|

Örtünme, erkeklerin emriymiş gibi algı var

Yeni Şafak ve
04:00 - 19/05/2015 Salı
Güncelleme: 19:20 - 18/05/2015 Pazartesi
Yeni Şafak

Didem Arvas Balta'nın “Modern İçinde Bir İnanç Deneyimi; Örtünme” adlı kitabı Bilgi Üniversitesi'nde hazırlamış olduğu yüksek lisans tezi. Balta, örtünen kadının bir birey gibi ele alınmamasından rahatsız olarak yola çıkmış. Bunda “ikinci nesil” olarak nitelediği eğitimli, kentli, örtünen kadınları araştırma konusu yapan seküler kadın araştırmacıların ana argümanlarını 'sıkıntılı' bulması da etkili olmuş. Modernizm ile din arasında kendiliğinden kurulan karşıtlık kuramını tartışan Didem Arvas Balta ile kitabı ve kitabı üzerinden örtünen kadını konuştuk.



Teziniz için yola çıkarken başörtülü kadınlarla ilgili sosyolojik araştırma yapan 3 seküler akademisyenin çalışmalarının; Nilüfer Göle'nin M+odern Mahrem, Feride Acar'ın Türkiye'de İslamcı Hareket ve Kadın ve Özlem Avcı'nın İki Dünya Arasında, yaklaşımlarını ve ana argümanlarını sorunlu bulduğunuzu belirtmişsiniz. Gördüğünüz sıkıntılı bakış açısı neydi?

Örtünen kadınları özerk birey olmaktan çıkarıp yalınkat figürler olarak tarif etmeleri. Özerk birey kavramı modernitede; özgür, kendi tercihlerini yapan kadın olarak belirlenmiştir. Sosyolojinin standart model olarak kullandığı bir model var. Bütün bilim adamları da ondan yararlanıyor. Bu modelin merkezini de özerk birey işgal ediyor. Modern insan özerk bireyle eş anlamlı kabul ediliyor. Ancak standart model, inanç pratiklerini, dolayısıyla örtünen kadını anlamaya geldiğinde bazı sorunlar ortaya çıkıyor. Ona baktığında modern hayatla uyulmayan bir yapı görüyor. Örtünen kadınlar kendi insiyatifleri olmayan, kendi hayatları konusunda, mesela örtünme kararı konusunda eşine, ya da bir ideolojiye, bir şeye teslim olarak karar veren kimseler olarak gösterilmiş. Dolayısıyla özerklik ve bireylik imkanını başörtülü kadınların ellerinden alan bir yaklaşım gördüm. Pek tabi ki örtünen biri olarak bu beni rahatsız etti.



Neler çarptı gözünüze?

Nilüfer Göle örtünen kadını ilk defa sosyolojinin alanına sokan isim. Fakat daha kantitatif bir araştırma söz konusu. Örtünen kadınlarla yaptığı görüşmelerden yola çıkarak bir serimleme yapıyor. Fakat orada hem sorular hem gözlemler araştırmacı pozisyonunun objektifliğini sorgulatıyor. Özellikle “Kemalist kazanımlar” dediği bir yer var. Bunu kazanım olarak görmesi ya da diğer örneklerde örtünen ve çalışan kadınlara, “Örtünen bir kadın olarak iş ortamında bulunmakta bir beis görmüyor musunuz”, “Erkeklerle çalışmak sizi rahatsız etmiyor mu” gibi provakatif sorular bana çok manasız geldi.



KENDİ MESELEM ÜZERİNE


Peki siz bu çalışmayı yaparken kendi tecrübenizden yola çıktınız mı?

Bunların hepsi eş zamanlı ve iç içe gelişti. Tezimi düşündüğüm süreçte elime Özlem Avcı'nın kitabı geçti. Büyük bir merakla baktım. Dindar Müslüman üniversite gençliğinin sosyolojik yapısını ele alıyordu. Fakat onda da eksiklikler vardı. Özellikle aile profillerini çıkarırken son derece hatalı profiller çıkarılmış gibi geldi. Tezde ne yazacağımı düşünürken danışman hocam senin asıl meselen neyse onu yazmalısın deyince araştırmam da örtünme üzerine şekillendi. Bu tezi çalışırken sadece kendime yakın gördüğüm, kendi iç deneyimim olduğu için örtünmeden yola çıktım. Fakat başka bir pratik de olabilirdi. Mevzu modernitenin inancı dışarıda bırakması ve özerk birey tanımının inançlı bir kimseyle asla örtüşemeyeceği yönündeki kesin algı. Bu konu oldukça sorunlu hatta akademide bile çokça tartışılan bir konu. Hakikatin asla bulunamayacağına dair bir tartışma mevzubahis. Hakikat denen şey inançla bağlantılı. Hakikat ya da tanrı yoktur, erişilemez gibi bir tutum söz konusu. Bununla beraber bir anlam kaybı mevzu oldu. Bence ana akım bilim sosyoloji kuram ve akademide hakim olan anlayışla ilgili sorgulamamız gereken şey; inanca olan ve mesafe ve kendini sürekli bunun dışında konumlandırma.



