|

Riskler değişirken Türkiye’nin güvenliği

Günümüzde devlet aktörüne karşı devlet aktörünün çıktığı normal savaşların yerini artık devlet-devlet/ devlete karşı devlet-dışı aktör/ devlet-dışı aktöre karşı devlet dışı aktör mücadelesinin içiçe geçtiği asimetrik/melez savaşlar aldı.

Yeni Şafak ve
04:00 - 20/05/2016 Cuma
Güncelleme: 23:37 - 19/05/2016 Perşembe
Yeni Şafak
Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney

BİLGESAM Bşk. Yrd.


Türkiye'nin güneyinde güvensizliğin şeytan merdiveni yükseliyor. Suriye krizi Ankara için çetin güvenlik sorunları doğurdu: Türkiye kriz esnasında hem rejimden yönelen füze saldırıları ve diğer konvansiyonel silah saldırıları tehdidiyle baş etmek zorunda kaldı; hem de Irak ve Suriye merkez hükümetlerinin yaratmış olduğu otorite boşluğunu dolduran çeşitli terörist grupların asimetrik saldırıyla mücadele etti. Bu güvensizlik sarmalının sürmesi ne yazık ki doğal beklentimiz, çünkü ABD ve Rusya gibi bölge dışı büyük güçler, Irak, Suriye ve Libya gibi ülkelerde süregiden vekâlet savaşlarını kimi zaman parçası da olarak izliyorlar. Üstüne üstük bu güçler, vekâlet savaşları karşısında/içerisinde toprak bütünlüğü bozulan bu ülkelerin artık 100 sene önceki Sykes-Picot düzeniyle yönetilemeyeceğini iddia etmeye başladılar. Çıkarım yapmamız gerekirse, Washington ve Moskova'nın gelecekte oluşturmak istedikleri yeni Ortadoğu, parçalanmış devletler üzerinde yeni küçük devletçikler inşa etmek suretiyle tasarlanıyor. Aslında bu yeni plan, bölge güvenliği için başlıca istikrarsızlık kaynağı olacaktır. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Kerry'nin Irak devletinin 100 yıl önce atılan temellerinin bugün artık iflas etmiş olduğunu ifade etmesinin hemen ertesinde, fiilen üçe bölünmüş Irak'ta Şii kesimler arası çatışmaların yaşanması bir tesadüf değildir. ABD'nin Irak müdahalesi sonrası çözülmekte olan bir Irak ile çoktan çökmüş bir Suriye var ve de gördüğümüz bu param parça olma hali pusuda bekleyen terörist grupları da harekete geçirdi. Irak- Suriye hattında ortaya çıkan güç boşluğu nedeniyle son senelerde terörist gruplar Türkiye'nin güney sınırına kadar geldiler ve asimetrik savaş taktikleriyle yaşam alanlarını genişletmeye başladılar. Bu çetin varoluş mücadelesi sürerken ve sürecekken farklı aktörlerce hedef olarak Türkiye'nin alınması, Ankara için acil ve sadece bugün değil geleceğe yönelik olarak da tedbir alınması gereken bir güvensizlik sorununu ortaya çıkardı.



CAYDIRICILĞI ARTIRACAK ÖNLEMLER ALINMALI


Türkiye'nin güneyinde işaretleri görünen olası bir istikrarsızlık kuşağı karşısında, bu durumun yaratacağı çeşitli konvansiyonel tehditleri bertaraf edebilmek için Ankara'nın şimdiden kendi caydırıcı planlarını hazırlaması gerekiyor. Caydırıcı olmak önemli, çünkü Türkiye sadece güney sınırlarından kendisine yönelen farklı terörist gruplarının konvansiyonel askeri saldırılarına hedef olmamakta. Ankara'nın ayrıca Suriye gibi bazı Ortadoğu ülkelerinin sahip olduğu balistik füzelerinin menzili kapsamında olduğunu unutmamak gerekir. Kısaca farklı aktörlerden kaynaklı risk ve tehditler üst üste biniyor, güvensizliğin şeytan merdivenini yeni konvansiyonel tehditler üzerinden oluşturuyor. Suriye krizi sırasında NATO caydırıcılık stratejisi kapsamında Ankara'ya yönelik tehditlerin caydırılması için temin edilmiş olan Patriot füze bataryalarının günümüz yeni konvansiyonel tehditleri karşısında yeterli olduğunu iddia etmek bu nedenle hayli zor. Dolayısıyla Ankara mevcut ve hızla değişen muhabere koşullarında daha önceki yazımızda bahsettiğimiz NATO caydırıcılık stratejisindeki açmazlar nedeniyle, ulusal savunma sanayinde yakalamış olduğu başarının getireceği motivasyonu da kullanarak ulusal güvenlik konseptinin bir gerekliliği olarak ortaya çıkan yeni ihtiyaç listesindeki önemli bazı konvansiyonel silahları (silahlı insansız hava muharebe silahları (İHA), balistik füze ve füze savunma sistemi v.b. gibi) geliştirmeye hız vermelidir. Türk Savunma Sanayisi'nde hâlihazırda gerçekleştirilmiş olan oldukça başarılı milli askeri projeler ümitvar olmamız için yeterli bir sebep.



