|

Neoliberal isyankarlıktan kapitalist muhafazakarlığa

Dünyanın renkleri sadece siyah ya da beyaz olarak kalsa yine de renklilikten söz etmekten mümkün olacaktı elbette. Maalesef yalnızca kül rengi griye mahkum olduk. Türkiye özelinden baktığımızda da dünyadaki trendleri takip ettiğimizde de yığınların birbirlerini ezerek bir an önce zenginleşmenin derdine düştüğünü acıyla izliyoruz.

Yeni Şafak
04:00 - 7/02/2017 вторник
Güncelleme: 23:27 - 6/02/2017 понедельник
Yeni Şafak
İLLÜSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLÜSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
ERCAN YILDIRIM


Madagaskar'daki sefalet, insanların maddi geriliği dünyanın en özel, en güzel, en tipik adasının, endemik türlerin en fazla olduğu bu coğrafya parçasının bitkileri ve canlılarıyla anılmasını engelliyor.



İnsanlar artık doğaya, güzelliğe, renklere bakmıyor, bakmak da istemiyor. Tem'in kenarındaki piknikler doğaseverlik olarak açıklanamayacağı için, şehrin hayhuyundan bir nebze kaçıp nefes almak kül rengi gri kültürü izah etmeye yeterli!



Orta sınıfın şimdilerde yatay mimari aşkıyla yanıp tutuşması da, müstakil ev derdine düşmesi de, bahçesinde çocuklarının “özgürce” koşturması hayali de sınırları neoliberal kültürle örülen fantezilerin bir sonucu. Haftasonu kaçamağı olarak şehrin dışındaki köylerden bir tarla kapatıp, prefabrik ev kondurup, bir kaç dal ağaç dikip soluk alma fantezisi de tutkulu bir kapitalist etkinlik. Yine “vazgeçme”yi değil, “sahiplenme”yi esas alıyor, yine biriktirmeye matuf bir gayretten bahsediyoruz.



NEOLİBERAL KÜLTÜRDE MÜSLÜMANLAR


Şimdilerde dünya sistemine, küresel kültüre karşı ayak direyenlerin oranı gittikçe azalıyor. Neoliberal kültür herkesi yola getirmeyi başarıyor.



Çevredeki heveslilerin merkeze alınmasıyla değil, merkezdeki imkanlardan faydalandırılmasıyla sistemi sahiplenen potansiyel yıkıcı bir taife bile var. Küresel kültüre tabi olmak eni konu hayatı manalandırma çabasından yüz çevirmek demek; tabi ki kolay, teslim ol, kazancını sabitle, verili kültürü içselleştir, sonra öl.



Bir Müslüman olarak, İslami gündelik hayatın imkanlarını düşünmekten uzaklaşarak, hayatın akışı içinde namazını kılabilmeyi kar bellemek birilerince hayatı anlamlandırma olarak görülebilir. Fakat mücadele alanını kamusal dindarlıkta kilitleyen İslami düşünce eninde sonunda sistemin yola getirdikleri arasına kaydedilir. Şehir hayatının icbar ettiği yaşama düzenine karşı otantik olandan bahsedince kaba gelenekselcilik yapmakla suçlanabilirsiniz; nostaljik takılmakla, ütopik olmakla ya da hayallerinin etkisinde yaşamakla da... Birazcık ayaklarımız yere değsin... öyle tabii!



Müslümanlar olarak AVM'lerde çalışanların 19. yüzyılda Batı Avrupa fabrikalarındaki, Afrika plantasyonlarındaki işçilerden çok daha ağır koşullara maruz kaldığını düşünmek istemeyiz mesela. Gündüz on, gece on arasında çalışanların çocuklarını ve ailelerini nasıl göreceklerini, özel hayatlarını nasıl ikame edeceklerini yine İslami düşüncenin dışına çıkarmak için elimizden geleni yaparız.



Irgatın, proleterin, bu zamanda iş bulduğuna şükredenin özel hayatı olmaz, olamaz! Çünkü onlar hafta boyunca çalışıp yorulan orta sınıfın hafta sonu eğlenceliklerini hazırlamakla yükümlüdür. Hizmet sektörünü genişleten neoliberal kültürün insan soyuna yaptıklarını belki de en çok Müslümanlar tahayyül etmeliydi, etmeme tercihinde bulunduk.



