|

Tarih ile sosyolojiyi biraraya getirmek

Gerard Delanty ve Engin F. Işın’ın editörlüğünde hazırlanan Tarihsel Sosyoloji: Temeller ve Tartışmalar Islık Yayınları arasından çıktı. Farklı disiplinlerin çatışmalarını ve detaylarını bu çalışamada bulabiliyoruz.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/12/2017 Çarşamba
Güncelleme: 06:01 - 12/12/2017 Salı
Yeni Şafak
Farklı disiplinlerin çatışmalarını ve detaylarını bu çalışamada bulabiliyoruz.
Farklı disiplinlerin çatışmalarını ve detaylarını bu çalışamada bulabiliyoruz.
SABRİ AKGÖNÜL

Tarih ve Sosyoloji... Bu iki sosyalbilim disiplininin kuruluş yıllarındaki en büyük vaatleri toplumsal değişimi (social change) açıklamak ve/veya anlamak idi. Aşağıda izah etmeye çalışacağım sebeplerden ve unsurlardan ötürü bu bilimler toplumsal değişimi incelemek için kurulmuş olmasına rağmen ikisi de yirminci yüzyılda bunu yapmamağa başlıyorlar. Hem bu boşluğu doldurmak hem de bu iki disiplinin hâkim iş tutma biçimlerinin yarattığı problemlerle yüzleşmek için yeni bir disiplin, yepyeni bir yöntemsel iş tutma biçimi gerekliydi. Tarihsel Sosyoloji bu ihtiyaca binaen ortaya çıktı.

Türkçe’de, sayıca az olsa da, başarılı tarihsel sosyoloji metinleri mevcuttur. Islık Yayınları’nca geçtiğimiz ay tercüme edilen Gerard Delanty ve Engin F. Işın’ın editörlüğünü yaptığı Tarihsel Sosyoloji: Temeller ve Tartışmalar başlıklı kitap alana önemli bir katkı sunmaktadır. İngilizce sosyalbilim literatüründe övgüyle karşılanan bu kitap Türkçe sosyalbilim alanına da katkı sunacaktır. Kitabı Türkçeleştiren Ümit Tatlıcan, çeviri editörlüğünü yapan ve metnin Türkçesini yayıma hazırlayan ise Bekir Balkız. Sosyal teori alanında hatırı sayılır sayıda tercümeye imza atan bu iki ismin ortak emeğiyle çıkan kitap, titiz ve akıcı anlatıma sahip.

TARİHSEL SOSYOLOJİNİN MEVCUDİYETİNİN NEDENLERİ

Çoğu sosyoloji, özellikle Amerikan sosyolojisi, 20. Yüzyılın ilk yarısı boyunca nicel (kantitatif) bir karaktere büründüğü; diğer yöntemlerin ana-akım sosyoloji yapma mahfillerinde hem bilinmediği hem hakir görüldüğü için anın fotoğrafını çekme, günceli çalışma gibi eğilimlere sahip oldu. İlaveten, sosyoloji biliminde (Durkheim etkisiyle) Talcot Parsons ve talebeleri tarafından kurulan İşlevselcilik yaklaşımı hâkim teorik yaklaşım idi.

Öte yandan, yine 20. Yüzyılın ilk yarısı boyunca, çoğu tarih, küçük ve tekil olayları çalışan, spesifik konuları araştıran ve araştırmasını kısa dönemlerle sınırlayan, arşiv-belge ağırlıklı çalışan bir disiplindi. Sosyal değişme dediğimiz olgu uzun dönemleri incelemeyi gerektiren bir nesneye tekabül ediyor; en az yarım asırlık bir periyodu kat etmeyi gerektirir. Oysa ana-akım tarihçiler merkezî örüntülere, yörüngelere, uzun-süreli dönemlere ve toplumsal değişme örneklerine odaklanmak yerine kısa zaman dilimini, yani en fazla bir iki yılı, ayları hatta günleri çalışarak toplumsal değişme meselesini ıskalamışlardır.

