergilerin hiçbirisinde olmayan bir mekâna, yani büyük bir 'büro'ya sahip olmasıydı. Artık, hanların, çarşıların bir köşesinde küçük bir odadan ibaret bürolarda çıkmayacaktı dergilerimiz. Büyük bir dairenin, bir dergi için büro olarak kullanılmasında bu kadar heyecanlanacak ne var ki diye düşünülebilir bugün. Özellikle Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat ve Hareket gibi dergilerin çizgisinde bu imkâna ulaşılması yetmişli yıllarda çok önemliydi. Üstelik Mavera'nın bu mekânlarının hepsi de Kızılay civarındaydı. Çoğu insan bu durumu bir tür, artık tırnakların yer tutması ve 'huruç' olarak okuyordu. Daha açılışlarının ilk günlerinden itibaren Akabe Kitabevleri ve Mavera dergisinin bürosu, Türkiye'nin her tarafından Ankara'ya gelip giden herkesin mutlaka uğradığı mekânlar hâline gelmişti. Bizim insan ilişkileri kültürümüz açısından bakıldığında, bu mekânlarda ikinci kuşak ağabeylere daha yakın oturup kalkmak, onların sohbetlerini yakından dinlemek, hatta onların konuşmalarına katılma cesaretini kendimizde bulmak, evvel yoğ idi ve yeni çıkmıştı: Bu durum, hem imkânı hem de sorunu barındırıyordu içinde.



DÜŞÜNCE DÜNYASININ ÖNCÜLERİ


Özellikle Büyük Doğu ve Necip Fazıl, Hareket ve Nurettin Topçu, Diriliş ve Sezai Karakoç, Edebiyat ve Nuri Pakdil örneklerinde gördüğümüz 'dergi bürolarının ve ağabeylerin, üstatların' işlevlerinin, ilişki biçimlerinin hakkının gereği gibi verilip verilemediği tartışması, doğrularının ve yanlışlarının çok iyi değerlendirilmesi bir yana, bir anlamda düşünme, söz söyleme âdâbının, öğrenme ve terbiye dilinin ve insan ilişkilerinin izlerini, havasını, kokusunu taşırdı.





İlk iki dergiyle bu dergilerin üstatlarının ve ağabeylerinin, dergileri, düşünceleri bağlamında kurdukları insan ilişkilerinin işleyişine bizzat tanık olamadım. Her ikisini de bu insanların ve bu dergilerin yakın çevresinde, birinci halkasında bulunan, yazı, düşünce ve genel olarak da bir hayat terbiyesini bu insanlardan, bu mekânlarda ve andığımız dergilerde alan bizden önceki kuşaktan ağabeylerden dinleyerek ve okuyarak tanıdık: Her ikisi de 1940'lı yıllarda, gerek yeni dönemin siyasal iktidarının, gerekse düşünce, sanat ve edebiyat alanındaki egemen entelektüel, aydın iktidarının ve kibrinin kurduğu baskıyla yılgınlık ve sinme psikolojisiyle sesli düşünemeyen, konuşamayan ve yazamayan bir kesimin sesi olarak konuştular, yazdılar ve dergilerini, kitaplarını yayımladılar. Her iki insanın hayatları ve dergilerinin arşivleri, bize düşünce, yazı ve sözümüzün nasıl bir yalnızlık tünelinden geçtiğini göstermeye yetiyor. Kişilikleriyse, hem birer düşünür ve yazar olarak hem de birer müslüman insan olarak, sadece kitaplarıyla değil, onların çevresinde yetişen insanlardan oluşan eserleriyle birer mürebbî işlevini yerine getirdiklerini gösteriyor. Necip Fazıl'ın sadece şair ve entelektüel değil, bir anlamda siyasa ve inanç kavgasının da sözcüsü olarak karizmatik bir sanatçı, düşünür ve kavga adamı kimliğiyle söz alması, yalnızca şiir ve yazı bağlamında değil, toplumsal düzlemde bir aydın insan kimliğinin oluşmasında da önemli etkisi oldu. Nurettin Topçu'nunsa, yazıları ve düşüncelerinden daha çok Hareket dergisi çevresinde yanlışları ve doğrularıyla birlikte bir karakter âbidesi ve mümin bir kişilik olarak tasavvufî ilişkisinin de belirleyici olduğu terbiye edici (mürebbî) düşünür kimliği ifa etmesiydi. Bir sanat, edebiyat, düşünce duyarlığından ve dokusundan daha çok, bir tür akademik sağ siyaset kültürü oluşturdu. Karakterinin izlerini de taşıyan bu düşünce ve kültür, bugün de zamanın ruhuyla buluşarak o mekânların etkisini sürdürüyor.


