|

Müslüman halkların şeyleştirilmesi

İslam dünyası toplumlarında, bilinmeyen, öngörülemeyen koşullarla, tehdit ve tehlikelerle sınanmak neredeyse bir kader haline gelmiştir. Anonim bir deyiş şöyle der: “Kader, istekli olana yol gösterir, isteksiz olanı ise sürükler.” Burada bir isteksizlik olduğunu görmek ve anlamak gerekir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 31/07/2017 Pazartesi
Güncelleme: 03:08 - 31/07/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, Avrupalı filozoflar, küresel kitle iletişiminin yaygınlaşması sebebiyle yabancı kültürlerle iletişimde yakınlaşmalar sağlanacağı, bu suretle de “başkalık” algısının iyi yönde değişeceği öngörüsünde bulundular ve açıkça hepsi de çok yanıldılar. Postmodern dünyada kültürel çokluk yönünde bir iyileşme beklenirken, ideolojik ve ırkçı ihtiraslarından vazgeçemeyen iki Avrupa (yani Avrupa ve Amerika), öteden beri bir büyük kibir krizi ile bütünleştikleri için, küresel kamu yararını en iyi şekilde kendilerinin temsil ettiklerini iddia edebiliyor.

İçerisinde bulunduğumuz dönemde kültürlerarası bir etkileşimden söz edemiyoruz, çünkü, kültürlerarası etkileşim-iletişim tek yönlü olarak yaşanıyor, bu da çoğunlukla bir dayatma biçiminde gerçekleşiyor. Modern seküler faşizm, dünyaya, özellikle de İslam dünyası toplumlarına “demokrasi” dersleri vererek ilerliyor. Modern seküler faşizmin terörü sebebiyle Müslüman halkların konumları hukuki bağlamda tanımlanamıyor. Müslüman halklar sömürgeci güç siyasetlerinin, modern-seküler filozofların bilgi siyasetlerinin objeleri olarak tanımlanabiliyor.

SORULAMAYAN SORULAR

Yirminci yüzyıl boyunca olduğu gibi, bugün de, aziz Filistin halkı hukukun konusu olmaktan çıkarılmıştır. Afganistan, Irak, Suriye halkları hukukun konusu olmaktan çıkarılarak, sürekli şiddete ve ayrımcılığa tabi tutulan, hiç bir güvenceleri bulunmayan şeyleştirilmiş halklara dönüştürülmüşlerdir.

İslam dünyası toplumlarının modern zamanlar boyunca nasıl, hangi yollarla, yöntemlerle, araçlarla, hangi dünya görüşü ve bilgi felsefesi yoluyla temsil alanının dışında tutuldukları, toplumlarımızda hiç bir zaman tartışma, merak ve sorgulama konusu yapılmamıştır. Bu durum, hayretle karşılanacak, normal olmayan bir durumdur. İslami anlamda, temsil alanının nasıl kurulması, nasıl özgürleştirilmesi, nasıl meşrulaştırılması gerektiğini konuşması, tartışması, sorgulaması icabeden İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatının, bu hayati konuyu hiç bir şekilde tartışma/sorgulama konusu yapmaması, böyle bir sorun yokmuş gibi davranmaya devam etmesi, anlaşılabilir ve mazur görülebilir bir durum değildir.

İslam dünyası toplumlarında, Türkiye’de de olduğu gibi, siyasal alandan, iktidar alanından bağımsız İslami bir entelektüel alanın olmayışı sebebiyle, her tür etkinlik iktidar alanının sınırları içerisinde şekilleniyor. İslam dünyası toplumlarında karizmatik meşruiyet her tür meşruiyetin yerine geçtiği için, düşünsel-kültürel-felsefi-entelektüel meşruiyet hiç bir şekilde gündeme gelmiyor, gündeme getirilemiyor.

GERÇEK KARŞISINDA GÜÇLÜ DEĞİLİZ

İçerisinde yaşadıkları dönemi düşünsel anlamda şekillendirmek üzere, özellikle de eleştirel bir yetkinlikle de donatılarak yetiştirilmeleri gereken genç kuşakların, popülist/romantik yönelimlerle yetiştirilmeleri, bu kuşakları gerçeğin yapıları karşısında güçsüzleştiriyor, yalnızlaştırıyor. Toplumlarımızda İslami kesimlerin iktidar iddiasında bulunmadan önce İslami bilinci özgürleştirerek, özgürleşen bilinç yoluyla toplumsal değişime öncelik vermeleri gerekiyor. Toplumlarımızda ulus-devlet dilinin/sembollerinin içselleştirilerek, kurumsallaştırılarak somut bir gerçeğe dönüştürülmesi, genç kuşakların temel ortak insanlık ve adalet değerlerinden uzaklaşmalarına neden olduğu gibi, ulus-ötesi İslami siyasal ve kültürel kimlikten de uzaklaştırıyor. Her ulus-devlet, icat ettiği baskın bir kültürle kendisini ifade ederken, azınlık olarak kategorize ettiği unsurlara da bu kültürü dayatıyor. Hiç bir ulus-devlet, kültürel çokluğa tahammül edemiyor, milliyetçilikleri siyasal bir değer olarak yüceltmekten vazgeçemiyor.

GÜVENCESİZLEŞTİRİLMİŞ HAYATLARIMIZ

İslam dünyası toplumlarında, bilinmeyen, öngörülemeyen koşullarla, tehdit ve tehlikelerle sınanmak neredeyse bir kader haline gelmiştir. Anonim bir deyiş şöyle der: “Kader, istekli olana yol gösterir, isteksiz olanı ise sürükler.” Burada bir isteksizlik olduğunu görmek ve anlamak gerekir. İslam dünyası toplumlarında, bağımlı, istikrarsız, keyfi ‘inşa’lar, her tür tehdide ve kırılganlığa açık ‘inşa’lar, ve başkalarının kararlarına/iradelerine bağımlı yapılar sebebiyle, gerçek anlamda “birlikte İslami varoluş” imkansız hale getirilmiştir. Birlikte varoluş bilincine, iradesine ve sorumluluğuna sahip olmadığımız, İslami anlamda nihai tercihler yapmadığımız için; Batılı referanslara meşruiyet kazandırdığımız ve İslami referanslarla ilgili hiç bir çalışma yapmadığımız için; bugün bütünüyle güvencesizleştirilen hayatlar yaşıyoruz. Müslüman hayatlar, hayattan sayılmıyor. Müslüman hayatların hayattan sayılmaması sorunu, İslami bünyenin kendi yapısal zaafları/tercihleri/geleneğiyle çok yakından ilgilidir. İslam dünyası toplumlarında toplumsal bünye, özneleri kayıtsız şartsız tabî kılarak, onları düşüncesizleştirerek, büyük sürüye dahil eden mistik/batınî yaklaşım ve yöntemler sebebiyle, başkalarının kararlarına, iradelerine bağımlı hale getirilmiştir.

ATASOY MÜFTÜOĞLU
#İslamiyet
#Türkiye
7 yıl önce