|

Sistem karşıtı hareketler

Hasan Ali Yıldırım
00:00 - 13/02/1999 Cumartesi
Güncelleme: 18:23 - 5/11/2013 Salı
Yeni Şafak
Sistem karşıtı hareketler
Sistem karşıtı hareketler

Immanuel Wallerstein'in 'İslam, Batı ve Dünya Sisteminin Geleceği' adlı yazısının, mevcut dünya sistemine karşıt hareketleri ele aldığı ikinci bölümünü yayınlıyoruz. 'Ne oldu da İslam, Batılı hegemonik güçler tarafından en büyük şeytan ve en büyük düşman olarak sunulmaya başlandı?' sorusunu sorarak ilk bölümü bitiren Wallerstein, bu bölümde ise İslam ile 'fundamenta-lizm'in niçin yanyana gelemeyece-ğini belirttikten sonra, üç kutuplu dünya sistemi üzerinde duruyor.

Immanuel Wallerstein

Ne oldu da İslam, Batılı hegemonik güçler tarafından en büyük şeytan ve en büyük düşman olarak sunulmaya başlandı? Hepimizin de bildiği gibi, belli bir süreden bu yana İslam ülkelerinde çoklukla "İslami fundamentalist", yer yer de "İslami entegrist" olarak lanse edilen önemli toplumsal/dini hareketler varlıklarını hissettirmeye başladı. Bu tür yafta(lama)lar, bilebildiğim kadarıyle, bu hareketlerin kendilerini tanımlamak için bizzat geliştirdikleri adlandırmalar değil; Batı dünyasında ve medyasında "uydurulan" ve kullanılan etiketlerdir. Bu hareketler, İslam ülkelerinde ise "İslamcı" olarak adlandırılıyor.

'İslami fundamentalizm'

Peki, Batılılar'ın bu "yafta"ları nereden kaynaklanıyor ve ne amaçla, neye atfen kullanılıyor? Burada sözkonusu ifadelerin İslam dünyasından değil, Hıristiyan/Batı dünyasından neşet ettiği gerçeğine özellikle dikkat çekmek isterim. Fundamentalizm kavramı, 20. yüzyılın başlarında ABD'deki Protestanlık tarihinde ortaya çıkan (özellikle Baptist kilisesinde yaygın olan) Hıristiyanlığın temellerine (fundamental'lere) dönüş anlamına gelen bir kavramdır. Protestanlar, çeşitli modernist, hatta laik fikirlerin Hıristiyan teolojisini ve pratiklerini işgal ettiğini ve Hıristiyanlığı ters yüz ettiğini belirtiyor ve bu yüzden temellere dönüş çağrısı yapıyorlardı. Temellere dönüşten sözederken, Hıristiyanlığın inanç ve ibadet ilkelerinin "bozulmadığı", "saflığını" koruduğu ilk dönemlerine dönme arzusunu ve özlemini dillendiriyorlardı.

'Sahih bir İslam' arzusu

Entegrizm kavramı ise Batı Avrupa'da, özellikle de Fransa'da Katolikler'in tarihinde ortaya çıkan; modernist ve/ya nasyonalist (ulusçu) görüş ve pratiklerin yıkıcı etkilerinden arındılmış, saf ve samimi inanç temellerine dönmeye çağıran bir kavramdır.

İslami fundamentalizm (veya entegrizm) de, İslam dünyasında ortaya atılan modernist görüşlerin ve pratiklerin, müminlerin inançlarını zedelediğini, kafalarını karıştırdığını düşünen İslamcı grupların, daha sahih, daha doğru ve daha arı duru inanç ve pratiklere dönme, sahip çıkma çağrısı yapar.

Hıristiyanlığın dini tarihine baktığımızda, fundamentalist kavramının nereden ve nasıl ortaya çıktığını görebiliriz. Ancak her şeyden önce bu kavramın İslam'a ait bir kavram olmadığını söylemek zorundayız. Kaldı ki, bugün yalnızca Hıristiyan ve "İslamcı fundamentalist"ler'in yanısıra Yahudi, Hindu ve Budist fundamentalistler de var ve bunların hepsi "modernist", laik eğilimlerin reddedilmesi, dini pratiğin pür/iten haliyle kabul edilmesinde ısrar edilmesi, dini geleneğin saf halinin kutsanması, ebedi ve değiştirilemezliği gibi belli bazı ortak özellikleri paylaşırlar. Dahası, bütün bu fundamentalist akımların, hatta Hıristiyan fundamentalistlerimizin bile üzerinde müttefik oldukları bir başka özellik de, bunların modern dünya sistemindeki hakim güç yapılarına karşı çıkmalarıdır. İşte, dini toplulukta, temellere dönüş çağrısı ve sistem-karşıtı retorik, bu hareketlerin hem en tanımlayıcı özelliğidir; hem de evrilen Modern Dünya Sistemi tarihindeki önemlerinin analiz edilmesinde kilit rol oynamaktadır.

Sistem-karşıtı hareketlerin başlıca iki formu, toplumsal ve milliyetçi hareketlerdi. 1945 sonrası dönemde bu hareketler tüm dünya çapında çok iyi örgütlenmişlerdi. Böylelikle, dünya genelinde de facto (geçici) bir üçlü kutuplaşma ortaya çıkmıştı.

