|

Statükonun bürokratları

Devlet, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra resmi ideoloji, statükonun devam etmesi, mutlaklaştırılması açısından ideolojileri, fikir hareketlerini zorunlu ve fakat araç olarak görür, mekanizmayı buna uygun işletir. Burada etkili öteki güç “bürokrasi”dir.

Yeni Şafak
04:00 - 23/01/2017 Pazartesi
Güncelleme: 00:15 - 23/01/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Ercan Yıldırım


Türk siyasi hayatını kalın çizgilerle basit ikilemlere ayırarak anlamak mümkün, “halka tepeden bakanlar, halk için çalışanlar, halka değer verenler” en bariz ve geçerli olanı. Devletçilik - serbest piyasacılık, içe kapanmacılık - dışa açıklık, dini baskı altına almak – dini serbestçe yaşatmak... popülizmi vülgarize edecek denli temel karşıtlıklar olmasına rağmen basit parti ihtilaflarının ötesine geçip yerleşik düzende karşılık bulmaz.



Türkiye'de devletçilik uzun zaman milli sermaye yaratma başlığı altında kapitalizmi yerleştirmeye çalışırken, elitlerin çıkmasına neden oldu; toplum olarak feodal düzenden gelmiyorduk, Osmanlı, toprağı belirli ellerde toplamayı reddetti, kurulan sanayinin yine sayılı seçkinlerde temerküz etmesine de müsaade etmedi, İslam kimseye ayrıcalık tanımıyordu... Osmanlı, kapitalizmin en temel cüzlerini elinin tersiyle ittiği için de battı!



İttihatçılarla birlikte yeni zenginler, yeni sınıflar, yeni elitler inşa edilmeye başlandı, devletçilik yeni devletin bariz vasfıydı ama altından zenginleştirilen kesimler çıkıverdi. İçe kapanırken de dışa açılırken de ideolojik yönelimlerin hemen hiçbir etkisi olmadı, devlet ne istediyse, hatta bürokrasi neye temayül gösterdiyse ülke oraya yönlendi.



Kadro dergisinin ideolojik vasfının, ekonomi-politiği zenginleştirecek tezlerin devletin yürüyüşüne altlık olarak düşünülmesi fikir hayatımız için zaten kötü bir örnektir. Yön'ün beklenen “o büyük gün”, askeri darbeyle kurulacak baas yönetimi için epey malzeme biriktirmesi de benzer yönelimden kaynaklanır.



Biz Türklerin bir ideolojisi oldu mu, ideolojilerimizin Türk siyasi hayatına, fikir dünyamıza, milletin âli menfaatlerine bir katkısı oldu mu, bunu epey tartışmak gerekir.



Biz Türklerin bir ideolojisi olsaydı eğer bugün mesele biriktiren değil meseleleri hallolmuş ülkeye sahip olurduk. Osmanlı adamı yığılan meselelerin hal yolunu bulmak için kendince doktrinler geliştirdi, İslamcılık, Osmanlıcılık, sonradan Türkçülük biraz da devletin uhdesindeki bürokratik işleyişe bağlı şekillendi. Batıcılık zaten kadim çıkış yollarımızın menşeini göstermesi açısından batıya gönderilen aydınların ikinci kuşağının temel savunmasıydı.



Genç Osmanlılar da aynen 17. asır devlet adamı gibi düşünüyordu, Koçi Bey Risalesi'nde eski düzene geri dönmeyi öneriyordu, batı gören aydınımız Şeriat'ın klasik versiyonunu yeniden ikame etmeyi tavsiye ediyordu.



STATÜKO SCF İLE KURULDU


Cumhuriyet döneminde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası, liberalizmin temsilcisi olarak sunulsa da esasında devletin kuruluş yıllarındaki temel resmi ideolojinin belirlenmesi esnasındaki çatışmayı, kavgayı, sıkıntıları gösteriyordu.



Çekirdek kadro Fethi Bey'e gösterilen ilgi karşısında ürktü, dahası Osmanlı bakiyesi tüm klasik yapıların SCF'yi tutması devletin üzerine oturtulacak ilkelerini sarsabilirdi. SCF ile birlikte Kemalist zihne tehdit oluşturacak yapılar, fikirler, hassasiyetler körleştirildi.



Türk siyasi hayatı o tarihten sonra ideolojiler, fikir hareketleri, siyasi yapılar nereye kadar giderlerse gitsin, hangi uçtan seslenirlerse seslensinler mutlaka 1930 şartlarına döndürecek şekilde çalışmaya, işlemeye başladı. Hiçbir ideolojinin, siyasi hareketin SCF'deki gibi sınırları aşmamasına özen gösterildi.



Türkiye, 1930 yılındaki dilde, tezlerde, siyasette, dinamikte donduruldu; komünizm güçlenebilir, sosyalizm bir alternatif olarak çıkabilir, liberalizm alıp başını gidebilir, İslamcılar iktidara gelebilir, milliyetçilik ve Türkçülük kendi ırmağını taşırabilir ama hiçbirisi 1930'daki konjonktürü, katılaşmış devlet mekanizmasını ve ilkelerini çiğneyemez!



Türkiye'de devletin en büyük geleneği hesaplaşma kültürüdür.



Devlet elbette bünyesindeki dinamiklerle, fikirlerle, kişilerle hesaplaşmalı fakat Türkiye'deki kurucu kimlik dışı siyasi söylem, harici sesleri kısmakta mahir.



