|

Olmasaydı sonumuz böyle

Bazı yazarları okurken, bir mahallenin ucundan girmiş gibi oluyorsunuz. Sonrasında gelen her satır, her hikaye elinizden tutup sizi o sokaklarda gezdirecek, tanımadığınız kapıları kaygısızca çalacak, başınızı uzatacaksınız. Tarık Tufan da mahallesi olan yazarlardan. Şanzelize Düğün Salonu’nun loş ışıkları içeri buyur ediyor.

Yeni Şafak
04:00 - 7/11/2015 Cumartesi
Güncelleme: 16:55 - 6/11/2015 Cuma
Yeni Şafak
AYÇA ÖRER


Öyle bir yere vardık ki, bir zamanlar aramızda gezmiş sayabileceğimiz hikaye, roman kahramanları artık evlerine kapandı. Ancak o eve girerseniz, görebileceğiniz insanlar. Bunalmış, yorulmuş, içinin kuyularına düşmüş.


Oysa, insan kasvetine de bir dost arıyor, romanlara bazen bu yüzden başvuruyor. Olanca cümbüşüyle Ayaşlı ve Kiracılarına konuk olmak, Anayurt Oteli'nde bir gece kalmak, Gılı Gılı Salih'le tanışmak istemez misiniz?


Artık kahramanlarına eyvahlanacağız romanlar pek az geliyor. O yüzden Şanzelize Düğün Salonu'na bir ilk roman değil de, kahramanının haliyle halleneceğimiz bir kitap olarak bakıyoruz, ister istemez.



SOLUK BİR DÜĞÜN SALONU


Ben demedim, yazar diyor.


“Benim kahramanım o adam. Şehrin öte ucundan kan ter içinde koşturup gelen adam. Kavmi elçileri yalanladığında, uğursuzlukla itham ettiğinde, zarar vermeye hazırlandığında koşarak gelen adam benim kahramanım.”


Biri, size koşarak gelen o adamlara inandığını müjdeliyorsa, onunla başka bir ünsiyet kurmak kaçınılmaz oluyor. Kurulur vesselam.


Tarık Tufan'la da kurduk. Bu bağ hep mekanların izini sürdü. Mesela Mehmet Efe'nin şiirinden seslenerek:


“Meksika sınırı isterdim en sevdiğim şairlere/ Hep hapiste olurlardı nedense/ Hapis yatmış olurdu yoldaşım gönüldaşım/ Saf tutmak istediğim namazda omuz omuza”



Düğmeli bir televizyon, bir berjer, bir Şahmeran, bir derviş ve bir gelinlik ardında kalan Şanzelize Düğün Salonu aklınıza Paris'in geniş caddelerini değil, bayatlamaya yüz tutmuş kurabiyelerin masada üzgün durduğu, soluk limonata bardaklarıyla süslenen, sigara yanıklarıyla işaretlenen kırmızı örtülerin serildiği bir düğün salonunu getiriyor.


Tarık Tufan Mahallesi'nin tekinsiz bir sokağına girmeye hazırız. O “üzülme, ben seni yormam” der gibi, Ahmed Amiş Efendi'nin “Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur” diyerek serinletiyor girişte, hu!



Yine de bu serinlik kalıcı değil. Tarihin en derin meselelerinden birinin dehlizlerine iniyorsunuz, baba oğul çatışmasının acıtıcı hissi.


“Çok acı çekiyordu babam; oraya öylece yığılıp kalacak gibiydi. Yüzündeki acı ifadesini ilk kez bu kadar açık bir şekilde gördüm. Sırtındaki onca yüke bir de ben eklenmiştim. Ağır bir utanç doldu üzerime. Yalnız kaldıkça babam, onu hayatta tutan köklerine su inmiyordu, kuraklıktan ölüyordu babam. Bu kadar olabileceğini tahmin etmemiştim. Doğrunun ne olduğunu biliyordum.


Nice sonra konuştum:


“Baba, ben eve dönmek istemiyorum.”


Ortadan ikiye ayrılmış, iki tarafına da fayda bulamayan isimsiz kahramanı aşkın peşinden koşarken bile isteye teğet geçtiği hakikat her satırda insanın kalbine batıyor. Kolundan tutmak, “Birader, yolun yol değil” demek isteyeceğiniz bir hüzünle okuyorsunuz her bölümü. Nihayet, olmuş olan oluyor.



