Ramazan’ın şuurunu yakalayabilirsek devamlılığı sağlamamız mümkün. Yani bu ibadetleri sadece Ramazan ayında yapmaya şartlanırsak ibadetlerin devamını getirmemiz güç olur tabii. Ramazan ayındaki en büyük hedef, insanların eksikliklerini gidermektir. Ramazan ayında ibadetler arasında en çok namaza olan muhabbetin arttığını görüyoruz. Güzel bir ezan sesiyle kendini camide bulup namaza başlayan çok insan bilirim. Ramazan zevkine varmanın, Ramazan gibi güzelliği anlayabilmenin neticede bu bereketten istifade etmenin yolu ibadetlerin devamlılığıdır.
Eskiden cemaatimiz fazla olurdu. Son yıllarda sayı epey azaldı. Benim önceden görev yaptığım Güzelce Kasımpaşa Camii’nde üç aylar diye tabir edilen Recep ve Şaban ayları başladığı zaman avlularda yer kalmazdı. "Çok fazla camii yapıldı o yüzden cemaat artmıyor" diyenler oluyor ama nüfus da arttı. Bir de cemaat artık mukabele dinlemiyor. Eskiden sıra sıra oturulur, cemaat Kur’an’ı Kerim’leri alır, hafızlar sıra sıra okurdu. Cemaat de can kulağıyla dinlerdi. Yani bir bereket, kaynaşma ve hoş bir hal olurdu. Okuyan da mutlu olurdu dinleyen de.
Çünkü işin içine madde girdi ve mana ortadan kalktı. Örneğin benim çocukluğumda eski hocalar talebeye ezan okusunlar diye para verirdi. Şimdi biz para alarak okuyoruz ezanı. Aradaki fark bu. İşin ihlası ve manası yok oldu. Artık tamamen manevi gücü kaybediyoruz. Madde her şeyin önüne geçti. Bunu anlamak için de iyi düşünmek, iyi bilmek ve her şeyden önce evvela kendini bilmek lazım.Yani insan kendini tanımalı. Çünkü insan kendini bilmezse kimseyi tanıyamaz. Kişi kişinin aynasıdır. İşte Ramazan da bunun bir aynasıdır.
Evet, anlatamadık ne yazık ki... Ramazan’ın gerçek manasını anlatamadığımız için de sevdiremedik. Ekranlarda sürekli aynı şeyler tekrar ediliyor ve bunlar şovdan öteye gitmiyor. Ramazan ayı nedir? Ne getirir? Ne götürür? İnsan üzerindeki tesiri nedir? 11 ayın üzerindeki bu güzel ay neden seçilmiş ve bize takdim edilmiş? Dün yol kesen bir haydutun bugün cennet ehli olmasını ya da kızını diri diri toprağa gömüp sonra da “Aşere-i Mübeşşere” yani sahabelerin cennetle müjdelenmesi nasıl olmuş? Çünkü onlar Kisve-i Muhammediye’yi giymiş. Söylenenleri harfiyen uygulamış.
Kadir Gecesi'ni bulmak için Efendimiz'i çok iyi tanımamız lazım. İnsanın iman derecesinin ölçüsü, amel hükmü Peygamber Efendimiz’i ne kadar tanıdığına bağlıdır. “Ben Resullullah’ı çok seviyorum” demek yetmez. Onun sünnetlerini yerine getirmemiz lazım. Kadir Gecesi’nde “Şu kadar zikir çekilmeli, şu sayıda dua okunmalı” gibi ifadeleri de doğru bulmuyorum. İbadetleri rakamlara sıkıştırmamız çok yanlış.
Arife günü mutluluk günüdür, bolluk günüdür. Arife günü tuttuğumuz oruçları göz önüne alarak bugüne kadar işlediğimiz günahların bağışlanmasını, bundan sonraki günahların da affına sığanmalıyız. Bol bol dua etmeli ve zikir çekmeliyiz. Arife günü Allah, affetmediği bir tane kul bırakmaz. Ayrıca arife günü iki rekat da namaz eda ederiz.