Daha sonraki yıllarda sanatçı kimlikleri ağır basan ve birbirine yakın iki dergiyle iki sanatçı ve düşünür olan Sezai Karakoç'la Nuri Pakdil de Diriliş ve Edebiyat dergileriyle kendilerinin öncülleri ve ardıllarıyla birlikte bir çizgi üzerinde düşünce ve sanat işlevini yerine getirdiler. Her ikisi de Hareket ve Nurettin Topçu'dan daha çok Büyük Doğu ve Necip Fazıl çizgisinde birer kanal açıp sürdürdüler. Bu dergilerin bürolarında da yazı, düşünce ve insan ilişkilerini, genel âdâp ve erkânı, dergilere yön veren ağabeylerin tarzları ve tavırları belirliyordu. Buralarda da hem yazıyı hem de hayatı öğreten belli bir usûl işliyor ve belli bir üslûp kazanılıyordu. Doğal eşitsizliğin belirlediği ve buralara gelip giden herkesin uyduğu doğal sınırlar her zaman karşılıklı gözetilirdi. İnsan ilişkilerinde olması ve korunması gereken doğal mesafe esastı ve zaman zaman iletişimsizliğe neden olsa da mutlaka korunmasına özen gösterilirdi.



SİYASET VE EDEBİYAT ORTAMI


Daha en başta belirginleşen Mavera'nın bütünlüklü kurumsal kimliğine dair bütün bu niyet ve beklentilerle birlikte, önceki bütün dergilerin bürolarında, dergiye gelip giden okur ve yazarlarla dergiyi çıkaran ağabey ve üstat yazarlar arasındaki beklenti ve ilişkinin, Mavera dergisinin ve aynı bağlamda değerlendirmemekle birlikte ardından da Aylık Dergi'nin yayımlanmaya başlaması nedeniyle bir tür değişime uğradığını ve bir tür mesafe ya da mesafesizlik sorununun yaşanmaya başladığını düşünüyorum. Bu değişimi ve sorunu, nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte görmenin ve çok iyi anlamanın, değerlendirmenin özellikle günümüzde birçok açıdan gerekli olduğu kanaatindeyim. Altını çizdiğim bu düşünceyi, kâr ve zarar çetelesi tutmak, olumsuzluk veya olumluluk açısından görmek, itham etmek için değil, sadece değerlendirme ve öğrenme amacıyla önemsiyorum.



Mavera dergisinin, Büyük Doğu gibi bir üstadı, Diriliş ve Edebiyat dergileri gibi birer ağabeyi yoktu. Bu açıdan da bir değişimin başlangıcıydı. Hem yaşları hem de edebiyattaki kıdemleri itibariyle bir anlamda eşitliklerin egemen olduğu bir arkadaş grubunun veya bir ekibin çıkardığı dergiydi Mavera. Kuşkusuz bu durumun getirdiği zorluklar da vardı ve bu zorluklar, derginin ve bir bütün olarak kurumun işleyişinde iki üç yıl içinde kendisini gösterdi; hem karar makamı hem de muhataplık açısından.


Gerek Kitap Kulübü, gerek Akabe Kitabevleri ve Akabe Yayınevi, gerekse Mavera'nın bürosu, kısa sürede, sadece edebiyat, sanat, kültür çevresince değil, her kesimden inanın ilgi odağı hâline geldi. Bir edebiyat dergisinin bürosunun işlevinden daha çok, geniş kanatlı kültür, siyaset, inanç ve cemaat ilgileriyle de kolaylıkla bağ kurabilen bir sığınak, dinlenme, huzur bulma mekânının işlevini de görüyordu. Siyasal partilerle kurulan düşünce ve reelpolitik ilişkisi, sivil toplum kurumlarıyla kurulan hayır hasenat, dayanışma ve yardımlaşma ilişkisi, Türk edebiyatının hem inanç, kültür ve düşünce dokusu açısından tasavvuf düşüncesiyle ilişkisi, hem de dergiyi çıkaran ağabeylerin hemen hepsinin birer dergâhla fiilen girdikleri bağlanma ve hayat pratiği itibariyle tasavvuf düşüncesiyle ilişkisi, Mavera dergisinin bürolarını, her tür iş için ve mutlaka yardım görüleceği amacıyla uğranılabilen bir mekân hâline getirdi.



ERDEM BAYAZIT'IN İSYANI


Bizim kuşak yazarların, Mavera'nın bürosunda ve Akabe kitabevlerinde öğrendiği çok şeyler ve çok güzel anıları oldu. Kuşkusuz bunların çoğu bir gün yazılan hatıralara yansıyacaktır. Kendi adıma bu hatıralardan ikisini burada kayda geçmek isterim. Mavera'nın çıkışının ilk yılıydı. Fakültedeki boş zamanlarımızı okul kantinlerinde, Kızılay'daki kahvelerde değil, ya Mavera'nın bürosunda ağabeylerin yanında veya Akabe Kitabevlerinde kendi kuşağımızdan Ahmet Özalp'la, daha sonraki yıllarda da Recep Yumuk'la geçirirdik. Her ikisi de kitap bilgileri ve dostlukları eşsiz insanlardı.