TÜRKİYE'NİN SAVUNMA KAPASİTESİ


Türkiye'nin özellikle sınır güvenliğinin sağlanmasında hem Kilis'te karşılaşılan saldırılarda olduğu gibi Katyuşa roketleri ve benzeri konvansiyonel saldırıları durduracak hem de olası balistik füze tehdidi karşısında Ankara'ya caydırıcılık kuvveti kazandıracak yeni askeri yetenekleri geliştirip üretmesi bugün için bir zorunluluk. Bu tür savunma kabiliyetlerinin geliştirilmesi Ankara'nın müttefiklerine olan bağımlılığını azaltması bakımından da önemli. Bu yolu önermemizin en önemli nedenlerinden biri; İttifak caydırıcılık stratejisinin yaygınlaştırılmış caydırıcılık ayağında yaşanan açık. Suriye kaynaklı balistik füze tehdidi karşısında savunma amaçlı konuşlandırılmış NATO Patriot bataryalarının Ankara'ya yönelik alt seviyedeki konvansiyonel saldırıları durduramamış olması ve Türkiye'nin tüm ısrarlarına rağmen müttefiklerini Suriye'nin kuzeyinde güvenli bir alan oluşturulması konusunda ikna edememiş olması konuyla doğrudan ilintili. Bu açıklar nedeniyle Kilis'e düşen Katyuşa roketlerine karşı Ankara'nın vermiş olduğu cevap bugün için yalnızca Obüs füzeleri ve Çok Namlulu Roketatarlarla sınırlı kalmıştır. Unutulmamalı Suriye'den kaynaklanan ve Ankara'ya yönelik tehditlerle ilgili NATO'nun daha önce yapmış olduğu değerlendirme Rusya'yı kapsamıyordu. Oysa bugün Türkiye'nin güney sınırlarının yanı başında var olan Rus askeri gücü Ankara'nın Suriye'deki DEAŞ varlığına karşı bir hava harekâtını gerçekleştirmesini zorlaştırıyor. Türkiye elindeki mevcut milli İHA'yla DEAŞ varlığını tespit etmesine rağmen bunlara karşılık vermede bir alternatif olan silahlı İHA'ın kullanılması konusunda desteği müttefik güçlerinden beklemek durumunda kalıyor. Bilindiği gibi, İncirlik'te konuşlanan DEAŞ karşıtı koalisyon güçlerinden ABD'nin elinde DEAŞ'a karşı kullanabileceği hem silahlı İHA'sı hem de hava operasyonu düzenleyebilecek ciddi bir hava gücü mevcut. Biraz daha geçmişe dönersek; 2008 yılında Türkiye PKK ile olan mücadelesi için gerekli olan İHA'dan Predator'ları Washington'dan talep etmiş ama bunları bir türlü temin edememişti. Bugün DEAŞ roket saldırıları karşısında da zaman zaman Ankara'yı hayal kırıklığına uğratan durumlar yaşanabiliyor. Sözün özü; DEAŞ'a yönelik askeri mücadeleden çıkarılacak en önemli ders bugünün koşullarında Ankara'nın müttefiklerinden beklediği askeri desteğin verilmesinin her zaman garanti olmayabileceği. Dolayısıyla, Ankara'nın sahip olduğu ve de denemesini başarıyla sonuçlandırdığı İHA'nın silahlı versiyonlarının sayısını arttırıp bunları Hava Kuvvetleri envanterine katması gerçekçi bir tutum olacaktır.



