|

Sıcak dağa çarpar köpükleri...

Bize ait bir içecek olan ayran, tarihin eski çağlarından günümüze bu adla gelmiş ve dünya dillerine de bu adla girmiştir. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde ak, akçakatık, çalkama, çalkamak, gövertmeç, katık, tutma olarak bilinse de yaygın ve evrensel adı ayrandır.

Yeni Şafak
16:14 - 9/08/2017 Çarşamba
Güncelleme: 16:17 - 9/08/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Alev topu sanki bardak dudağına değdi ya
Kıyılara çarpan köpükleri çık çık sıcak dağ
Alev topu sanki bardak dudağına değdi ya Kıyılara çarpan köpükleri çık çık sıcak dağ

- Arif Ay

Sıcak günler yaşıyoruz; yakıcı ve kavurucu. Bu mevsimsel sıcaklığı kat be kat aşan bir başka sıcaklık da Ortadoğu’daki zulmün, kıyımın ve acının yüreklerimizi dağlayan sıcaklığı. Kudüs’te İsrail zulmü, Suriye’de, Irak’ta Amerika’nın ve Batı’nın zulmü. Yüz yıldır süren bu zulümler, kıyımlar, yıkımlar “Kahrolsun!” nidalarıyla bitecek gibi görünmüyor. “Kahrolsun İsrail!” demekle İsrail kahrolmuyor. “Kahrolsun Amerika!” demekle Amerika kahrolmuyor. Batı kahrolmuyor. Bu kahrolsunları asıl Ortadoğu’nun başındaki zevata, krallara, emirlere, şeyhlere yönlendirmeliyiz. Akıl almaz servetlerinin üzerinde kurdukları ihtişamlı hayatlarının hesabı sorulmadan, tac-ı tahtları yerle bir edilmeden ne İsrail kahrolur ne de topyekûn Batı.


BİRÇOK DEYİM VAR

Mevsimsel sıcaklığın verdiği harareti bir tas ayranla düşürebiliriz. Bir ferahlığın vücudumuza yayıldığını hissedebiliriz. Ya zulmün yakıcılığını, kavuruculuğunu nasıl gidereceğiz? Bunu gidermenin tek yolu var; bütün Müslümanların İslam’ın kardeşlik ilkesini hayata geçirerek mallarıyla, canlarıyla cihat etmeleri gerekmektedir. Öncelikle de başlarındaki satılmışları alaşağı ederek.

Bu girişten sonra beyitimize geçelim ve önce ayrandan başlayalım.

Bize ait bir içecek olan ayran, tarihin eski çağlarından günümüze bu adla gelmiş ve dünya dillerine de bu adla girmiştir. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde ak, akçakatık, çalkama, çalkamak, gövertmeç, katık, tutma olarak bilinse de yaygın ve evrensel adı ayrandır. Ortaasya ve Anadolu Türk lehçelerinde anlam ve söyleyiş bakımından en az farklılık gösteren ayranın, Çavuşça ve diğer Türk lehçelerinde “oyran”, “ören” şeklinde değiştiği görülür. Rus tarihçi Vladimirtsov “Moğolların İçtimai Tarihi” adlı eserinde Moğolların ayrana airan dediklerini yazsa da Radlof bunu doğrulamaz ve “Büyük Türkçe Sözlüğü”nde sözcüğün karşısına soru işareti koyar. “Mukaddimet’ül Edep”de ayranın Moğolcada “unda’un” olduğu bilgisine ulaşıyoruz.

