|

Suyun sonsuz yolculuğu

Su imgesi neredeyse bütün kültürlerde arınmayı, hayat bulmayı, canlılığı ifade eder. Su, hayatın can damarlarında dolaşıp bir yerlerden ummana kavuşmak için yol arayadursun, ansızın iki şairin yolları, birleşen ırmaklar gibi kesişiverir. Birbirinden habersiz iki şair, çok benzer imgeyle işlerse, üstelik de aynı konuyu, buna tesadüf mü denir?

Yeni Şafak ve
04:00 - 12/11/2016 Cumartesi
Güncelleme: 20:26 - 11/11/2016 Cuma
Yeni Şafak
MELİKE GOKCAN



Yümn-i na'tinden güher olmuş Fuzûli sözleri


Ebr-i nîsandan dönen tek lü'lü-i şeh-vâre su




Denir ki, dünyada karşılaştırmalı edebiyatın doğuşu, Goethe'nin 1795 yılında yayınladığı “Karşılaştırmalı Anatomi” (Erster Entwurf einer allgemeinen Einleitung indie Vergleichende Anatomie) yazısıyladır. Goethe, burada tüm tabiat tarihinin karşılaştırma esasına dayandığını anlatır. İşte, söz konusu bilim dalının çıkış noktası bu sözlerdir. “Weltliteratur/ Dünya Edebiyatı” adlandırması da yine ona aittir.



Post-modern edebiyat kuramcıları her eserin bir “yeniden yazma”; her metnin bir ilişkiler ağı, bir esinlenme, ilham alma ürünü olduğunu iddia ederler ki, edebiyat tarihi bu teoriyi haklı çıkartan örneklerle dolu. Dünyanın her yerinde sesleri, sözleri birbirine karışır eserlerin. Mânâ ırmağı bir yol bulup denize akar her yerden.



İKİ ŞAİR TEK TASAVVUR



Birbirinden habersiz iki şair, çok benzer imgeyle işlerse, üstelik de aynı konuyu, buna tesadüf mü denir? Goethe, Doğu kültüründen olduğu kadar Hz. Peygamberden de derinden etkilenmiştir. Ama Türkçe bilmediği ve Fuzûlî'nin herhangi bir tercümesinin eline geçmediği de bilinmektedir. Oysa her iki gönül şairi, Hz Peygamberi anlatan birer na't yazdıklarında kalemleri su gibi birbirine akar, nedense. İki farklı coğrafyada, iki ayrı dünyanın insanı peygamber tasavvurlarında “su” imgesiyle buluşurlar. Hem birbirlerinedir akışları, hem farklı mecralara. Bir güç onları suyun derinlerine çekerken, hem aynıdır ilhamları, hem apayrıdır tasavvurun akış yönü.



Almanya'nın yemyeşil şehirlerinde, coşkun akan sulara dalar gözleri Batılı şairin; sapsarı bir çölün derinliklerinde, gözlerini yumar da suya dalar hayali Doğulu şairin. Su, birinden diğerine akar, birbirlerinden habersiz. Çünkü imge evrenseldir. Bu bağlamda, Mircea Eliade'ın imgeyi besleyen kaynakları izleyerek tüm yolları, dinler tarihine ve buradan beslenen arketiplere çıkarması son derece aydınlatıcı. Psikolojide de Jung'dan gelen etki, insanlığın ortak hafızasının insanda gizli bir bilgi, bilinçdışı bir potansiyel olarak yaşadığı yönündedir. Bilinçdışı, bir yerde dalgalanır ve binlerce yılın hazinesi olan o uyuyan bilgiler suyun yüzüne çıkar. Bazı imgelerin doğuşu böyledir.



BAZEN DAĞITIR BAZEN BESLER



“Su” imgesi neredeyse bütün kültürlerde arınmayı, hayat bulmayı, canlılığı ifade eder. Pınardan fışkıran su hayat kaynaklarını; çağlayarak akan sular ilahi vecdi, “cûş u hurûş” halini; okyanuslara koşan akarsu, “küll”e aşk ve vecd ile atılan “cüz'”ü; saf ve berrak su, arınmayı; ölümsüzlük suyu olan “ab-ı hayat” “Hayy” olana kavuşmayı anlatır.



