|

Müslüman demokrat, muhafazakâr ve liberal olmak

Bizdeki bazı liberallerin Türkiye''de ve Mısır''da demokratik seçimlerle iktidara gelmiş ve demokrasiye bağlı kalmış yöneticilerin dindarlığından endişe duyup antidemokratik yöntemlerle devrilmesini tasvip eder gibi tavır takınması, liberalizme hiç uymamaktadır. Üstelik liberalizmde, farklıların da makul sayılması, iktidar olmamaları gibi bir şarta da bağlı değildir.

Hüseyin Dayı
00:00 - 3/09/2013 Salı
Güncelleme: 22:56 - 2/09/2013 Pazartesi
Yeni Şafak
Müslüman demokrat, muhafazakâr ve liberal olmak
Müslüman demokrat, muhafazakâr ve liberal olmak

Liberal entelektüellerin geçtiğimiz günlerdeki toplantısında, aralarında önemli fikri ayrışmalar çıkmış. Bu durumu, katılımcılardan Harun Kaban, Bekir Berat Özipek ve en çok da Atilla Yayla''nın açıklamalarından öğrendik. Anladığımıza göre ayrışma, özellikle Gezi Parkı eylemlerinin ve Mısır''daki son ihtilalin yorumlanmasında yaşanmış.

Elbette ki aynı düşünce akımına mensup insanlar arasında, her konuda mutabakat beklenemez. Hele azamî derecede bireyselci olan siyasî liberallerden, öyle bir beklenti hiç uygun düşmez. Nitekim Douglas B. Rasmussen''in belirttiğine göre; Lock, Kant, Mill, Rawls, Dworkin, Hobbes, Spinoza, Hume, Smith, Tocquewille, Humbolt, Popper, Hayek, Gauthier, Buchanan ve Nizick gibi liberal kategoride sayılan filozoflar arasında da, fikrî ve etik açılardan çok ciddi farklılıklar vardır. Türkiye liberallerinin bahsettiğimiz toplantısında bizi şaşırtan durum, bir kısmının diğerlerinden farklılığı değil, liberal prensiplerden ayrılmasıdır.

Aslında kendi inanç temellerinden ayrılışa, bazı Müslüman ve muhafazakâr çevrelerde de şahit olmuştuk. Bütün bunlar dikkate değerdir. Çünkü toplumsal ve bireysel hak ve hürriyetlerin ülkemizde yerleşmeye doğru gidişi, o üç kesimdekilerin çabaları sayesindedir. O hâlde, bu üç unvanı kullananların tutarlı olup-olmadığını, bağlı oldukları fikir ve inanç sistemlerinin temel özelliklerine göre ölçmek gerekir.

MUHAFAZAKARLIĞIN VE LİBERALİZMİN PRENSİPLERİ

Her düşünce akımı belirli-belirsiz hatlarla çok eskilere kadar götürülebilirse de, muhafazakâr ve liberal akımların tam netlik kazanması, on sekizinci asrın sonlarında teokratik-feodal dönemin devrimlerle yıkılmasından itibaren, Avrupa''da hâkim olan ve Türkiye dâhil dünyanın çoğuna yayılan aşırı rasyonalist-pozitivist ve totaliter sistemlerin, birer zulüm olduğunun anlaşılmasıyladır. Bu yüzden, Batı''da doğmuş olan muhafazakârlık da liberalizm de, ''devrimci aydınlar'' tarafından toplumun zorla değiştirilmesine yani ''toplum mühendisliği'' yapılmasına karşıdır.

Bir siyasî görüş olarak muhafazakârlık, bireyi göz ardı etmemekle birlikte dikkatini toplumun birlikteliğine ve değerlerine yoğunlaştırır; sosyal çözülmeyi önleyip maddî-manevî unsurlarıyla sosyal dengeyi muhafaza etmeye çalışır. İtham edildiği gibi ''tutucu, gerici ve baskıcı'' değildir. Toplumla ilişkileri demokratiktir. Konunun uzmanı Bekir Berat Özipek''in ''Muhafazakârlık'' isimli kitabında (Timaş Yayınları) belirttiğine göre, muhafazakârların bir sosyal bağ olan dine değer vermeleri, hepsinin dindar olduğu anlamına gelmemekte; aksine aralarında birçok ateist de bulunmaktadır.