Göktürkler zamanında (M.S. 6-8) ekşiyen yoğurdun ekşiliğini azaltmak için içine su katılarak elde edilen ayran, o döneme ait kitabelerin birinde şöyle yer almıştır: “Kici ograş gelezde / Ter keleb kafazuga / Yayuk sovuk çeperdi / Ayran afazuga” (İnsan uğraş verdiğinde / Alnından ter boşalır / Yayık serinlik olsun diye / Ağıza ayran sunulur) Bu tarihi içeceğimize ait dilimizde pek çok deyim, atasözü ve efsane vardır. Sözgelimi, karasız, hemen her şeye gönül indiren ve hemen de vazgeçiveren kişiler için söylenen “ayran gönüllü” deyimi, şaşkın, dalgın, dikkatsiz kişiler için söylenen “ağzı açık ayran delisi”, konumuna, durumuna bakmamadan hak etmediği şeyler isteyenler için söylenen “ayranı yok içmeye, gümüş köprü ister geçmeye”, Ortaasya’da söylenen “evinde ayranı yok, kızının adını Yoğurt Bey koymuş” sözü bunlardan bazıları.

KİMİ ŞEKER KATAR KİMİ NANE

Bu topraklara Anadolu adının verilişinde ayranın payının olduğuna dair bir efsaneyi de burada zikredelim: Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat (1192-1237) ordusuyla Başköy Kalesi’nin fethinden dönüşü, Ankara Kızılcahamam Taşlıca köyünde bulunan “ayran taşı” adı verilen mevkiden geçerken Kırmızı Ebe adında yaşlı bir kadın bir bakraç ayranı oluğa döker. Bütün ordu bu ayranı hem içer hem de mataralarına doldururlar fakat ayran hiç bitmez. Onları seyreden Kırmızı Ebe “doldurun yavrularım” dedikçe, askerler “Ana dolu” derler. Rum diyarı olarak bilinen bu topraklar, bu olaydan sonra Anadolu olarak anılır.

Bursa’nın fethi sırasında askerlere ayran dağıttığı için Yoğurtçu Baba olarak bilinen ve Yoğurtçu Baba Dergâhı’nın kurucusu Ahmed İlâhî’yi de anmadan geçmeyelim. Bu dergâh Bursa’da kurulan ilk Nakşibendiyye dergâhıdır. Asıl adı Ahmed İlâhî Tekkesi’dir.

Batılı seyyahlar seyahatnamelerinde ayrandan söz etmeden geçmezler. Bunlardan biri de Hans Dernschwam’dır. “İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü” (Kültür Bakanlığı Yayınları, Çeviren: Prof. Dr. Yaşar Önen, 1992) adlı kitabının birkaç yerinde ayrandan söz eder: “En iyi yemekleri yoğurttur. Yoğurt, kaynatılmış sütten yapılıyor, tuzlu ve ekşidir. Türkler yoğurdu bir bez torbaya koyup gittikleri yere beraberinde götürüyorlar. Yemek esnasında bu yoğurdu su ile karıştırır, içine ekmek doğrarlar. Bunun içindir ki, Türkiye’nin her tarafında askerlerin kemerlerinde (kuşaklarında) birer kaşık vardır. Bu kaşıkları büyük bir kılıf içinde taşırlar ve böylece diğer milletlerden daha çok çorba içerler. Susadıkları zaman, zaten az olan suyun hepsini içmemek için yoğurdu ayran yapıp içerler.” (a.g.e., s.315) Ayran, dünyada başka ülkelerde de içilen bir içecektir. Örneğin Lübnanlılar yemeklerin yanında içine nane atarak, Hindistanlılar şeker atarak, Meksikalılar da kahvaltıda içiyorlar.

SEN SOĞUTTUN ANCAK YANIK YÜREĞ

Kazak Abdal’dan Ruhsatî’ye hatta günümüz şairlerine, şiirlerinde ayrana yer veren şair az değildir. Kazak Abdal:

Bir çubuğu vardır gayet küçücük

Zulm-fasidince keyif sürecek

Kırık çanağı yok ayran içecek

Kahvede fağfuri fincan beğenmez

derken, Ruhsatî ayran üzerine destan yazar:

