|

Mursi’nin idam kararı ve yaşam hakkı

“Mursi’yi görmezden gelen tutumuyla Batı, uluslararası insan hakları hukuku derslerinde çifte standartlı yaklaşım olarak ifade ettiğimiz olguya, yeni bir örnek daha eklemek peşindedir ve eklemektedir.”

Yeni Şafak
04:00 - 16/06/2015 Salı
Güncelleme: 23:20 - 15/06/2015 Pazartesi
Yeni Şafak
DOÇ. DR. ADİL ŞAHİN KTÜ – Hukuk Fakültesi


Temmuz 2013 tarihinde askeri bir darbe ile görevinden uzaklaştırılmış olan Mısır'ın seçilmiş ilk devlet başkanı Muhammed Mursi, temyizi kabil olmak kaydıyla, idam cezasına mahkum edildi. İki binli yılların ilk çeyreğinde askeri bir darbeyi görmezden gelen ve hatta hem açıktan hem de zımnen desteklemekten bile geri durmayan Batı, Mursi için öngörülen idam cezası konusunda da, etkili bir karşı çıkış örneği sergilemedi. Türkiye'de de, yürek burkan bir ağırlığa sahip ölçüde, demokrat geçinen bazı uzmanlar ve çevreler de, ne hazindir ki, askeri bir darbe sonrasında yaşam hakkının yok edilmesine ilişkin bir tavra, kaliteli bir şekilde karşı çıkış pratiğinden yoksunlar.



Uluslararası İnsan Hakları Hukuku, artık günümüzde özerkliğini kazanmış olan bir hukuk alt disiplinidir. Uluslararası insan hakları hukuku, hakları ve özgürlükleri, evrensel geçerliliği olan “değerler” olarak kurumsallaştırır. Bunu gerçekleştirmek için kurallar, kurumlar ve de usuller ortaya koyar. Ulusal, bölgesel ve uluslararası etkileşim ve karşılıklı bağlılığa açık bir sistem kuran uluslararası insan hakları hukukunda, sözü edilen bu kuralları ve usulleri üreten, bölgesel ve uluslararası düzeydeki birimlerdir. Örneğin, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, İnter-Amerikan Devletleri Örgütü, Afrika Birliği, Avrupa Birliği ve Hükümetler-Dışı Organizasyonlar gibi.



YAŞAM HAKKI SINIRLANAMAZ


Uluslararası insan hakları hukukunda tanınan ve hukuki güvenceye kavuşturulan öteki hakların yanı sıra, yaşam hakkı da uluslararası insan hakları hukuku çerçevesinde tanınan ve korunan bir haktır. Kaldı ki yaşam hakkı, önde gelen bir haktır. Çünkü insan, ancak yaşam hakkı ile diğer haklarını kullanabilir. Yaşamından ve dolayısıyla da yaşam hakkından yoksun bırakılan birey, diğer haklarından da, otomatik olarak yoksun kalır. İnsan haklarının tümü, ancak bireyin yaşaması koşuluyla var olabileceğinden, yaşam hakkının öteki tüm hakların temeli, giderek varlık koşulu olduğunu söyleyebiliriz. Özüne indirgendiğinde, yaşam hakkı, ne olağan dönemde sınırlanabilir; ne de olağanüstü dönemlerde durdurulabilir. Yani yaşam hakkı mutlak bir haktır; çekirdek haklardandır. Öte yandan yaşam hakkı, uluslararası gelenek hukukunun da benimsediği bir haktır. Değişik bir söyleyişle yaşam hakkı, uluslararası hukukta, “jus cogens” (uluslararası emredici kural) mahiyette olduğu kabul edilen bir haktır.



YAŞAM HAKKI VE ULUSLARARASI HUKUK


İş bu sebeple, yani yaşam hakkının bu önemi ve özelliği dolayısıyla uluslararası insan hakları hukukunda, yaşam hakkının mutlak bir güvenceye kavuşturulması amacıyla çeşitli belgelerin ve girişimlerin olduğunu da biliyoruz.



Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi'nin 1982 tarihli Genel Yorumu'nda, “ölüm cezasının, sadece suç işlendiğinde yürürlükte olan hukuka göre verilebileceğine, bağımsız bir mahkeme tarafından yapılacak adil bir yargılama ekseninde masumiyet karinesi dikkate alınarak verilebileceğine, yargılama sürecinde savunma hakkına ilişkin minimum güvencelere ve usul güvencelerine mutlaka dikkat edilmesi gerektiğine” atıf yapılmaktadır. Avrupa Konseyi'nin bir organı olan Parlamenter Meclisi, 20 Haziran 2007 tarihli kararında, “her koşulda ölüm cezasına kuvvetli bir şekilde karşı çıktıklarını, ölüm cezasının ciddi manada zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı ceza olduğunu ve ölüm cezasının yaşam hakkını ihlal ettiğini” ısrarla belirtmektedir. İnter-Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi'ne göre, “18 yaşından küçüklerin yanı sıra, 70 yaşından büyüklere de ölüm cezası verilemeyeceği” gibi, “siyasal suçlarda ve bunlarla bağlantılı adi suçlarda” da ölüm cezası verilemez. İnter-Amerikan İnsan Hakları Komisyonu'nun 1986-1987 tarihli yıllık raporu, “ölüm cezasının genellikle totaliter rejimler ve askeri diktatörlükler tarafından muhalifleri ortadan kaldırmak için kullanıldığına” vurgu yapıyor ve “ölüm cezasının insan varlığına karşı işlenen (insan varlığını ortadan kaldıran) en ciddi suçlardan birisi” olduğunun altını çiziyor.



BATI'NIN ÇİFTE STANDARDI VE SUSKUNLUĞU


Özellikle Avrupa Konseyi söz konusu olduğunda, yaşam hakkının mutlak olarak korunması düşüncesi ve talebi konusundaki tablo, daha da nettir. İzah etmeye çalışalım: Avrupa Konseyi Örgütü'nün günümüz itibarıyla kırk yedi üyesi (devlet) vardır. Sözü edilen bu kırk yedi üyenin kırk dördü, yaşam hakkının mutlaklığını hukuki güvenceye kavuşturan ve ölüm cezasını her koşulda yürürlükten kaldıran 13 Numaralı Protokol'e taraftır. Avrupa Konseyi üyesi devletlerden sadece ikisi (Rusya ve Azerbaycan) ölüm cezasını her koşulda ilga eden 13 Numaralı Protokol'e taraf değildir. Bir devlet (Ermenistan) ise 13 Numaralı Protokolü imzalamış ve fakat henüz taraf olma işlemini yerine getirmiş değildir. Tabloyu netleştirirsek, Avrupa Konseyi ekseninde, ölüm cezasına taraf olan devlet neredeyse yok gibidir. Hem Birleşmiş Milletler Örgütü, hem Avrupa Birliği, hem de Avrupa Konseyi Örgütü, yaşam hakkının mutlaklığı konusunda ölüm cezasının her koşulda kaldırılmasına taraf iken, ölüm cezası karşıtlığı siyasasını benimsemiş iken, demokratik usuller ekseninde seçilmiş bir devlet başkanı olan Mursi için, niçin seslerini etkin/etkili bir şekilde çıkartmazlar ya da çıkartamazlar?



Demokrasi ve özgürlükler adına hem kahredici, hem de yakıcı olan soru, işte tam da budur! Aslında anılan soru, hiç de, yanıttan vareste değildir. Tam da, anılan bu durumun tersine, sorunun yanıtı oldukça berraktır: Aslında Mursi'yi görmezden gelen tutumuyla Batı, bizim uluslararası insan hakları hukuku derslerinde çifte standartlı yaklaşım (ya da insan haklarının siyasallaşması) olarak ifade ettiğimiz olguya, yeni bir örnek daha eklemek peşindedir ve eklemektedir. Hemen hatırlatmamız gerekir ki, Mısır'da 3 Temmuz askeri darbesi olduğunda da, Batı yine suskun kalmıştı!



Küresel emperyalizm, kendi çıkarları doğrultusunda hukukun üstünlüğünden yana, demokrat ve özgürlükçü olmaktadır. Kendi çıkarları gerektirdiğinde demokrat ve özgürlükçü olan küresel sömürgenler/kemirgenler, ulusal/bölgesel/küresel çıkarları gerektirdiğinde ise demokrasi karşıtı ve özgürlük karşıtı bir tutum takınmaktan gocunmamaktadırlar. Uluslararası insan hakları örgütleri ve demokrat (!) geçinen bazı (ulusal ve ulus-dışı) aydın çevreler de sözü edilen bu taraflı /yanlı tavrın dışına çıkmayınca/çıkamayınca, uluslararası insan hakları hukuku teorisi de, ister istemez çökmüş olmaktadır. Değişik bir ifadeyle belirtirsek, Batı'nın bu antidemokratik ve çifte standart içeren tutumu, uluslararası insan hakları hukukunun değerini de aşağıya çekmektedir. Halbuki, hani haklar “evrensel” idi; hani haklar “bölünemez” idi; hani haklar “birbiriyle ilişkili” idi; hani haklar “birbirine bağımlı” idi? Şimdi ne oldu?



#Küresel emperyalizm
#mursi
#Ermenistan
9 yıl önce