|

Propagandacı dilin belirleyiciliği

Yeni Şafak ve
04:00 - 5/12/2016 Pazartesi
Güncelleme: 00:32 - 5/12/2016 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


Modern / seküler burjuva uygarlığı, ideolojik ve ırkçı temelde, elit azınlıklar için tasarlandı, konumlandırıldı ve uygulamaya konuldu. Irkçı liberaller, modern zamanlar boyunca bütün kavram ve kurumları beyaz ırkın özel ayrıcalıkları olarak gördüler. Eşitlik ve özgürlük hep söylem düzeyinde kaldı, 'demokrasi' de her zaman bir süs eşyası olarak kullanıldı. Bugün, İslam dünyası toplumlarında cereyan eden her gelişme, hangi alanda, hangi bağlamda cereyan ediyor olursa olsun, ırkçı / seçkinci / seküler liberaller tarafından, kendi ideolojik parametreleri doğrultusunda yorumlanıyor, bu parametreler doğrultusunda sömürülüyor. İdeolojik parametreler, çoğu kez, bütün değer ve ahlak sistemlerini yok hükmünde sayarak, yalnızca pragmatik tercihleri öncelikli tercihler olarak gündemde tutuyor.



İslam dünyası toplumları / kültürleri ve ulus devletleri, modern / seküler burjuva uygarlığını bir 'kader' gibi yaşıyor. Sömürgeci egemenliklerin, iktidarların sistematik bir biçimde dayattığı aşağılanmaları, sorunları, ahlaki bir öfkeyle ve duygusal tepkilerle konuşurken, kendi iktidarsızlıklarımızdan, yetersizliklerimizden kaynaklanan yapısal sorunları hiç konuşmuyoruz. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunlarla ilgili olarak hep başkalarından anlayış beklemek gibi bir zaafımız var. Hep başkalarından bir şeyler beklediğimiz için, bitip tükenmeyen hayal kırıklıkları yaşıyoruz.



DİJİTAL DÜNYA SİSTEMİ


Bugünün dünyasını, daha çok ideolojik paradigmalar temelinde şekillenen ideolojik kimlikler belirliyor. Bunun içindir ki, İslam dünyası toplumları / kültürleri ideolojik anlamda inşa edilen kimliklerle, politikalarla, ilişkilerle terörize ediliyor. İdeolojik anlamda inşa edilen kimlikler, politikalar, ilişkiler, hiç bir anlam sistemine ihtiyaç duymadığı gibi, saygı da duymuyor. Özellikle içinde bulunduğumuz dönemde, dijital dünya sistemi bütün düşüncelerimizi ve tercihlerimizi bir biçimde yönlendiriyor.



İslam dünyası toplumları, kültürel / siyasal / ekonomik sömürüyü bütün boyutlarıyla reddetme iradesine sahip olmadıkları, her alanda Avrupa modelini taklit-kopya ederek, bu modele öykünerek hayatlarını sürdürdükleri için, sömürgeci ideolojik bilgi / dil / tarihle mücadele edemiyor; bu nedenle de özgürleşemiyor, bağımsızlaşamıyor. Sömürülmeye, sömürgecilerle her konuda işbirliği yapmaya elverişli olan, kendi sorunlarını çözümleyebilmek için kendi birikim ve iradelerini ortaya koymak yerine sömürgecilerden yardım isteyen toplumların, tarihin yeniden inşasına herhangi bir şekilde katkıda bulunmaları umut edilemez, beklenemez.



Kendi varoluşumuz, hayatlarımız, zihin ve ruh dünyamız üzerinde, İslami tercihlerimiz üzerinde, İslami bilgi ve hayat tarzı üzerinde gerçek anlamda söz sahibi olduğumuzda, kendi tarihimizi, kendi tercihlerimizi, kendi tarzımızı harekete geçirmiş, insani yanımızın, İslami yanımızın sona ermediğini göstermiş oluruz. Kendi hayatlarımız ve İslami tercihlerimiz üzerinde söz sahibi olmadığımız için, bu konular etrafında bağımsız kararlar alamadığımız için, tarihe güçlüler, ideolojik elit azınlıklar yön vermeye devam ediyor. Güçlüler, zayıflara karşı güçlerini birleştirirken, zayıfların güçlerini birleştirmek yerine güçlülerle işbirliği yapıyor olmalarının kabul edilebilir bir gerekçesi olamaz. Zayıflar, emperyalistlere, her istediklerini yapamayacaklarını ihtar eden bir dayanışma iradesi ortaya koymak zorundadır.



Umut, bir dayanışma iradesi, bilinci ortaya koyduğumuzda başlar. Dayanışma ruhu ve bilinciyle, tarihin gidişatının üzerimizdeki olumsuz etkilerine son verebiliriz.



PROJE KİMLİKLERDEN KURTULMALIYIZ


İslam dünyası toplumlarında bugün Müslümanlık ve Müslümanlar, tabi oldukları devletlerin projeleri doğrultusunda konumlandırıldıkları ve yönlendirildikleri için, İslami kimlik birincil kimlik olmaktan çıkıyor; proje kimlikler, milliyetçi ve mezhepçi kimlikler birincil kimlikler haline gelebiliyor. Etnik rekabetler, mezhepçi rekabetler sebebiyle dayanışma ruhu ve bilinci sorumluluk konusu olmaktan çıkıyor. Ulus-devletlerin İslamilik adına sahiplendikleri soyut iddiaları somutlaştırmak gibi bir kaygıları, projeleri ve tasavvurları yok. Bizler Müslümanlar olarak İslamı etnik ve mezhepçi bencilliklerimiz doğrultusunda, devletçi bencilliklerimiz doğrultusunda tarif ediyor, tanımlıyor, ancak yaşamıyoruz. Yaşamadığımız, ancak tarif edebildiğimiz İslam hakkında yazıyor, konuşuyor, tartışıyor, kavga ediyoruz.



Düşünen, tefekkür eden, üreten öznelerin yerini, asla düşünmeyen, asla üretmeyen propagandacı özneler alıyor. Propagandacı dil belirleyici hale gelince, hak ve hakikat sayılara ilişkin sorunlar halini alıyor. Yanlış giden şeyler hakkında, toplumsal hayatı / düzeni etkileyebilecek, dönüştürebilecek düşünceler üretemiyoruz. Maddi ya da manevi ayrıcalık, konum beklentileri, ilişkileri, bağımsız ve eleştirel değerlendirme / yorum imkanlarını elimizden alıyor. Her türden iktidara hakikati söyleyebilecek olanlar, hiç bir ayrıcalık peşinde koşmayanlardır. Nerede olursa olsun, hiç bir ayrıcalığa tenezzül etmeyenleri susturmak mümkün olamaz.



Günümüzde İslami alan, her geçen gün daha çok akademikleştiriliyor, teknikleştiriliyor, bürotratikleştiriliyor. Bu nedenle de, İslami olan, siyasal, ekonomik, hukuki eyleme hiç bir şekilde yansıtılamıyor. Ahlaki gerilimlerimizi, inceliklerimizi kaybediyoruz. Dava kaygısının yerini, pastadan pay kapma kavgası alıyor. Devletmerkezci, propagandacı yorumların belirleyici olduğu gri bir iklimde, gri tavırlar, tarzlar ve tercihler peşinde hayatlarımızı tüketiyoruz.



#İslam dünyası
#Modernizm
#Propaganda
7 yıl önce