|

Ortadoğu'da değişen güvenlik

İran’a karşı nükleer silahlanma ve Türkiye-Pakistan-Sudan ve Körfez ülkeleri ile stratejik bir güvenlik paktı oluşturulma gibi düşünceler Arap dünyasında ciddi destek bulmaya başlamıştır.

Yeni Şafak
04:00 - 25/06/2015 Perşembe
Güncelleme: 22:34 - 24/06/2015 Çarşamba
Yeni Şafak
PROF. DR. BİROL AKGÜN

SDE BAŞKANI


Ortadoğu coğrafyasındaki jeopolitik dengeler hiç olmadığı kadar sarsılmış durumda. Bildiğimiz tanıdığımız ülkeler, rejimler ve aktörler hızla değişiyor. Küresel güçlerin bölge devletleriyle kurduğu siyasi-stratejik ittifak ilişkileri köklü biçimde yeniden tanımlanırken, bölge içindeki devletler arası ittifaklar da değişiyor. Ortadoğu çalışan uzmanlar bile artık kimin kiminle dost ve düşman olduğunu takip emekte zorlanıyorlar. Irak ve Suriye devletleri artık sanal hale gelmiş durumda. IŞİD gibi devletimsi yapılar de facto olarak geniş bir alanda teritoryal hakimiyet kurmuş durumda. Kürt gruplar Kuzey Irak'ta bağımsızlık için uluslararası toplumun nabzını tutma arayışına girmişken; Kuzey Suriye'de ise kantonlar ilan ediliyor. Artık haritalardaki siyasi sınırlar ile sahadaki fiili durum örtüşmüyor.



Stratejik dengeler açısından bakıldığında ise, II. Dünya Savaşı sonrasında ABD'nin bölgede oluşturduğu ittifaklar zinciri ile oluşan siyasi düzen de iyice sarsıldı. Temelleri 1945'te atılan ve bölgedeki en uzun ve en güçlü stratejik ittifak olarak bilinen ABD-Suudi Arabistan ilişkisi, İran-ABD yakınlaşması sürecinde büyük yara aldı. Obama yönetimi Tahran ile antlaşma yapma uğruna, bölgedeki İsrail ve Suudi dostlarıyla ilişkilerini neredeyse kopartmayı dahi göze aldı. ABD ve İsrail yönetimleri arasındaki siyasi ilişkiler yakın tarihte hiç bu kadar gerilmemişti. İsrail Batı hegemonyasının bölgedeki uzantısı olarak farklı zorluklar yaşamaya başlarken, S. Arabistan ve diğer körfez ülkeleri ise, artan yalnızlaşma ve derinleşen güvenlik kaygıları nedeniyle bölgesel ve küresel düzlemde yeni stratejik ortaklar bulma arayışına girdiler.



Denilebilir ki, uluslararası ekonomi-politik sistemde yaşanan tektonik depremin siyasi sonuçlarının en güçlü şekilde hissedildiği bölgesel alt-sistem Türkiye'nin de parçası olduğu Ortadoğu'dur. Bölgemizde genel olarak herkesi ama özel olarak da S. Arabistan ve diğer Körfez ülkelerini tedirgin eden tehditleri birkaç başlık altında toplamak mümkündür.



SİYASİ-SOSYAL DÖNÜŞÜM BASKISI OLARAK ARAP BAHARI


2011'de Tunus'ta başlayan halk ayaklanmaları bölgedeki tüm otoriter rejimleri derinden sarstı. Tunus ve Mısır gibi ülkelerde yapılan demokratik seçimler ile bölgedeki ülkelerin siyasi yönetim formülü değişti. Üstelik seçimle iş başına gelen aktörlerin ideolojik olarak İslami referanslı olması, kendini dini meşruiyete oturtan körfez monarşilerini de korkuttu. Post-kolonyal dönemde Sünni Arap dünyasında ortaya çıkan en köklü siyasi-ideolojik muhalif gelenek olan İhvan hareketi, otoriter Arap yönetimlerinin korkulu rüyası haline geldi. Körfez ülkelerinin Mısır'daki Sisi darbesine siyasi ve ekonomik olarak bu kadar destek vermelerinin temel nedeni de buydu. Zira bölgedeki monarşiler için İhvan tipi halk iradesine dayalı siyasi akımlar varoluşsal bir tehdit kaynağı olarak algılandı ve bunları durdurmaya yönelik “karşı devrim” stratejileri geliştirildi ki, bunun başını da Kral Abdullah döneminin S. Arabistan'ı ve Birleşik Arap Emirlikleri çekiyordu.