Mavera dergisinin Bayındır Sokak 30 numaradaki ilk bürosunda Erdem Bayazıt'ın odasında birkaç arkadaşla birlikte oturuyorduk. Kendisi bir yandan bizimle sohbet ederken bir yandan da derginin ve kitabevlerinin muhasebe işlerini yapıyordu. Bir ara sıkıntıyla arkasına yaslandı, elinin altındaki faturaların hepsini bir tarafa itti ve yorgun bir sesle bize dönüp; 'Arkadaşlar, biliyor musunuz, bu hesap kitap işleriyle uğraşırken, sanki elimi bir torba dolusu canlı, ıslak solucanın içine sokmuşum da iğrenerek devamlı karıştırıyormuşum gibi bir duyguya kapılıyorum. Ne hissettiğimi tahmin edebiliyor musunuz?' dedi. Tahmin ne demek, gür bir sesle en soylu isyanı yazan Sebeb Ey şairinin duyguları o an yüzünden apaçık okunabiliyordu. Bu işlerle uğraşırken hiçbir şey yazamadığını, şiirden, yazıdan, kitaptan koptuğunu söyledi.



YEDİ GÜZEL ADAM KİM?


Bir defasında da Mavera'nın Selanik Caddesindeki bürosunda Cahit Zarifoğlu'yla oturuyorduk. İki kişi daha vardı. Bize, sürekli batı romanları okumamamızı, tasavvuf kitapları okumamızı tavsiye ediyordu. Yedi Güzel Adam şiirindeki yedi güzel insanın kimler olduğuyla ilgili söylentilerin ve yakıştırmaların çok konuşulduğu günlerdi. Kendisine, Yedi Güzel Adam'ın kimler, olduğunu sordum. Her zamanki o çok sevilen 'insanca ve artistçe' tavrıyla ve parmağıyla bizleri göstererek; birisi sen, birisi o arkadaş, birisi şu arkadaş, birisi de benim, dedi. Gelip kolumdan tuttu, pencerenin önüne götürdü ve aşağıdaki yoldan geçen üç kişiyi daha göstererek; 'Bir de şu gördüğün ve bizden habersiz geçip giden üç kişi.' dedi. Sonra ekledi; 'Ne kadar güzel insan tanıyor ve biliyorsan onların hepsi!' Az çok bunları biz de kestirebiliyorduk elbette. Yine de herkes en çok sevdiği ağabeyi, insanı Yedi Güzel Adam'dan biri kabul ediyordu. Biraz da merak dürtüsüyle soruyorduk.


Sonra da üniversitede edebiyat okuduğumuzu, bunun bir metafor olduğunu bilmemiz gerektiğini, Divan şiirinden, tasavvuf şiirinden ve günümüz Türk şiirinden örnek beyitler, dizeler okuyarak uzun uzun anlattı.



BÜRO İSTANBUL'A TAŞINDI


İstanbul'a taşınıncaya dek Mavera'nın iki bürosu oldu Ankara'da. İlki derginin, yayınevinin ve kitap kulübünün de adresi olarak işlev görüyordu: Bayındır Sokak, 30/C... Giriş katta bir daireydi. Derginin çıkış hazırlıkları burada yapıldı. İlk sayı burada çıktı: Aralık 1976... Akif İnan, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel, Alâeddin Özdenören, Ersin Nazif Gürdoğan, Bahri Zengin, Hasan Seyyithanoğlu gibi ağabeyleri ve ikinci kuşak sayılabilecek yazarlarla dergiye gönül veren birçok insanı burada tanıdık. Ne yazık ki bu taşınmadan sonra Mavera dergisinin mekânları artık işlevsel mekânlar değildi. Cahit Zarifoğlu'nun ölümüyle Mavera'nın yayın çizgisindeki belirsizlikler, yönetimindeki ve yayın periyodundaki istikrarsızlıklar gibi daha birçok etkenlerle birlikte derginin kapanma sürecine girdiğini söylemek mümkündür. Kapanıncaya dek birkaç kez yayın yönetmeni ve yazı işleri müdürü değişti. Mavera dergisi ve Akabe Yayınevi Bahri Zengin'in iş adamlığının denetimine girmişti. 163. sayısıyla birlikte (bir de pek görünmeyen 164. sayısının olduğu da söylenmekle birlikte) 1990 yılında, on dört yıl aralıklı olarak yayımlanan, Türk edebiyatına birçok şair ve yazar kazandıran Mavera kapandığında, sahibi Bahri Zengin'di ve dergiyi çıkaran şair, öykücü, romancı, denemeci, incelemeci ve eleştirmen yazarlardan, ağabeylerden hemen hemen hiçbirisinin dergiyle bir ilişkisi kalmamıştı: Tabutundan tutan kimse yoktu... Çoğu Mavera okuru ve yazarı, yazdıkları ve okudukları derginin kapanışını aylar sonra duymuştur. Mavera'nın kapanış kararı alınırken, çıkışında söz sahibi olan yazarlardan kaç kişi vardı acaba?.. Kim bilir, belki de bütün dergilerin kaderi böyledir: Çıkarken umutlar, heyecanlar, tasarılar uçuşur havada; kapanırken ağır bir sisle örtülüdür her taraf ve ağır bir hüzün bastırır geride kalan yılların üzerine. Ne ki, bu ağır sis ve hüzün, hiçbir derginin arşivini susturamaz; eğer o dergiden bir arşiv kalmışsa geride...



#Mavera mekânları
#Kültür ortamı
#Büyük Doğu
#Diriliş
8 yıl önce