|

Ontolojik yol ayrımı

Müslüman halkların, modernliğin politik tezahürü olan ulus-devlet sınırlarının içine kapatılmalarıyla birlikte, İslami algılarımız, bilincimiz, aidiyetimiz ve kimliğimiz yerinden edildi. İslami bilincimiz yerinden edildiğinde, kolektif İslami kimliği ve gücü kaybettik.

Yeni Şafak ve
04:00 - 14/08/2017 Pazartesi
Güncelleme: 02:46 - 14/08/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

İbn Haldun, mağlupların, galiplerin her alanda en mükemmel olanı temsil ettiklerine inandıklarını, yenilgilerini galiplerin kavrayış yeteneklerinin üstünlüğüne bağlayan bir yanılsamaya kapıldıklarını kaydeder. İslam dünyası toplumları yüzyıllardır bu yanılsamayı tekrar ediyor. Bu yanılsama, İslam toplumlarında yaşanan içsel çürüme ve parçalanmaları derinleştirdiği gibi, bu yanılsamaların oluşturduğu olumsuz gerçekliklerin sorgulanmasını da imkansız kılıyor. Bu gerçeklikleri sorgulayamadığımız için, onları aşamıyor, onlara boyun eğiyor ve bu durumu bir kaderciliğe dönüştürüyoruz.

İSLAMİ AİDİYETİMİZ-KİMLİĞİMİZ PARÇALANDI

İslam dünyası toplumlarında, modern-seküler gerçekliğin yapıları karşısında yapılabilecek bir şey olmadığı yönündeki nihilist teslimiyetçilik, toplumlarımızı, Türkiye örneğinde de takip edilebileceği üzere, Avrupa deneyimlerine ve gerçekliklerine kayıtsız şartsız tabi olmaya sevk etti. Avrupa deneyimlerine ve gerçekliklerine tabi olma durumu, İslam dünyası toplumlarını, kültür ve medeniyet yapılarını, birikimini, mirasını, varoluşsal bir yol ayrımına getirdi. Bu durum, İslam toplumlarının İslami varoluş alanını terk etmeleriyle sonuçlandı. İslami varoluş alanını terk ettiğimiz için, İslami aidiyetimiz-kimliğimiz iki farklı dünya, iki farklı kültür, iki farklı medeniyet yaklaşımı arasında parçalandı. Yan yana gelmesi hiç bir şekilde mümkün olmayan iki dünyayı, varoluşsal tavizler/yabancılaşmalar pahasına birlikte yaşıyoruz.

Birbirlerinin antitezi olan dünya görüşleri ve hayat tarzları sebebiyle, Müslümanlar ‘İslamî olan’dan ve ‘İslamî alan’dan radikal bir kopuşa ikna edilerek modern dünya sistemine entegre edildiler. Bugün siyasal/ekonomik/hukuki hayatımız modern dünya sisteminin referansları-paradigmaları tarafından belirlenirken, Müslümanlar “ezan” ve “bayrak” gibi sembollerle, romantik bir aidiyeti ayakta tutmaya çalışıyor. Geçmişte ne olduğumuzu konuşmaya devam ediyor, şimdi ne olduğumuzu konuşmaya cesaret edemiyoruz. Gündelik olaylarla sınırlı ilgilerimizin derinlik ve ufuk kaybına neden olduğunu görmüyor ve anlamıyoruz.

İKNA EDİCİ CEVAPLAR LAZIM

Edilgen kabullerimiz sebebiyle, geleceğe ilişkin hiç bir program/proje üretmiyoruz. Dünya entelektüel-kültürel hayatı geçtiğimiz onyıllarda ‘ilk makine çağı’nın, yani endüstri devriminin neden olduğu derin sorunları konuşup tartışıyordu. Şimdilerde ise ‘ikinci makine çağı’nın, yani genel adıyla bilgi ve iletişim devriminin ve bu devrimin alt açılımlarının, bilgisayarlaşmanın, otomasyonun yaygınlaşmasının, ekonominin robotlaşmasının ve yapay zekanın güç kazanmasının neden olabileceği insani sorunları tartışıyor. Biz ise bu tartışmaları edilgen bir şekilde ve oldukça geriden takip ediyoruz.