Ayrıca Türkiye'nin çevresindeki ülkelerden kaynaklı balistik füze tehdidinin ülkemizin tamamını kapsamış olduğu gerçeği ile hareket etmeliyiz. Dolayısıyla karşı karşıya kalınan füze tehdidine yönelik önemli bir caydırıcı unsur olacak balistik füze teknolojisi ile balistik füze kapasitesine Ankara'nın en kısa sürede sahip olması elzem görünmekte. Bugün Türkiye'nin Ortadoğu'daki birçok komşusu sahip oldukları karadan- karaya balistik füzeleriyle diğer ülkelere karşı kullanabildikleri ciddi bir asimetrik güç elde etmekteler. Ayrıca günümüz koşullarında karadan-karaya balistik füzeler maliyet-etkin olmaları ve vuruş hassasiyetlerinin 1.6 metreye kadar inmiş olması bakımından bazı riskli askeri operasyonlarda uçaklar yerine tercih ediliyorlar. Türkiye Hava Kuvvetleri envanterine de bu türden füze kabiliyeti eklediğinde, Hava Kuvvetleri bir yandan stratejik derinlemesine taarruz konusunda oldukça güçlenecek. Diğer yandan füze teknolojisi geliştirilmesi sürecinde edinilen deneyimle Ankara'nın bir süredir ihtiyacını duyduğu ve müttefiklerinin rızasına bağlı olarak temin edilen Patriotlar yerine kendi ulusal füze savunma sistemini geliştirmesi imkânın da önü açacaktır.



YENİ GÜVENLİK KONSEPTİ


Kazanılacak deneyimden bahsetmişken Türkiye'nin füze savunma sistemi meselesinde uluslararası ihaleyi sonlandırdıktan sonra füze yapım meselesini alanında uzmanlaşmış ASELSAN ve ROKETSAN gibi yerli firmalara devretmiş olmasının ne kadar mantıklı bir davranış olduğunun altını çizelim. Keza -Hisar A ve Hisar 0 gibi havadan fırlatılan füzeleriyle birlikte uzun menzilli at-unut kabiliyeti olan SOM füzesini geliştirmiş olması da gelecek on yıllarda geliştirmemiz gereken imkânlar konusunda umutlu ve cesaretli olmamıza neden oluyor. Ki Türkiye'nin füze konusundaki bazı teknik zorlukları aşması için önünde belli bir süre (yaklaşık beş-on yıl gibi bir zaman aralığı) var. Ancak, Türkiye'de havadan-karaya atılan füze üretme konusunda bugün gelinen noktada yakalanan ivme, Ankara'nın karadan- karaya balistik füze meselesinde de ön almasında kuşkusuz itici bir güç olacaktır.



Günümüzde devlet aktörüne karşı devlet aktörünün çıktığı normal savaşların yerini artık devlet-devlet/ devlete karşı devlet-dışı aktör/ devlet-dışı aktöre karşı devlet dışı aktör mücadelesinin iççice geçtiği asimetrik/melez savaşlar aldı. Bu ortamda Ankara'nın önceliğini güney sınırında baş gösteren acil sınır güvenlik sorunlarına yöneltmesi bir zorunluluk. Bu önceleme, Türkiye'nin gelecek on-on beş yıl içinde ortaya çıkabilecek bölgesel ya da küresel tehditler ışığında komşularının ve bölgede var olan devlet-dışı aktörlerin sahip oldukları- veya olabilecekleri- asimetrik silah yeteneklerini tasavvur ederek, şimdiden hangi tür askeri silahların edinmesi gerektiğinin belirlenmesine elbette engel değil. Hatta bu iki unsuru bir arada düşünmemiz, bu bağlamda da savunma ve güvenlik alanında gelecek on yıl Ankara'nın yol haritasını çizecek ulusal güvenlik konseptinin netleşmesinde bu unsurların ve hazırlık çalışmalarının önemini kavramamız kanaatimce elzem.



#Nurşin Ateşoğlu Güney
#Gvenlik
#Suriye krizi
8 yıl önce