Modern Dünya Sistemi'nin ekonomi politiği

Şimdi de dini meseleleri birazcık bir tarafa bırakıp, Modern Dünya Sistemi'nin ekonomi politiğine bakalım. Peki, ne görüyoruz karşımızda?.. Bu sistem Batı Avrupa'da ortaya çıktı ve birkaç yüzyıl içinde de tüm dünyaya nüfuz etti. 19. yüzyılda modern-dünya-sistemi içinde bastırılmış grupların çıkarlarını savunan sistem-karşıtı hareketler ortaya çıktı. Bu hareketler, dünya sistemini, daha demokratik ve daha eşitlikçi bir sisteme dönüştürmeyi başlıca hedefleri olarak belirlediler.

Sistem-karşıtı hareketlerin başlıca iki formu, toplumsal ve milliyetçi hareketlerdi. 1945 sonrası dönemde bu hareketler tüm dünya çapında çok iyi örgütlenmişlerdi. Böylelikle, dünya genelinde de facto (geçici) bir üçlü kutuplaşma ortaya çıkmıştı. Sistem-karşıtı toplumsal hareketler, 1. ve 2. Enternasyoneller'den sonra ortaya çıkan Sosoyal-Demokrat ve Komünistler olmak üzere temelde iki kampa ayrılmıştı. Bu iki kamp da, işçi sınıfının çıkarlarını kendilerinin temsil ettiğini iddia ediyordu. Bu iki hareket, imparatorlukların sınırları içinde yaşayan ulusal kimlikleri tanınmamış "halklar" adına konuşan ve milli devletler yaratmanın yollarını araştıran milliyetçi hareketlerden farklıydı.

Bu üç sistem karşıtı hareket de, 1850-1945 yılları arasındaki dönemde ortaya çıkmıştı ve temelde siyasi olarak zayıftı. Tarihin kendilerinden yana oldunuğuna ve davalarının bir gün mutlaka başarıyla sonuçlanacağına inanıyorlardı. Kendi içlerinde yaşadıkları yoğun tartışmalardan sonra, iki aşamalı bir tarihi stratejiyi uygulamaya koymaya karar vermişlerdi: İlkin, bir devlet kurmak; ikinci olarak da dünyayı dönüştürmek. 1945'ten sonraki ilk çeyrek asır içinde bu hareketlerin sözkonusu iki stratejiden ilkini hayata geçirmeyi başardıkları gözleniyor.

68 hareketine katılanlar, saldırganlığı ve haksız hegemonyasından ötürü ABD'yi; egemen dünya sistemiyle çatışmaya girmeyi göze alamadıkları için değilse bile, egemen dünya sistemine türlü şekillerde muhalefet etmeye yanaşmadıkları için Eski Sol hareketleri sert biçimlerde eleştirdiler ve kınadılar.

Üç kutuplu dünya

Bu üç hareket, coğrafi olarak dünyayı üç kutba böldü. Komünist hareketler, Orta Avrupa'dan kuzey Pasifik'e kadar dünyanın üçte biri demek olan bir bölgede iktidara geldiler. Sosyal Demokrat hareketlerse Batı Avrupa'da, Kuzey Amerika'da ve Avustralya ve çevresindeki adalarda iktidarı ele geçirdiler. Şimdilerde ulusal kurtuluş hareketleri olarak adlandırılan milliyetçi hareketler, Asya ve Afrika'da, benzer popülist hareketler ise Latin Amerika'da iktidara geldiler.

Sistem-karşıtı hareketlerin böylesine siyasi bir tırmanış ve başarı elde etmesi konusunda dikkat çekilmesi gereken iki önemli nokta var: Birincisi, bu hareketlerin başarılı sonuçlar almalarının, dünya sisteminde ABD'nin gücünün tırmannışa geçtiği ve dolayısıyla sistem-yanlısı güçlerin en fazla koordinasyon içinde oldukları, en fazla bütünleştikleri ve belki de en fazla güçlü oldukları bir zaman dilimine denk gelmesi paradoksal ama dikkat çekicidir.

İkinci olaraksa, bütün bu hareketlerin ilk stratejiyi hayata geçirmeyi, (yani devletleşerek bir güce sahip olmayı) başarmaları, amaçlarını tam olarak gerçekleştirdikleri anlamına gelmez. Bunun için, bu hareketlerin benimsediği ikinci stratejiyi, yani dünyayı dönüştürme hedefini gerçekleştirip gerçekleştiremediklerine bakmak gerekir.

1968 Dünya Devrimi, işte bu paradoksal duruma bir tepki hareketiydi: Bir yandan ABD'nin tüm dünya üzerinde hegemonya kurması ve dünya sistemine kendisinin çeki-düzen verecek güce ulaşmış olması; öte yandansa hem sistem karşıtı hareketlerin handiyse tüm dünya genelinde ilk stratejilerini hayata geçirmeyi başarmış olmaları, hem de Eski Sol ismi altında toplayabileceğimiz hareketlerin, bulundukları ülkelerde iktidarı ele geçirmelerinden kaynaklanan bir paradokal durum var karşımızda. 68 hareketine katılanlar, saldırganlığı ve haksız hegemonyasından ötürü ABD'yi; egemen dünya sistemiyle çatışmaya girmeyi göze alamadıkları için değilse bile, egemen dünya sistemine türlü şekillerde muhalefet etmeye yanaşmadıkları için Eski Sol hareketleri sert biçimlerde eleştirdiler ve kınadılar. Sistem karşıtı hareketlerin dünya sistemine çeki-düzen veren ABD'ye karşı çıkmaları elbette ki kaçınılmazdı. Ancak başlangıçta Avrupa'nın kontrolündeki dünya sistemine muhalefet eden Eski Sol hareketlere karşı 68 devrimcilerinin başlattığı muhalif tavır, ilerde somut sonuçlar doğuracak olması bakımından oldukça anlamlıydı.


25 yıl önce