KENTİ KADINI ÇALIŞTIM


Çalışmanızda İkinci nesil örtünen kadın kavramını kullanıyorsunuz. Bundan kasıt ne?

Bu tam da kentli, eğitim görmüş, örtünen kadın tanımına denk düşüyor. Bu kavram, bizi bir şekilde yargılayan anlayıştan rahatsız olan arkadaşlarımla oturup tartışırken aklıma geldi.



O zaman birinci nesil de geleneksel şekilde örtünen kadın mı?

Aslında onlar da kentli ve eğitim görmüş olabilirler. Bu biraz da zamansal farkı ortaya koymak için başlattığımız bir kavram. İkinci nesille başörtüsü ayrımcılığına maruz kalan, bireyselliğini bu kavganın içinden oluşturan ve kendini buradan kuran kadını kastediyorum.



Kadınların hem devlet otoritesi hem de cemaat içi otorite ile çatışma durumunda olduklarını söylüyorsunuz. Devlet otoritesi ile durumu biliyoruz. Cemaat içi otorite derken neyi kastettiğinizi biraz açar mısınız?

Kitapta Kadınların Ali Bulaç'la İmtihanı diye bir bölüm var. Sadece Ali Bulaç değil fakat onun şahsında düşünen erkekler, eşlerimiz, babalarımız… Cemaat içi ve aile içi kavramı da iç içe geçiyor. Ataerkil geleneksel erkek egemen tutumdan bahsediyorum. Burada inançla ilgili öğretilerden, dini gelenekten bağımsız olarak olaya ataerkilliğin karışması durumu var. Ali Bulaç'ın yazılarında buna sıkça rastlıyoruz. 90'larda yazdığı yazıyla 2011'de yazdığı yazılara baktığımızda görüşünde bir farklılık olmadığı görülüyor. Çalışan örtünen kadının az inançlı olduğu ya da ailesiyle yeterince ilgilenemediği eleştirileri kadınları son derece yıpratan bir şey. Örtünme Allah'ın emri değilmiş de erkeklerle ilgili bir mevzuymuş gibi bir durum ortaya çıkıyor. Yanımızda değil karşımızda duran bu muhafazakarlığın neredeyse laik cumhuriyetçi düşünce biçimiyle ortaklık kurması gibi bir mevzu oluyor. Diğer kesimin de yapmaya çalıştığı kadınları kamusal alandan mahrum etmekti.



İslami görünürlüğün kamusallaşmasıyla buna yönelik yasaklar arasında sürekli bir bağ olduğuna işaret ediyorsunuz. Yani başörtülü kadın hizmetçi olabilir ama akademisyen olamaz anlayışının tezahürü mü bu? Sınıfçı bir yapıdan bahsedebilir miyiz?

Başörtülü sayısının arttığına yönelik algı gerçekten başörtülü sayısının artmasından kaynaklanmıyor. Konda'nın bu yönde bir araştırması var. Başörtülü olanların sayısı artmamış. Bu görünürlüğün artmasından kaynaklanan bir kaygı. Ama başörtüsü meselesinin arkasında sadece sınıfsal kaygı olduğunu düşünmüyorum. Cinsiyetçi bir durum da söz konusu. Bütün ideolojilerde kadın hep simgesel olarak kullanılmış. Başörtüsü de simgeselliği doğrudan gösteren bir enstrüman. Ondan dolayı cinsiyetçi bir algı da işin içine giriyor. Cumhuriyet de kendi kadın tipini tasarlıyor. Daha erkeksi, tayyör vb giyen, bacı, kardeş tip kullanılıyor. Kadınsılık orada da geriye çekiliyor. Bu evet sınıfçı ama sınıfçı olduğu kadar da cinsiyetçi bir algı.


#Didem Arvas Balta
#bilgi üniversitesi
#Modern İçinde Bir İnanç Deneyimi
#örtünme
9 yıl önce