|

Nostalji kurbanları

Yeni Şafak
04:00 - 18/01/2016 Pazartesi
Güncelleme: 22:48 - 17/01/2016 Pazar
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
-ATASOY MÜFTÜOĞLU


Ahlaki duyarlığın yerini ekonomik ve mekanik duyarlıkların aldığı, insan arzu ve ihtiraslarının kontrol edilemez bir biçimde çoğaldığı, bireysel hayatlarla/tercihlerle/tarzlarla sınırlı dünyalarda yaşıyoruz. İslam dünyası toplumları ve kültürleri bütünüyle eski-geçmiş-bilinen, tekrar edilen bir birikimi tüketirken, modern toplumlar da bütünüyle yeni bir kültürü tüketiyor. Her durumda eski ile yeni arasında kültürel bir sürekliliğin sağlanması ve korunması gerekiyor. Günümüzün yeni dünyasında teknik ve bilimin sınırları dışında kalan dünyaya yönelik ilgi azalırken, hiç kimse, hiç bir kültür insanlığın somut/ortak sorunları üzerinde düşünmüyor, konuşmuyor.



DAYATMANIN FARKINA VARMAK

Kendi zamanımızı daha iyi anlamaya/kavramaya çalışmak güncelliğin kasırgası önünde sürüklenmek anlamına gelmeyeceği gibi, güncelliğin sıradanlığına mahkum olmak anlamına da gelmemelidir. Burada önemli olan, hayatlarımıza dışarıdan dayatılan şeylerin farkında olup olmadığımızdır. Günümüzde özellikle genç kuşaklar büyük belirsizlikler içerisinde yaşıyor. Bu belirsizlikleri aşabilmek için, düşünce tarzlarımızın radikal değişikliklere ihtiyacı var. Eski kalıpları, eski çerçeveleri sorgulamadığımız takdirde nostalji kurbanı haline gelebiliriz. Yeni bir farkındalığı temsil etmek, tarihsel derinliklere nüfuz eden eleştiriler yoluyla mümkün olabilir. Radikal değişiklikleri gerçekleştirebilmek için, statükoya meydan okuyan bir bilince ulaşmak, bu bilince en güzel şekilde ifade edebilmek için, entelektüel anlamda risk alabilmek gerekiyor.



TÜKENİŞİN EŞİĞİNDEYİZ

Küresel kültürel saldırılar karşısında, yalıtılmışlık içerisinde hayatlarımızı sürdüremeyiz. “Uygarlıklar misyonu”, “uygarlıklar savaşı” ve “tarihin sonu” dili ve söylemi etrafında İslami cevaplar ortaya koymamız gerekirken, yeni bir farkındalığı temsil etmemiz gerekirken, bu farkındalığın kamu gündeminde somutlaşmasını sağlamamız gerekirken, kamu gündemini ayrıntıların işgalinden kurtararak asli/temel sorunları konuşabilecek bir noktaya taşımamız gerekirken, taşlaşmış-aşınmış-edilgen söylemleri kullanmaya devam edebiliyoruz. İslami bütünlük algısının ve bilincinin tükenişi karşısında maalesef sessizliğimizi, kayıtsızlığımızı sürdürüyoruz. İslam dünyası toplumları kültürleri vulgarizasyona ve mistifikasyona tabi tutulmuş bir din algısı tarafından bütünüyle etkisiz hale getirilirken, politik ve dini pragmatizm adına, bu tehlikeli gidiş karşısında, entelektüel anlamda bile bir muhalefet oluşturamıyoruz. Ahlaki/entelektüel otoritemizi kaybettiğimiz, ya da hiç kazanamadığımız için, bugün bu noktada ahlaki bir duruşu temsil etmiyoruz. İslami dilin yerine, etnik-mezhepsel kabilelerin dili geçiyor.