Öyle ki, Kemalist ilkelerin dışında akıp giden ideolojiler ve fikir hareketleri kamusal alanda varlık göstermeye başlayınca, hesaplaşma kültürü devreye girer. Kabul etmek gerekir ki demokratik hayatla beraber dünya sisteminin de tesiriyle yepyeni metotlar işlemeye başladı.



TÜRK – İSLAM SENTEZİ


40'lı yıllardaki Turancı eğilim bastırılarak Anadoluculuğun daha mülayim kısmı Türkçülük ve milliyetçilikte siyasi barem haline geldi.



60'lı yıllardaki sosyalist hareket enternasyonel boyutunu 70'lerin sonlarına doğru terk etmesinde TİP'in yerli sosyalizmi, İslam sosyalizmi gibi “milli ve yerli” aşılar etkili oldu. Sosyalizm 80'li yıllardan sonra kendini neoliberalizmin kollarına attı, çevrecilik, feminizm, etnik ve gayri müslim iddiaların savunucusu haline gelirken enternasyonal ideallerden, sınıf çatışmasından, proleter devrimden eser kalmadı.



İslamcılık zaten 27 Mayıs'la farklı bir evreye tercümeler, Anadoluculuk, radikal eğilimlerle geçti; Milli Görüş modernleşme, kalkınmacılık, ahlak, maneviyat, ümmetçilik, medeniyet, Kur'an'ın Anayasa olması, Şeriat taleplerinin hepsini bir kanalda kotarabilmeyi becerdi.



Milliyetçilik, Turancı ideallerden, Osmanlıcı yayılmacılıktan sıyrılıp Atatürk milliyetçiliğini önce sağ – sol çatışması sonra PKK tehdidiyle oturtmayı başardı.



Liberalizm burada belki de tek kendini ifade edebilen ideoloji gibi görünse de yine elitlerin kontrolünden dışarı çıkamadı. Neoliberalizm geleneksel elitlerin etkisini belli bir süre kırıyor gibi durdu fakat 2011 sonrasında tekrar liberal eğilimler düşüşe geçti, bugün liberal siyasetin tüm tezleri, hendek savaşları, 7 Haziran süreci, 15 Temmuz darbe girişimiyle çöktü.



Sosyalizmin, İslamcılığın, Türkçülüğün, milliyetçiliğin... CHP'nin, merkezdeki ve diğer siyasi partilerin gündemleri Türkiye'nin mayın tarlasına dönüşen üç sorununda kilitlendi; etnik bölünme, mezhep farklılığı ve laik-antilaik karşıtlığında ifadesini bulan ilerici-gerici, seküler-dindar gibi çoğunca suni kavgaya dönüşen toplumsal alanda...



Türkiye'de ideolojiler ve fikir hareketleri hiçbir varlık gösteremeden, Türkiye'ye ufuk çizemeden, millete hakiki yolu inşa edemeden devletleşerek resmi ideolojinin “renklerinden bir renk” oldu.



Kemalist ideolojinin cezri yönlerinin bastırılması haricinde siyasal söylem ortalama Türk – İslam sentezinin ruhunda çakılı kalır.



BAŞKANLIK VE DEĞİŞİM


Devlet, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra resmi ideoloji, statükonun devam etmesi, mutlaklaştırılması açısından ideolojileri, fikir hareketlerini zorunlu ve fakat araç olarak görür, mekanizmayı buna uygun işletir. Burada etkili öteki güç “bürokrasi”dir.



Bürokrasi devletin beka meselesinde uzatmaları oynatabilecek kıvraklığa sahip olduğu gibi ideolojik yönelimlerin ortada buluşmasında en etkili güçtür. Ortanın Solu söylemine geçen CHP Türk siyasi hareketinin ortalamasıdır esasında.



Ecevit bu bürokratlardan biriydi.



Siyasetçilerin pek çoğu, resmi ideolojinin siyasal bürokrasisinin temsilcileri olarak öne çıkan ideolojik yapıları ortalamaya çekmeye bayılırlar, haliyle statükonun yeni değişimci güçlerle mutlaklaştırılmasında rol sahibidirler.



Bu açıdan hiçbir zaman bir ideolojinin, siyasi fikir hareketinin iktidara geldiği vaki olmamıştır; zenginleştirilen elitlerden biri bunu “Türkiye mi Refahlaşacak, Refah mı Türkiyelileşecek, göreceğiz” sözleriyle ifade etmişti.



Resmi görüşün siyasi bürokrasisinin en basit ideolojisi Türk – İslam sentezinde kendini gösteren, Türkiye'yi “ne Türk ne İslam” olmaya; kadim Türk ile İslam'ın kopmaz bütünlüğüne izin vermeyen en kaba anlayıştır.



Başkanlık sisteminin Türkiye'de bu kısır döngüyü ne derece kıracağını önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Hala değişimin, dönüşümün tek aktörü, İslamcı kadronun tek hâmisi Cumhurbaşkanı Erdoğan...



Milletin “güçlü devlet” özlemi, “adalet dairesi” arayışı, bildiğin Koçi Bey Risalesi'yle, Genç Osmanlıların tezlerindeki klasik dönem arzusu Kerim devlet idealiyle kesişiyor.



Tanpınar'ın “imanımızı giyinmiş öylece yaşıyorduk” dediği Türk varlığı bürokratların ellerinde öldürülüyor, Kerim devlet ise yakın dönemde sadece İstiklal Harbi ruhunda yaşıyor!



#Türkiye Cumhuriyeti
#Statüko
#Bürokrasi
7 yıl önce