X, Y, Z KUŞAĞI: DEVRİMDEN MUHAFAZAKARLIĞA...


Dünyayı kuşaklarla açıklamak, siyaseti, sosyolojik eğilimleri, kültürü, fikri ve edebiyatı kuşakların özelliklerine göre yorumlamak ne derece sağlıklı, tartışmak gerekir. Çünkü öncülük vasfı kuşakların herkesleştiren, silip yok eden karakterine yenilebilir; ihya ve tecdid kuşaklardan değil parlak kişiliklerden doğar.



Dünya sistemiyle kuşaklar arasında ilgi kuranlar, nesilleri birkaç başlık altında topluyor. 1927-1945 arasındaki kuşağı tanımlamak için sessiz ve uyumlu kelimelerini seçiyorlar.



1946-1964 arasında doğanlar kuralcı, sert ve disiplinli olarak tarif ediliyor, aidiyet bağları güçlü, çalışarak varolacağına inanır, bugünkü Meclis'imizde, bürokraside, siyasette aktif olanların kuşağı.



1965-1979 nesli rekabetçiymiş, X kuşağı adını alıyorlar; ağır bir neoliberal kavganın içine doğanların, “ekmek aslanın değil midenin ağzında” kuşağı yani...



Neoliberalizmle birlikte doğanlar, 1980-1999 arasındakiler Geziciler, fakat öncekilere bağlı olarak özgürlüklerine daha düşkünler, burunlarından kıl aldırmazlar, otorite sevmez, aşırı bireyci, kutsalları dünyaya içkin... Kendilerine çapulcu denmesini kıvançla anlatıp, çapulcuyu nişan olarak kullanırlar, yaratıcı olarak anılıyorlar, galiba sokaklara yazdıkları sloganlar nedeniyle! Y Kuşağı diye haklarında pek çok yazı çıkmıştı.



2000 sonrasında doğanlar kristal çocuklarmış, duygusal Z kuşağı... Kendi çocuklarımdan biliyorum, bir fanusun içinde yetişmelerinden dirayetsizler, çabuk yorulur, çabuk üzülür, çabuk kırılır, tamir edilmeleri çok zordur. Fakat tablet, akıllı telefon, sosyal medya ve interaktif oyunlar nedeniyle çoklu düşünebilir, aynı anda farklı işler yapabilirler; tehlikeliler yani!



Şimdilerde Y Kuşağı'nın evine kapandığına ilişkin araştırmalar yayınlanıyor. Gezi'nin isyankar gençleri, barı, eğlenceyi, dışarı hayatını bırakmış evine kapanmış; muhafazakar olmuşlar, bitki çaylarını ellerine alıp, televizyonda Türk filmleri izleyip, örgü örüyorlarmış. İsyan edecek bir şey kalmadığı için mi, belki, belki de isyanın yönünü ayarlayamadıklarından olacak.



Gezi olaylarına katılanlar kapitalist dünya sisteminin, neoliberal iktisadi kültürün insanı getirdiği çıkmaza isyan etmedi, tam tersine neoliberal paylaşım kavgasında kendine okkalı bir yer ayarlamak istiyordu, olmadı. Neoliberalizmin zengin ile fakir arasındaki farkı açan göz boyayıcı genişleyen orta sınıf rüyasını ortadan kaldırmayı değil, tam da oraya yerleşmeyi planlıyorlardı; kamuda sabit bir gelirle küçük burjuva bunalımları, isyankarlığı yapacaklardı, olmadı.



İktidar karşıtlarının oyunlarına geldiler şimdi evde oturuyorlarmış!



Benzer bir süreci dünya sisteminden pay almak isteyen tüm alt kültür unsurları, zorunlu muhalifler, öykünen dindarlar da yaşadı. Belki bir miktar iktidara sahip olmanın getirdiği imkanlardan faydalanmak mümkün olsa da kapitalizm dışı dünya ihtimali yine dindarlar eliyle yavaş yavaş denklem dışına itiliyor.