İDEOLOJİK VE ASKERİ TEHDİT OLARAK IŞİD


Suriye'deki iç savaşta rejim karşıtı bir grup olarak ortaya çıkan ve El-Kaide'nin bölgesel uzantısı olarak bilinen IŞİD yapılanması 2014 Haziran'ında Irak'ın ikinci büyük kenti olan Musul'u alması sonrasında bölgesel bir tehdit olarak görülmeye başlandı. Zira ilginç şekilde bu örgüt bugün fiili olarak Suriye'nin neredeyse yarısını, Irak'ın da üçte birini kontrol eder hale gelmiştir. Örgüt bir yandan Hilafet ilan ederek, diğer yandan ise Sünni grupların çıkarlarının koruyucusu olma iddiasıyla bölgede dışlanan ve tehdit altında bulunan gruplara yönelik ideolojik-siyasi çekim gücünü her geçen gün artırmaktadır. ABD öncülüğündeki hava operasyonları ve İran destekli Şii milislerin giriştiği IŞİD karşıtı cephe şimdilik bu silahlı grubun yayılmasını önlemeye yetmemiş görünmektedir. Üstelik IŞİD başta Arap ülkelerindekiler olmak üzere İslam dünyasındaki El Kaide bağlantılı grupların da bağlılık arz ettikleri ideolojik-siyasi bir merkeze dönüşmektedir. IŞİD gerektiğinde Arap ülkelerinin içinde de terör eylemleri yapma kapasitesine sahip olduğu için tüm bölge coğrafyası (ve hatta tüm dünya) açısından ortak tehdide dönüşmüştür. Bu nedenle körfez ülkeleri ABD öncülüğünde oluşturulan anti-IŞİD koalisyonunun giriştiği hava operasyonlarına da siyasi ve askeri olarak destek vermektedirler.



ASKERİ VE İDEOLOJİK TEHDİT OLARAK İRAN


Osmanlının siyasi mirasının taşıyıcısı bir devlet olarak Türkiye İran devletinden; bir halk olarak Türkler de Şiiliği ve İran'ı ontolojik bir tehdit olarak görmesek de, Körfez ülkeleri ve halkları İran devletini güvenlik açısından ve Şiiliği de dini kimlikleri açısından (ontolojik) bir tehdit olarak görmektedirler. Türkiye için İran olsa olsa bölgede çıkar çatışmaları yaşadığı bölgesel bir siyasi rakiptir. Oysa İran'ın Irak, Suriye, Lübnan ve son olarak Yemen'de izlediği yayılmacı-müdahaleci politikalarıyla Sünni Arap ülkelerinin korkularını ve endişelerini giderek derinleştirmektedir. İran destekli Husilerin Yemen'de yönetimi ele geçirmeleri sonrasında S. Arabistan öncülüğündeki 10 Arap ülkesinin başlattığı hava operasyonları bu endişelerin dışa vurumudur. Mısır'daki son Arap Birliği zirvesinde alınan “Birleşik Arap ordusu” kurulması kararı da artık Arapların İran'a karşı pasif savunmacı politikalardan vaz geçip, aktif olarak askeri dengeleme politikasına geçtiklerini göstermektedir.



