|

Sömürgecilerin dayattığı kesinlikler

Modern zamanlar boyunca toplumlarımızın maruz kaldığı kültürel istila, özgün ve özgür bir tahayyüle/tasavvura geçit vermediği gibi, zihinsel ve ruhsal yetilerimizi de standartlaştırıyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/02/2017 Pazartesi
Güncelleme: 23:26 - 12/02/2017 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


İslam dünyası toplumları, bir yanda hızlandırılmış Batılılaştırma yoluyla, diğer yanda yoğunlaştırılmış geçmişçilik/gelenekçilik/statükoculuk yoluyla çok ciddi bir biçimde kültürsüzleştirildiler. Hayatiyetlerini sürdürebilmek, var kalabilmek için toplumlarımız bir tür şizofreniyi seçtiler. Hangi yönde gerçekleştirilmiş olursa olsun, her türden taklitçilik, özgünlüğün ve özgürlüğün nasıl bir şey olduğunu unutturdu. İster geçmişe ister modernliğe yönelik olsun, taklitçi politikalar, toplumlarımıza kendi gerçekliklerini tanımlama bilincini / yeteneğini bütünüyle kaybettirdi. Toplumlarımızda, ilerleme ve kalkınma ideolojilerinin mutlaklaştırılması nedeniyle, kültürel hassasiyetler, kaygılar, sorumluluklar bütünüyle terk edildi.



Modern ya da geleneksel anlamda dayatılan taklitçi her eğilim, yaklaşım, kültürel/felsefi/estetik üretimi imkansız kıldı. Modernleşme saplantıları sebebiyle, başkalarının yapılarını, ölçütlerini, değerlerini benimseyen topluluklar için, bu toplulukların bağımsızlaşmaları için yapılabilecek hiç bir şey kalmadığı ya hiç anlaşılamadı, ya da çok geç anlaşıldı. Bu tür toplumlarda, kültürel/felsefi/estetik üretim yapılamayınca, kültür ve estetik, folklore indirgendi. Kendi tercihlerini, yaklaşım ve yöntemlerini gerektiğinde tartışma konusu yapamayan toplumlar/halklar, kültürler, varoluşsal belirsizlikler içine girdiler. İslam dünyası toplumları modernleşme yönünde yaptıkları tercihin, Aziz İslam'ın, Aziz Kur'an'ın bir referans sistemi olmaktan, yapısal bir model olmaktan çıkarılmasıyla sonuçlanacağını öngöremediler.



OTORİTE İDEOLOJİLERİNİN TAHRİBATI


Otorite ideolojileri, Aziz İslam'ın dünyevi (siyasal-ekonomik-hukuki-felsefi) meşruiyetine son vererek İslami meşruiyeti metafizik meşruiyetle sınırlandırdı. Otorite ideolojileri ulus-devletleri tek model olarak dayatınca, Müslümanlar ortak İslami tahayyül/tasavvur/dil/bilgi/kavram ve kurumları kaybederek, ulus-devletlerin diliyle/çıkarlarıyla/bencillikleriyle konuşmaya, düşünmeye, yaşamaya başladılar. Ulus-devletler arasında yaşanan çıkar ayrılıkları, aykırılıkları, rekabetleri, çatışmaları, bugün de yaşadığımız üzere, maalesef, aziz Ümmet'in çocuklarını birbirlerine düşürdü.



Her ulus-devlet, kendi çıkarlarına, bencilliklerine haklılık kazandırmak üzere İslam'ı amansız bir biçimde istismar ediyor. Gücün insani ve ahlaki sınırlar içerisinde kullanılmadığı bir dünyada, zayıflar özgürlük ve adaletten mahrum bırakılabiliyor. Etnik bencillikler, mezhep bencillikleri, partizanlıklar, hizipçilikler, tektiplilik yanlısı topluluklar oluşturuyor. Bu durumda, her bencillik kendi hikayesini, kendi parçasının çıkarlarına göre çarpıtarak anlatıyor. Bütün bu olup bitenler, ulus-devlet kutsalları adına, Aziz İslam'ın temel-merkezi-varoluşsal anlamlarından boşaltılması sonucunu doğuruyor. Ulus-devlet bencillikleri, İslam'ın parçalanarak merkezsizleştirilmesine neden oluyor.