Sular her kalıba her hale girebilir veya kalıpları yıkıp geçebilir. Varolanı besleyip büyütür, bazen de yıkar, dağıtır, gider.



Suya versin bağban gülzârı zahmet çekmesin


Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su





Fenomenolog Gaston Bachelard, “Su ve Düşler” kitabında suyun her halinin insanın yeryüzü macerasında bir duruma işaret ettiğini anlatır. Buna göre su, bilinmeyen enerjinin, ruhun ölçüsüz güçlerinin, gizli motivasyonların sembolüdür. Bu yüzden su, tüm dinlerde, tüm tasavvur ve inançlarda hayatın özü olan cevherdir. “İkisi de imgeleri yansıtan berrak suların ve ilkbahar sularının bütün oyunlarına, bu sulara bağlı şiirin bir bileşenini eklemek gerek: serinlik...” der, Bachelard. Burada serin suların uyarıcı, uyandırıcı etkisi söz konusudur.





Suyun bu uyarıcı, diriltici enerjisi peygamberi duyumsatan en güçlü alegorilerden biridir, kuşkusuz. Suyun gücünün bir dinamiği vardır. Bu ise debisi yüksek bir akışın çekme, toparlama ve mesafeleri hızla aşma özelliğidir. Coşku uyandıran bir güç.





Kayalıklardan fışkıran,



Şu neş'e pınarına bakın,



Bir yıldız çakışı sanki



Bulutlar üzerinde



Taptaze gençliğiyle



Sıyrılıp bulutlardan



Raks eder gibi iner mermer kayalara



Haykırır sevincini yine



Sinesinden asumana



Goethe'deki bulutlara yükselircesine köpüren coşkun neşeyi, o neşedeki yaratıcı özün dönüştüğü “akarsu” imajını, hüzün şairi Fuzûlî, aynı gözle görmez, aynı sembollerle ifade etmez, kuşkusuz. O, çölün kumları kadar hasrettir suya. Kabına sığmayan suların coşkusunu terennüm etmez, yaşadığı dünya Kerbela'dır çünkü. Suya hasretin ölümcül beldesi… O coğrafyada su derinlerdedir. Yakıcı çöl toprağının derinlerinde… Derinde, ama her şeyin varoluşsal özünde aynı zamanda. Mızrak olup can alan çeliğin özünde, bülbülün kanını emen dikenin köklerinde, ıstırap yangınlarıyla kavrulan şairin gözyaşlarında, istiridyenin ve yılanın yuttuğu bir katre “ebr-i Nisan”da gizlidir su.



Mevlâna da tıpkı Fuzûlî gibi maddenin olduğu kadar mânânın da içinde dolaşan can suyundan bahseder. Benzer izleği kullanarak içindeki yaratıcı cevheri her şeyin özündeki suya benzetir. Cansuyu önce mânânın damarlarında dolaşır, sonra “can”ı yakalar ve denizlere sürükler: “Sen Mesnevide ter-ü taze mercan dallarını gör, can suyundan bitmiş meyveleri seyret. Söz, harften, sesten ve soluktan ayrıldı mı hepsini bırakır, deniz kesilir.”(Mesnevi,Veled Çelebi/ İzbudak 6.cilt)





KATRENİN UMMANA YOLCULUĞU



Su, hayatın can damarlarında dolaşıp bir yerlerden ummana kavuşmak için yol arayadursun, ansızın iki şairin yolları, birleşen ırmaklar gibi kesişiverir. Goethe'nin kuzey ülkesinden doğma ırmakları, rengârenk taşları sürükleyerek, geçtiği yerlerde neşe içinde çağlayarak, ayaklarına yemyeşil çimenleri, bin bir renkte çiçekleri sererek akan bir çılgın; Fuzûlî'nin ırmağı başını taştan taşa vurarak avare olmuş bir mecnundur. Biri neş'eyle yükselen bir senfoni gibi dalga dalga yükselerek; diğeri, geçtiği her yerde o sevgilinin “hâk-i pâyine yetem” diye, ağlayarak “âh” ederek akar. Goethe'de “Muhammed'in Nağmesi” coşarken Fuzûlî'nin hasret nehri sevgiliye varma umuduyla çalkalanır ve derken Goethe'nin ırmağının çağrısına uyar.



Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr



Âşık olmuş gâliba ol serv-i hoş-reftare su.



Goethe, katrenin ummana yolculuğunu muhteşem bir Beethoven senfonisi gibi adeta besteler. Schiller'in, 9. Senfoni ile ruh kazanmış neş'e dolu “kardeşlik” şiirini hatırlatan ve sadece Almanca'nın değil dünya edebiyatının en güzel eserlerinden biri olan o muhteşem, “Mahomeds Gesang/Muhammed'in Nağmesi”nde suyun destanı en güzel ifadesini bulur. Yıldız çakışlı sular, bir kaynaktan ışıl ışıl fışkırarak mermer taşların üzerinde inci taneleri gibi saçılır, derken, tüm kardeş pınarlara el uzatıp savrulup giden ırmağın coşkusuyla, ummana ulaşır. Kardeş pınarlar, Hz. Peygamberin ezel meclisinde tanıştığı tüm peygamberlerdir. Çağlayan sesi hepsini içine alır, kolları kucaklar onları.



….



Ve ovalardan gelen ırmaklardan ve dağlardan inen derelerden



Sevinçle bir ses yükselir: Kardeş, kardeşlerini de al yanına



O kadim Yaradana,



Kucağını açıp bizi bekleyen



O ebedi ummana kavuştur



KUTSAL TESLİMİYET



Goethe'de su imgesi güçlü bir “önderlik” imajıyla örtüşüyor. Tertemiz kaynaktan coşkuyla fışkıran su bir yandan sürükleyip götürürken bir yanda geçtiği yerlere yeşertip çiçeklere, ağaçlara can vererek öte yandan medeniyetler kurup şehirlere ad vererek geçip gidiyor. Güçlü bir aşk motivasyonuyla önüne kattığı her şeyi ummana, Yaratan'ın kollarına teslim ediyor.



Fuzûlî ise “su”yu peygamberin kendisiyle aynileştirmez, Hz. Peygamber, İslam kültüründe hiçbir varlıkla temsil edilemez. Su da âşıklarından biridir sadece. Doğu kozmogonisinde varlık âlemine temel teşkil eden dört unsurdan biri. Şiirde her şeyin özündeki “su” vurgusu bu esasa gönderme yapmaktadır. Bağrında suyu saklayan çelik mızrak, ateşten doğmuştur, tüm varlık her dem nefesle doludur ve su toprağı aşıp giderken toprak da bir yerde kayalara dönüşür, suyun yolunu keser. Tam da burada Bachelard, su imgesinin toprak imgesi devreye girdi mi her zaman tehlike altında olduğunu ifade eder. (Su ve Düşler, 29) Bazen su sürükler taşı toprağı bazen de toprak bend olur suyun önünde.



Su yolın ol kûydan toprak olup tutsam gerek



Çün rakîbimdür dahi ol kûya koymam vara su



Goethe'nin hızla akıp giden ve son noktada “Yaradan”a kavuşan suları tasavvufî bir imgedir. Tasavvufî kozmogonide varlığın “kavs-i nüzul” ile başlayan yeryüzü macerası “Dönüşünüz ancak Allah'adır” (Hûd,4) ayet-i kerimesinde buyurulduğu üzere “kavs-i uruc”la tamamlanacaktır. Bu bir tekâmül sürecidir. “Bezm-i elest”te tanıştığı aşk nefhasını taşıyan gönül, safiyetini ve arayışını sürdürüyorsa seyr-i sülûk içredir. Ummana coşkuyla atılan berrak bir sudur.



Mevlana'nın söyleyişiyle, “Denizden olan, yine denize gider; nerden gelmişse, yine oraya varır. Dağ başından, hızlı hızlı akan seller; bizim tenimizden de aşka karışık olarak akıp giden can, aslına gidip kavuşur.” vesselâm.





#Goethe
#Mevlana
7 yıl önce