Liberaller ise toplumu göz ardı etmemekle birlikte dikkatlerini bireye yoğunlaştırırlar. Isaiah Berlin, Friedrich Augoston von Hayek gibi liberalizmin önemli düşünürlerinin hepsi, birey hak ve hürriyetlerini savunan düşünceler üretmişlerdir. Hayek, ''Hukuk, Yasama ve Özgürlük'' isimli kitabında (Türkiye İş Bankası Yayınları), bireyi hem devlet hem de örgütlü toplumlara karşı korumak gerektiğini söylemektedir. Bireycilikte aşırıya varıp devletin varlığına bile karşı olanları da varsa da onlar çok uçta olup az sayıdadırlar. Liberaller, evlilik dışı birlikte yaşama ve eşcinsellik gibi bireysel tercihlere de, sosyal çözülmeye yol açtığını umursamadan özgürlük tanırlar.

Bir sosyal demokrat olan Anthony Giddens, ''Üçüncü Yol'' isimli kitabında (Birey Yayıncılık), sosyal demokratların da cinsel serbestlik konusunda liberallerle aynı görüşte olduğunu överek söylemektedir. Buna rağmen Türkiye''deki sosyal demokratların dine karşı aşırı laik saplantıları olmasaydı, onları da demokrasimizin kökleşmesinde bir ümit olarak görebilirdik. Onlar da o saplantıdan sıyrılıp gerçek demokrat olmalıdırlar.

Yazımızın asıl sebebi liberaller arasındaki ayrışma olduğuna göre, liberalizmin esaslarını bir liberal düşünürden aktaralım. John Rawls, ''Siyasal Liberalizm'' isimli kitabında (Bilgi Üniversitesi Yayınları), vatandaşların farklı inançlarının bazılarının doğru bazılarınınsa yanlış; hatta hepsinin de yanlış olabileceğini söylemekte fakat o türden ayıklamaya kalkışmanın huzursuzluklara sebep olacağını vurgulamakta ve siyasî liberalizmin, ''bilinen dinî, felsefî ve ahlakî bütün doktrinleri, makul saydığını'' ifade etmektedir. Maksat, herkesi inancında serbest bırakmaktır. Bu açıklamalarda demokratik bir kabullenme vardır.

Görüldüğü gibi, bizdeki bazı liberallerin Türkiye''de ve Mısır''da demokratik seçimlerle iktidara gelmiş ve demokrasiye bağlı kalmış yöneticilerin dindarlığından endişe duyup antidemokratik yöntemlerle devrilmesini tasvip eder gibi tavır takınması, liberalizme hiç uymamaktadır. Üstelik liberalizmde, farklıların da makul sayılması, iktidar olmamaları gibi bir şarta da bağlı değildir. Kriter, despotik değil demokratik olunmasıdır. Ona da tahminle değil, icraatla hükmolunur. Bahsettiğimiz kriter, muhafazakârlar için de geçerlidir.

MÜSLÜMANLAR VE DEMOKRATLIK

Kendilerini ''Antikapitalist Müslümanlar'' diye tanıtıp, ''Gezi Parkı bahane'' sloganlı eylemlerde Marx, Lenin ve yerli komünist bölücülerin resimlerinin asıldığı Taksim''de aşırı solcular ve ulusalcılarla beraber olanların ise, İslamî prensiplerle bağları kalmamış gibidir. Zira Müslümanlık, antikapitalist oluşu kadar, hatta daha da fazla olarak antikomünist, antifaşist ve antinasyonalisttir.