Şu kadar var ki, yukarıda sıralanan gelişmelerin her biri Sünni Arap monarşileri için ortak tehdit olarak görülmekle birlikte, hangisinin diğerinden daha önce geldiği sahadaki duruma göre değişmektedir. Bir yıl önceye kadar Arap baharı süreci öncelikli tehdit iken, 2014 Haziran ayından itibaren IŞİD öne geçmiş; Ancak Yemen olayları ile birlikte bugün İran'ın yayılmacı politikaları özellikle Suudiler açısından birinci öncelikli somut ve yakın güvenlik tehdidi olarak görülmeye başlanmıştır. Bölgede Suudiler öncülüğünde oluşturulmaya çalışan ortak Arap ordusu projesi ve diğer ülkelerle ittifak kurma arayışları bu değişen tehdit hiyerarşisinin bir yansıması olarak okunabilir.



SUUDİ ARABİSTAN'IN ÖNCELİĞİ İRAN'I DENGELEMEK


Son birkaç ayda S. Arabistan'ın bölgede aktif bir dış politikaya girişmesinin en önemli iki nedeni vardır. Birincisi, Suudilerin sahadaki gerçeklere (Yemen olayı) bağlı olarak değişen tehdit hiyerarşisi (İran faktörü); ikincisi ise Suudi hanedanı içinde gücün el değiştirmesidir. Kral Abdullah'ın ölümü sonrasında iş başına gelen yeni kral Salman B. Abdülaziz, eski kral döneminin siyasi ve bürokratik figürlerinin neredeyse tamamını değiştirmiş; bir anlamda bir saray darbesi yapmıştır. Arap Baharı'nın yaratığı dalganın yükseldiği döneminde İhvan gibi siyasi İslam temelli hareketlerle mücadeleye öncelik veren eski Kral Abdullah ve yakın ekibi Mısır'daki askeri darbeye maddi ve siyasi destek verirken, yeni Kral Selman için en stratejik öncelik bölgede yeni Safeviler olarak algılanan Şii İran'ın dengelenmesidir.



ABD ise İran ile yapmakta olduğu nükleer antlaşmaların bölgedeki güç ilişkilerini geleneksel müttefikleri olan Arap monarşilerinin aleyhine değiştirmeyeceği konusunda Arap liderlerini ikna edebilmiş değildir. Başkan Obama'nın altı Arap ülkesi liderini ikna için Mayıs ayı ortasında Camp David'te yaptığı iki günlük zirve bu anlamda istenilen sonucu doğurmamıştır. Hatta Suudi Kralı'nın son anda toplantıya katılmayacağını açıklaması ABD basını tarafından Obama için büyük hayal kırıklığı ve diplomatik anlamda soğuk duş etkisi olarak yorumlanmıştır. Arap dünyası nükleer antlaşma sonrasında İran'ın bölgedeki ekonomik, siyasi ve askeri gücünün artacağını ve yayılmacı iştahının kabaracağı varsayımıyla, ABD'nin körfez ülkelerini İran tehdidine karşı koruyacak NATO benzeri ortak bir bölgesel güvenlik şemsiyesi yaratılmasını talep etmektedirler. ABD ise Camp David görüşmelerinde ABD'nin bölge ülkelerini her anlamda desteklemeye devam edeceğini siyaseten taahhüt etse de, formal anlamda bir güvenlik paktı oluşturmayı gerekli görmemektedir. Esas anlaşmazlık noktası burasıdır ve tam da bu nedenle körfez monarşileri kendi güvenlikleri açısından alternatif yöntemlere ve farklı ittifak ilişkileri arayışına girmiş durumdadırlar. Bu bağlamda İran'a karşı nükleer silahlanma ve Türkiye-Pakistan-Sudan ve Körfez ülkeleri ile stratejik bir güvenlik paktı oluşturulma gibi düşünceler Arap dünyasında ciddi destek bulmaya başlamıştır. Böyle bir ittifakın hangi şartlarda oluşacağı ve Türkiye'nin bu konudaki yaklaşımın ne olması gerektiği ise diğer bir yazının konusudur.








#abd
#ortadoğu
#iran
9 yıl önce