Nisan ayı geldi, İstanbul Uluslararası Film Festivali başladı. Bu yıl 36.’sı düzenlenen festivalin yine yoğun bir gündemi, çok sayıda konuğu ve farklı coğrafyaların renklerini yansıtan filmlerden oluşan zengin bir programı var. Önümüzdeki günlerde festivale dair ayrıntılı değerlendirmeler yapacağımızdan bu hafta dünya prömiyerini İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde yapan Marc Webb imzalı Deha’yı kritik etmekle yetineceğiz.
- Sıradanlıkta huzur var
- Meselesini doğuştan matematik dâhisi küçük bir kızın iç dünyasına yaslayan film, bir taraftan olayın dramatik boyutlarına vurgu yaparken diğer taraftan da Mary’nin velayeti üzerinden aile, aidiyet, kan bağı gibi kavramları sorguluyor. Yönetmen, küçük kızı büyük bir sevgiyle sahiplenen dayısı Frank, torununa dehasına uygun bir gelecek sağlamak isteyen anneanne ve çıkarı uğruna velayetten feragat eden Mary’nin babası etrafında, asıl olanın biyolojik bağlar mı yoksa sevginin, emeğin, sadakatin sağladığı kazanımlar mı olduğu sorularına cevap arıyor. Dayı-yeğen ilişkisini başından beri dokunaklı biçimde işleyen filmin tavrı elbette ki sevgiden yana. Hayatın sıradanlığına adeta selam duran film, deha da dahil, hiçbir yeteneğin kariyer planlamasına kurban edilmemesi gerektiğini savunuyor, bu anlamda kariyerin temel referans alındığı modern anlayışa da eleştiriler yöneltiyor.