Türkiye''deki samimi Müslümanlar arasında az sayıda da olsa demokrasiye karşı olanlar da vardır ki, onların bu tutumu, demokrasinin ilk defa eski Atina''da yaşanmış(?) ve modernite döneminde de Batı''da gelişmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu konuda şu hususlar dikkatlerden kaçmakta veya Batılı entelektüeller tarafından özellikle ve ustaca gizlenmektedir:

Bugünkü demokrasi Atina şehir devletindeki sistemin devamı değildir. O zaman oradaki seçimler, halk tarafından değil egemenlerin sadece kendi aralarında yapılmaktaydı ki o da tarihe karışıp gitmiştir. Bin yıllık diyebileceğimiz bir süreç sonunda Batı''da neşvünema bulan demokrasi ise, ezilen halk kitlelerinin egemenlere başkaldırılarıyla doğup gelişmiştir. Hıristiyan din adamlarının bu gelişmede bir etkisi yoktur. Aksine onlar, adaletin gökyüzü devletinde (Tanrı devletinde) olacağını bu hayatta ise dünya devletine itaat edilmesini vazediyorlardı. Batılı bilim ve düşünce adamlarının ise bu gelişmede rolü çok azdır. Onları da düşünmeye sevk eden, halk kitlelerinin kararlılığıdır. Bugünkü demokrasi, halkın seçme-seçilme haklarıyla birlikte kararlara iştirakini de ihtiva eder. Bizce en önemlisi de kararlara iştiraktir ki, bu açıdan dünyanın birçok ülkesinde zaman zaman devrin şartlarına göre uygulamalar görülmüştür. Hiçbir uygulama görülmeseydi, hiç kimse hiçbir zaman aklından geçeni bile söyleyememiş olsaydı bile, toplum hâlinde yaşamak özelliğiyle insanların içten içe yönetici tercihi ve yönetimden çeşitli beklentileri olduğu inkâr edilemezdi. Öyleyse seçme ve kararlara iştirak arzuları, insanın fıtratında var demektir. İsyanların asıl sebebi de o fıtrattır.

İslamî yönetim ise, isyanlar neticesinde doğup büyümüş değil, vahiylere dayanarak bizzat Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından halk kitlelerine öğretilip hayata geçirilmiş bir sistemdir. İslamî sitemde ''eşitlik'' bağlamında birey de ''hep birlikte olup dağılmamak'' bağlamında toplum da hassasiyetle korunur. Yönetecekleri başa geçirmek için seçim de vardır, birlikte karar vermek için müşavere de vardır. Devletin görevleri ise, adaleti sağlamak, şerden korumak ve meşru ihtiyaçları giderecek şekilde halka hizmet etmektir. ''Demokrasi'' isminin Batılı olmasından vehme kapılmaya gerek yok, bu da demokrasidir. Bunu kabullenen Müslüman, Müslüman demokrattır.

Müslüman demokratın liberallerle uyumluluğu çok fazladır, muhafazakârlarla ise nerdeyse tam örtüşürler. Şu farkla ki Müslümanlar, Kur''an-ı Kerim''deki emirlere uyup, ''Dillerin ve renklerin farklılığını Allah''ın ayetleri'' bilmekle, ''Sizin dininiz size, benim dinim bana'' demekle farklıları bir arada yaşatmakta daha adil ve titiz olurlar. Bu itibarla bir partinin yönetiminde ve hükümette dindar Müslümanların da bulunması, herkesin hakları için büyük bir teminat olarak görülmelidir. Bu konuları, ''İslam Medeniyetinin Küreselliği'' isimli kitabımda (Akis Kitap Yayınları) mümkün olduğunca gözler önüne koymaya çalıştım.

SONUÇ OLARAK

Herhangi bir demokrat görüştekine yakışan, yine demokrat olan bir hükümetin elbette ki her icraatını alkışlamak değil; beğenmediği icraatları varsa gerekçeleriyle sayıp, alternatifler sunmaktır. Tamamen ümidi kestiğinde ise seçim yoluyla değiştirmeye çalışmaktır. Demokrat bir hükümete karşı ihtilalci tutumda olanları ise asla onaylamamaktır.

İdeolojik totalitarizm peşinde olanlara ise, insanların tercihinin ırk, inanç ve meslek gibi farklılıklarıyla kabullenilmek, yönetime iştirak etmek ve her türden dikta rejimini yıkmaya devam etmek olduğunu hatırlatmaktan başka ne diyebiliriz ki?

11 yıl önce