İslam'ın bir yanda ulus-devletler aracılığıyla, bir diğer yanda gelenekçilikler, mezhepçilikler ve milliyetçilikler aracılığıyla, dünyaya/insanlığa ve tarihe yabancılaştırılmış olması, kolonyalist/sömürgeci paylaşım politikalarının hangi ölçüde belirleyici hale gelmiş olduğunun açık bir kanıtıdır. Avrupa ve Anglo-Amerikan ideolojik-ırkçı evrenselciliği karşısında, Müslümanların, ulus-devlet, milliyetçilik, mezhepçilik sınırlarına geri dönmeleri kadar büyük bir trajedi tasavvur olunamaz.



KÜRESEL ÜRETKENLİK YETENEĞİMİZİ KAYBETTİK


Müslümanlar olarak, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı olarak, dünya vizyonu olmayan bir din algısına ikna edildiğimiz için olacak, İslami olmayan kapitalist-seküler-liberal bir düzende, İslami varoluşumuzu, toplumu, kültürü nasıl temsil ve tecrübe edeceğimizi konuşmuyoruz. Bunları konuşmadığımız için, dünya vizyonunu kaybeden, kapitalist-seküler-liberal dünyanın-düzenin müsahaması, izni, dayatmaları altında varlığını sürdürmeye çalışan bir din algısının, yaklaşımının, yeniden tarihe dönmesinin, tarihin öznesi olmasının, yeni bir dil ve medeniyet inşa etmesinin nasıl mümkün olabileceğini, mümkün olup olmayacağını düşünmüyoruz. Müslümanlar olarak kullandığımız dilin, tarzın/tavrın ahlaki eyleme ve bilince dönüşüp dönüşmediğine dikkat etmemiz gerekir. Yeni bir modeli, İslami bir modeli teklif edememek, tartışmaya açamamak, modernleşmenin kibirli meydan okumaları karşısında sessiz kalmamıza neden oluyor. Modern zamanlar boyunca toplumlarımızın maruz kaldığı kültürel istila, özgün ve özgür bir tahayyüle/tasavvura geçit vermediği gibi, zihinsel ve ruhsal yetilerimizi de standartlaştırıyor. Her alanda, edilgin alıcılar haline getirildiğimiz için, kültürel üretkenlik yeteneğimizi kaybettiğimizi farketmiyoruz.



Günümüz dünyasında kitlesel medya aracılığıyla 'anında evrenselleşmeler' yaşanıyor. Kitlesel medyanın yerel kaynaklı farklılıkları aşan bir özelliği var. Kitlesel medya bütün yapıları, siyasal/ekonomik/kültürel bir şekilde dönüştürebiliyor. Bu durum yeni bağımlılık biçimleri oluşturuyor. Ulusal-ötesi bilgi akışı, kültürün sanayileşmesi, Anglosakson kültür emperyalizminin oluşturduğu kültürel tekel, hangi toplumda yaşıyor olursak olalım, kitlelerin gerçek dünyayı nasıl algılamaları gerektiği noktasında belirleyici olabiliyor. Bu noktada İslam dünyası toplumlarının, ulus-devletlerinin kültür politikaları konusunda doğru sorular sormaları, doğru çözümlemeler yapmaları, hayati önemi olan bir konudur. Kültürel, entelektüel, felsefi ülkesizleşme sorunu, milliyetçiliklerle, popülizmlerle, hamasetle ve romantizmlerle aşılamaz. Hangi alana ilişkin olursa olsun, yeni bir inşa, yeniden bir inşa, ancak sömürgecilerin dayattığı kesinliklerle hesaplaşabilecek kapsayıcı kültürel içerikle mümkün olabilecektir.


#İslam Dünyası
#Batılılaşma
7 yıl önce