Hala kapitalist işleyişin dindarlar elinde daha sağlıklı hale geleceğinin garantisi veriliyor.



Halbuki bir direniş estetiğine, direniş retoriğine, direniş ahlakına sahip olabilirdik. 1980 sonrasında dünyayı neoliberalizme hazırlayanların tekliflerini reddetseydik bugün çokça zikrettiğimiz dünyadaki güçlü ve haklı yerimize ulaşabilirdik. Ne karşıt bir damarı ne kendi olmamızı sağlayacak estetiği inşa edebildik. Haliyle kapitalist ilişki biçimlerinin tam içine girmeden, kapitalist olmadan merkezde kalmanın imkansızlığını tecrübe ettik; ettik de ne oldu, bu sefer kendimizi kapitalist efendi kültünün bir öznesi yapmadan yok olacağımız kaygısına büründük.



Allah'tan ümidimizi kestik anlaşılan; ahret inancını çok da sentetik bulduğumuz açık, hesap verebileceğimiz merci asıl vatandan uzaklaşıyor gitgide...



DODAN VE NEOLİBERAL KÜLTÜRE DİRENİŞ


Etnik müzikleri çok sevdiğim, dinlediğim söylenemez, başka kültürlerin sevinçlerini içeren müziklerden çok feryatlarını severim, ağıtları mesela... Cazın, saksafonun uzun acılarını dinledikçe zencilerin ve öteki uyumsuz kimliklerin nasıl Batı medeniyetine monte edildiğini, melezleştirmenin nasıl uzun uzun inleyerek gerçekleştiğini hissederim.



Dünya 19. asırdan sonra zorla medenileştirilenlerin feryatlarıyla yankılanıyor aslında, bizim duyduğumuz sadece piyasa malı konserler!



O Ses Türkiye'de bunlara çokça rastlamak mümkün... Sahneye çıkanların pek çoğu meğer kendi çevrelerinde tanınmış kişilermiş! Taşradan gelen pek çok isim jüridekilerden çok daha güçlü ve güzel seslere sahip! Yeni bir İstanbul'da ünlü olma hikayesiyle karşı karşıyayız anlaşılan! Dindarlar, ilahi ve kaside söyleyenler, pavyonlarda çıkanlar, opera seslendirenler, yeni tür müziği avangart ölçülerde dile getirenlerle karşılaşıyoruz; lümpenlerden seçkinlere kadar herkes, kapitalist gösteri sahnesinde icazet almanın derdinde!



Dodan'ı tam da böyle bir isim olarak dinledik. Haydar Haydar'ı da söyledi, Avşar Elleri'ni de... İlk sahnesinde Kürt olduğunu söylemedi, söyleyemedi... Alevi olduğunu da...



İnternette kısa bir gezinti yapınca epey ünlü olduğunu görebiliyorsunuz! Arkadaşları artık kabuğunu kırması gerektiğini düşünmüşler, haberi olmadan videosunu yollamışlar. Etnik ve mezheb kimliği nedeniyle Türkçe şarkılar söylemek zorunda kaldığını düşünmesin kimse, Dodan mükemmel tekniğini, olgun müziğini maalesef kendi kültürel çevresinde icra edemeyecek düzeye geldiğinden yarışmaya katılıyor, ünlü olmak istiyor, piyasaya giriyor!



Neoliberal kültür kazanıyor yani...



Taşrada, ücrada, köşe bucakta kimse kalmasın istiyorlar... Herkesi kapitalizmin mabedlerinde sıraya dizip, karşılarına geçirip kendilerinden daha vasıfsız olanlarının onayını alsın, ehilleşsin istiyorlar...



Ya kapitalist olacaksın ya küresel kültüre dahil olacaksın ya yok olacaksın! Direnmek mümkün mü, mümkün, sadece soluk alıp vermeyi göze alabiliyorsan.



Kim bilir belki de kapitalizmin ayartıcı, icbar edici, zorlayıcı karakterine karşı kendi küçük dünyasında sistemin cazibelerine burun kıvıran kibirliler olabilme asaletini gösterirsek direniş başlar!




#Neoliberalizm
#Muhafazakarlık
#Kapitalizm
7 лет назад