Kadir Mevlâm şemimizi yandırsa

Pervanemiz serimizi döndürse

Herkes muhtacına bir tas gönderse

Nail olur sekiz hacca boz ayran

Seni görenlerin yüreği yağlı

Seni görmeyenin yüreği dağlı

Kaymağın torunu yağın öz oğlu

Alçak mertebeli yüce boz ayran

Ben neyleyim baklavayı böreği

Sen soğuttun ancak yanık yüreği

Mevlâm eksik etme dinin direği

Yanısıra bir güzelce boz ayran

Günümüz şairlerinden Erdoğan Alkan da “Elde Ayran Tası Var” adlı şiirini şöyle bitirir:

Davul sesi göz açanda duyduğum

Halay çeke çeke büyüdü soyum

Ben şehirli değil köy çocuğuyum

Belde azık elde ayran tası var

derken sıhhat ve lezzet kaynağı ayranı köye ait kılması, günümüzde ayranın hâlâ yoksul içeceği olduğu görüşünü doğrular niteliktedir. Oysa ayaküstü beslenmenin yaygınlaştığı şehirlerde döner ekmeğin yanında ayran da vazgeçilmez içecektir. Döner ekmek düşkünleri ayranı öyle ustalıkla yudumlarlar ki son lokmayla son yudum birbirine hasret kalmış insanların buluşması gibi ağızda sarmaş dolaş olup gırtlaktan kayıp gider. Ayranı döner ekmekten önce bitirirseniz döner ekmek yemiş sayılmazsınız.

Anadolu’nun bazı yörelerinde yağsız yoğurdu kurutarak elde edilen keş de ayranın katı olarak saklanma biçimidir. İhtiyaç duyulduğunda özellikle kış aylarında ıslatılarak ayran yapılır. Kalsiyum, potasyum, proteinle beraber birçok vitamini de içinde barındıran ayran, sağlık uzmanlarına göre yaz aylarında sıcakların etkisiyle baş ağrısı, tansiyon düşmesi, nefes darlığı gibi belirtilere de çözüm için başvurulacak bir adrestir.

Ayran denildiğinde akla daha çok yaz ayları ve sıcaklar gelir. Oysa ayran dört mevsim içilecek bir içecektir. Ayranın kışın da içilen bir içecek oluşunu Sabahattin Ali’nin “Ayran” adlı acıklı öyküsünü okuyunca anlarız. Kardeşlerine ekmek götürmek için kış günü istasyonda ayran satan küçük Hasan’ın eve dönüş yolunda soğuktan donması, ayranın insanın ferahlatan özelliğini silip süpüren yürek parçalayıcı bir öyküdür.

Sıcak içeceklerden çay ve süt, soğuk içeceklerden meyam şerbeti ve ayran, Nuri Pakdil’in sağlıklı ve bilinçli beslenme listesinde yer alan içeceklerdir. Nuri Pakdil, yukarıdaki beyitte ayranın içildikten sonra hararetten alev topuna dönmüş dudaklarda bıraktığı köpükleri denizin kıyılara çarpan dalgalarının çıkardığı köpüğe benzetir ve araya dağ imgesini koyar. Bu imgeyle ferahlamanın verdiği güçle bir yüceliğe erişmeyi, bir şükrü eda etmeyi imâ eder. Dağ, Nuri Pakdil’in imgeleminde çok zengin çağrışımları olan bir sözcüktür. Yüceliği imlemesinin yanında tefekkürü de hakkı ve hakikati de algılamanın ve idrak etmenin mekânıdır dağ. Peygamberimize ilk vahyin Hıra Dağı’nda gelişi bunun ilk somut belgesi. Hemen hemen bütün peygamberlerin hayatında dağ bir durak olarak vardır zaten. Nuri Pakdil’in imgeleminde dağ, karanlığa direnişin ve zulme başkaldırışın bir mekândır. Tıpkı Goethe’nin şu sözünde olduğu gibi: “Dağlar, dilsiz ustalardır ve suskun öğrenciler yetiştirirler.”

(*) Osmanlı Simitçiler Kasidesi 20

#kitap
#anadolu
#dağ
7 yıl önce