Çocukluğumda arife günlerinde lokmalar yapılır, camilere getirilirdi. Anneannem arife gününde kurtlar, kuşlar ve keçiler de oruç tutar derdi hep bize. Tabii o zamanlar küçük olduğumuz için arifenin manasını tam anlamıyla idrak edemezdik ama ailelerimiz çok dikkat ederdi. Arife günleri kapılar hep açık tutulurdu. Evler temizlenir, son iftar ailecek yapılırdı.
Hiç unutmam mavi rengi çok sevdiğim için annem de bana bayramlık bir mavi gömlek almıştı. Yolda yürürken sürekli gömleğime bakıp dururdum. Sürekli düşme tehlikesi geçirmiştim. (Gülüyor) Bizim zamanımızda bayramlarda salâ verilirdi. İlahiler, mersiyeler okunurdu. Tanburi Cemil Bey, Eyüp’teki minarelerde okunan temcit ilahileri dinlemek için bayram sabahları bir akrabasına misafir olurmuş. Camikebir’de görev yaptığım dönemlerde bayram namazlarında kendimizi Medine’de sanırdık. Camimizin üç tane kapısı vardı ve insanlar oluk oluk akardı. Ramazan ayı da böyle geçerdi. Eskiden bayram geldiğinde İstanbul’da farklı bir atmosfer oluşurdu. Biz küçükken turfanda bir karpuz çıktığı zaman herkes almak için heyecanla koşardı. İşte bayramlarımız da böyle çoşkuyla geçerdi.
İyi bulmuyorum. Çünkü şimdi her şey birbirine karıştı. Kendi öz kültürümüzü kaybettik. İstanbul eskiden başlı başına bir ilim merkeziydi. Ama bunu idame ettiremedik. Daha çok arabeske kaçar tarzda okur olduk. Şimdi bütün kurslarda bizim hocalarımızdan ziyade Arap hocaları dinletiyorlar. Kendi kültürümüz de yozlaşmış oldu böylece. Oysa İstanbul tavrı çok farklı birşeydir. Ezan tavırları çok değişti. Öğleyi ikindi gibi ya da akşamı yatsı gibi okumaya başladılar. Eskiden bu konularda cemaat de bilgi sahibiydi ve her şeyi fark ederdi.
Sürekli eleştiride bulunmayı sevmem. Olaylara hep iyi tarafından bakarım. Türkiye Cumhuriyeti kurulalı ilk defa TRT’de böyle bir program yapılıyor. Bu programın yapılması onur veriyor, Kur’an’a bağlılığımız ortaya çıkıyor. Fakat bu yarışmada yapılan derecelendirmeleri doğru bulmuyorum. 92’ler, 83’ler neye göre veriliyor? Burada neyi ölçüt alıyorlar? Kur’an musikili olmaz. Kur’an tavırdır, tecvittir. Bir de bu programda seyiciler de oy veriyor. Bu konu hakkında bilgisi olmayan insanların oy vermesini de doğru bulmuyorum.
Yaşayamıyor ne yazık ki...Sosyete Umre’ye bir hevesle gidiyor. Ama oraya gidince öylece kalıyorlar. Çünkü hiçbir şey bilmiyorlar. Hiçbir dini bilgileri yok. Manevi duyguları içlerinde yaşamıyorlar. Sadece Umre’nin adını duyup ve yapılan hareketleri görüp gidiyorlar. Bir keresinde Beytullah’a indik, tavaf yerine. Bir kadın orada bekliyordu. Bana “Hocam, bana yardımcı olur musunuz?” dedi ve “Ben hiçbir şey bilmiyorum, dua da bilmiyorum” dedi. Ben de ona "Allah Türkçe de biliyor. Duanı Türkçe yap o zaman” dedim ve kadın rahatladı. Kadına "Namaz kılanların yanına git ve sonra gayret et, böyle böyle öğrenirsin" dedim.
Bu kadın namazı öğrendi ve sonrasında namaza başladı. Bu gibi şeyler yaşadık. Dini sevdirmek de yerdirmek de bizim elimizde. Kapıyı doğru yerden çalabilirsek o kapı açılır. Bol bol tebessüm etmeliyiz. Çünkü tebessüm sadakadır. Sevgiyi insanların yüreğine nakşetmeye çalışmalıyız.