SADELİK İÇİNDE BİR SAHİCİLİK


Bu çatışmanın tarafı olmadan, sade bir dilde söylenmiş hikayenin şahitliğini yapıyorsunuz. Taraf tutmak imkansız, kahramanı yolundan döndürme çabası da içtenlikten öte bir müdahale değil.



Sadelik, kitabın en sahici argümanı. Romanlardan sessizce çekiliveren gündelik hayatın dokunuşları bu kitapta yeniden, güçlü bir şekilde, “Ben buradayım” diyor. İnce uçlu Nokia şarj arayanların, aşkının peşinden umutsuzca gidip ses çıkaramayanların, yine de tüm hayatını bir aşk uğruna baştan sona yıkanların, babasına direnirken bile yanında edebini bozamayanların, sessizce kapıyı çalanların, sessizce içeri çağıranların, namaza duranların, namazda huşu bulanların, rüyaların manasını sezenlerin romanı Şanzelize Düğün Salonu.



Kitabın mekanları arasında kimselerin dillendirmeye cesaret edemediği, cesaret ettiğinde de kalıpları aşmak zahmetine girmediğinden yavanlığa düşmekten kaçamadığı tekkeler de var. Meydanlar kurulmuyormuş, zikirler arş-ı alaya yükselmiyormuş gibi yapanların çalmadığı bu kapıyı sonuna kadar açmış yazar. “Hayır” diyor, “O iş sizin bildiğiniz gibi değil”. Yazarın sözüne söz eklemek olmaz ama burada biz de söyleyelim, “Görenedir görene, köre nedir köre ne?”



BOĞAZDA KARA BİR DÜĞÜM


En has karakter Baki Semih'in sözlerini de buraya şerh düşerek:


“Bir adam kuş avlanmak için yola düşmüş. Bir alana varmış etrafını kollamaya başlamış. Malum, kuşlar yüksekten uçarken gölgeleri de yerde uçar görünür. Budala avcı, başını kaldırıp havada uçan kuşları görmediğinden, yerdeki gölgeleri gerçek zannediyor ve onlar; avlamak için ok atıp duruyormuş. Bir, iki, üç derken bizim avcı nihayet gölgelerin peşinde koşmaktan ve ok atmaktan yorulmuş. Ok torbası boşaldığı halde bir kuş bile avlayamamış. Gün sona ermiş, oklar boşa gitmiş. Eve eli boş dönerken üzüntü içindeymiş. Bütün emekleri ziyan olmuş. Onca gayret, onca koşturma boşa. Akıllı avcı gölgelerle uğraşmaz. Oku gölgeye savurmak yerine dönüp kendi nefsine savurmak lazım. Böylece gölgelerin peşinden koşturmaya da uğraşmazsın. Benlik kalkarsa kötülük de kalkar. Kötülük, gelip de çarpacak bir benlik bulamaz.”



Şanzelize Düğün Salonu bütün meselesini tam söyleyecekken insanın içinde bırakmasıyla kara bir kitap. Herşeyi gündelik hayatın içinden, üstelik her kesiminden alarak cem etmiş yazar, hikayeyi okurun beklentisine bağlamayarak tercihini gerçekten yana koyuyor. Zaten olayların istediğimiz gibi şekillendiği sonlar yalnız filmlerde olur, değil mi?



Hayır, burada beklediğiniz gibi olmayacak. Bu kitabı bitirince göğsünüz bir ferah nefes bulmayacak. Aksine, “olmasaydı sonumuz böyle” diye mırıldanacaksınız, ki o da kitabın müziği olmaya çok uygun. İşte tam da bu yüzden, Tarık Tufan Mahallesi, kapısının ardındaki gerçeği size değil, zuhurata bıraktığı için artık başka bir sokağın hikayesini bekliyor olacağız. Dört gözle.





Şanzelize Düğün Salonu


Tarık Tufan


Profil Yayıncılık


Ekim 2015


292 sayfa




#Şanzelize Düğün Salonu
#tarık tufan
#Olmasaydı sonumuz böyle
8 yıl önce