İçerisinde yaşadığımız gelenekler eleştirel seslere hayat hakkı tanımıyor. Geleneği-statükoyu biriktirmek/çoğaltmak, büyük çöküşü hızlandırmaya yardım ediyor.







ETNİK VE MEZHEPÇİ BAĞNAZLIK

Emperyal-küresel gücün oluşturduğu kültürel tekel karşısında, egemen resmi retorik karşısında, içerisinde bulunduğumuz büyük boşluk/belirsizlik karşısında, İslami şimdi'ye özgü bir varoluşu ve hayatı ortaya koymak gibi çok büyük bir sorumluluğumuz olduğu halde, bu sorumluluğu üstlenmiyor, etnik ve mezhepçi bağnazlığı ısrarla gündemde tutmak gibi bir sorumsuzluk sergiliyoruz. İslami temsil sorumluluğunu yerine getiriyor olsaydık, kamusal/siyasal/müdahale bilincine-iradesine sahip olabilseydik, kamusal sahne seküler kültür ve seküler ideolojiler, yorumlar tarafından ele geçirilemeyecekti.



KABİLE ALIŞKANLIKLARINI SÜRDÜRMEK

İslami tasavvur ve tahayyülleri, toplumsallaştıramadığımız, toplumsal/siyasal anlamda temsil edilebilir hale getiremediğimiz takdirde, kendi ellerimizle İslam'ın içini boşaltmış oluruz. Bu dünyada gereği gibi temsil etmediğimiz, edemediğimiz bir din'in, ahirette bize hiç bir katkısı olmayacaktır. Elektronik iletişimin küresel dünyayı ele geçirdiği bir dönemde, etnik-kabileci-mezhepçi bir dil kullanıyor olmamızın hiç bir şekilde anlaşılabilir bir mazereti olamaz. Müslüman insanların/aydınların, kabile insanlarına/aydınlarına dönüşmeleri ve kabile alışkanlıklarını sürdürmeye çalışmaları anlaşılabilir bir durum değildir. Kabileci-mezhepçi tercihlerimizle zamanın ve ümmet bilincinin çok gerisine düştüğümüzü görebilmeli ve anlayabilmeliyiz. Hangi bağlamda olursa olsun, otoriter üstadların/liderlerin pasif izleyicileri olmaktan vazgeçmeliyiz. Karşılıklı etkileşim -iletişime açık olmayan geleneksel otorite biçimlerinin, tartışılabilir olduğunu hatırlamalıyız. Tek yönlü iletişim biçimleri savunulamaz. Tek yönlü iletişim hepimizi yalnızlaştırıyor, hepimizi güçsüzleştiriyor. Etnik aidiyet, dil-cemaat-mezhep-toprak aidiyeti etrafında şekillenen, her biri bir diğerine kayıtsız kalan, birbirlerini dışlayan bütün yapılar bu özellikleri sebebiyle adalet duygularını yitirmiş olurlar. Adalet duygularını yitiren yapılar/gruplar/topluluklar ortak bir kültür ve medeniyet ufku/iklimi/bilinci oluşturamazlar.


Toplumlarımızda kabileci/mezhepçi eğilimlerin/yapıların/zihniyetin güçlenmesi, etkili hale gelmesi, hayatlarımızın, zihniyetin güçlenmesi, etkili hale gelmesi, hayatlarımızın, zihin dünyalarımızın, ilişkilerimizin medya tarafından, propaganda araçları tarafından şekillendirilmesi hayra alamet değildir.



ELEŞTİREL TAVRI KORUMAK

Sansasyon ve gösteri çağında, güncel zamanlarda, gerçek olayları, gerçek öyküleri, sahte olaylar ve öykülerden, hakiki olanı, yalandan ayırmak gittikçe daha zor hale geliyor. Bu nedenle, hakkaniyet kaygısı taşıyan Müslümanların kitlesel hakim medya kültürüne karşı eleştirel bir tavır içerisinde bulunmaları gerekiyor.


#mezhep
#kabile
#islam
8 yıl önce