Gerçeğin yapıları karşısında yapabilecekleri bir şeyleri olmayan mağlupların romantik sloganlara ve sembollere sığınmaları çok hazin bir tarihsel hikayenin konusudur. Tarihin mağluplarının hiç kimse tarafından umursanmadığına dikkat etmek gerekir. Türkiye örneğinden yola çıkarak, ikna edici bir şekilde cevap vermemiz gereken hayati sorunlarımız var: Fiziksel-askeri saldırılara maruz kaldığında bu saldırıları kahramanca püskürten, ancak düşünsel/kültürel/felsefi/entelektüel/ideolojik/politik/zihni saldırılara hiç bir şekilde cevap veremeyen bir toplumsal bünyemiz var. Bu türden saldırılara ancak hamaset yoluyla cevap vermeye çalışan bir toplumun, bir kültürün piyasa ve iktidar güçlerine/değerlerine boyun eğmesi kadar küçültücü başka bir şey olamaz. Galiplerin dünya görüşlerine, hayat tarzlarına ilgi duymak, katılmak ve paylaşmak, bir dünya görüşünün ve hayat tarzının tahakkümünü kolaylaştırıyor. Farklı tarihsel niteliklere, özelliklere sahip gerçeklikler hakkında İslami çözümlemeler yapmadığımız için, yapamadığımız için, ithal-taklit-kopya modellere mahkumiyetimiz sürüyor.

Müslüman halkların, modernliğin politik tezahürü olan ulus-devlet sınırlarının içine kapatılmalarıyla birlikte, İslami algılarımız, bilincimiz, aidiyetimiz ve kimliğimiz yerinden edildi. İslami bilincimiz yerinden edildiğinde, kolektif İslami kimliği ve gücü kaybettik. Bugün, her tür bencilliğin, ulus-devlet bencilliğinin, etnik ve mezhepsel bencilliğin bütün patolojilerini eksiksiz bir şekilde yaşıyoruz. Bu patolojiler sebebiyle, her milliyetçilik, her ırkçılık, her mezhepçilik, her ideolojik güç merkezi, kendi çıkarları/bencillikleri doğrultusunda, eşitsizlikleri, adaletsizlikleri, haksızlıkları meşrulaştırabiliyor, savunabiliyor.

BENCİLLİKTEN VE ÇIKARCILIKTAN KURTULMALI

Ahlaki gerçekliklerin bencillikler ve çıkarlar doğrultusunda istismar edilebildiği bir toplumda ve dünyada hiç bir şekilde hakikate ulaşılamaz. Bencilliklerin ve çıkarların sınırlarını aşmayı başardığımızda hakikate ulaşabiliriz. Her bencillik ve her çıkarcılık, kolektif her tahayyül ve tasavvuru imkansız kılar. Her bencillik ve her çıkarcılık, daha fazla insan olmaya, daha fazla adil olmaya, daha fazla vicdan sahibi olmaya mani olur. Bencillikler ve çıkarlar ne kazanacaklarıyla, ne elde edecekleriyle ilgilendikleri için, hakikati kazanma liyakatleri yoktur. Bencillikler ve çıkarcılıklar, kendilerinden başka hiç bir şeye değer vermeyen, kendilerinden başka hiç bir şeyi önemsemeyen bir zihin ve ruh dünyasını yansıtırlar.

Ahlaki tercihler evrensel insani değerlerle bütünleştiğinde anlam ve değer kazanır. Güce, bencilliğe ve çıkarcılığa dayalı meşrulaştırma biçimlerinin sıradanlaştırıldığı, normal karşılandığı bir dünya, kötülüklerin meşrulaştırıldığı bir dünyadır.

ATASOY MÜFTÜOĞLU
#​İbn Haldun
#Müslüman
7 yıl önce