1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren ağırlığını hissettirmeye başlayan Tarihsel Sosyoloji hem hâkim sosyoloji yapma pratiklerine hem de egemen tarih araştırma tarzlarına karşı bir isyan olarak ortaya çıkmıştır.


TARİHSEL SOSYOLOJİNİN GÖR DEDİĞİ!

Peki, mezkûr iki disiplinin ana-akım yaklaşımlarının ve bilim icra etme biçimlerinin yarattığı sorunları tarihsel sosyoloji neleri ön-plana çıkararak bertaraf eder?

Mikro tarihten uzun-süreli tarihe yönelmek, belirli tarihsel uğrakları sosyolojik bilgi üretme prosedürlerini işe koşarak irdelemek ve toplumsal değişme örüntülerinin nasıl ve ne şekilde inşa edildiğini araştırmak, aynı zamanda, şu anlama da geliyor: Güç ilişkilerini ve eşitsizlikleri merkeze alma. Özellikle İşlevselci yaklaşımın en büyük sorunu buydu: Kurduğu teorik modellemeler ve nedensel açıklama zinciriyle toplumdaki iktidar ilişkilerini göremeyen yahut büyük oranda bu ilişkilerin üzerini örten bir yaklaşım. Tarihsel Sosyoloji bu güç ilişkileri mekanizmasını, rekabeti ve çatışmaları araştırmacının tahliline sunuyor.

Tarihsel Sosyoloji tarafından çağırılan ikinci unsur ise fâillik meselesidir. Bahsi geçen dönemde alanda baskın olan sosyologlar (İşlevselciler ve nicel yaklaşımı benimseyenlenlerin önemli bir kısmı) o kadar sistemik ve yapısal şeylerden dem vuruyorlar ki insanın tarihe olan etkisi silikleşme başlıyor. Taş gibi yapılar arasında sıkışıp kalan insan-öznenin bütün potansiyelleri ıskalanmış oluyor. Hâlbuki mahpushane gibi bir mekânda bile mahkûmlar o mekânı değiştirip dönüştürme pratikleri sergileyebiliyorlar ve çoğu zaman olaylar o mekânın kontrolünü elinde bulunduran otoritelerin istediği tarzda gelişmiyor. Tarihsel Sosyoloji geri-plana itilen birçok öznelliğin görülmesine olanak verir ve insan eyleminin farklı değişkenler arasındaki ilişkileri nasıl dönüştürdüğünü izhar eder.

Tarihsel Sosyolojinin öne çıkardığı üçüncü unsur ise hem tarihçiyi hem de sosyoloğu zorunluluk yanılmasının tuzağından korumaktır. Böylece, araştırmacı, şimdi ve burada olan şeyi olması gereken şey olarak ele almama farkındalığı kazanacaktır. Başka bir ifadeyle, sosyal yapıları ve anlam ve idrak kategorilerini tarihselleştirme, doğallığından sıyırma imkânı sunulur. Yani mevcut yapıların doğal olmadığını (İşlevselci yaklaşım tümünü doğallaştırıyordu) ve tarih içerisinde kurumsallaşan belirli iktidar konfigürasyonlarının bir son-ucu olduğunu göstermek. (Kapitalizm, Ulus-devlet, Modernite gibi) yapıları, kurumları, cari anlam ve idrak kategorilerini tabii şeyler olarak değil de belirli kesimler arası mücadeleler üzerinden kurulan şeyler olarak ele almak şimdi ve burada olan düzenliliklerin tüm büyülü biçimlerini bozacaktır. Bu, aynı zamanda, insanlara aktif olma ve müdahale etme zeminini de sağlar: Eğer bugünkü yapıları tarihselleştirip onların nasıl kurulduğunu bir dedektif titizliğinde analiz edersek, bugünkü yapıların olmayabileceğini ve hatta tam zıttı yapıların da ortaya çıkabileceğini görürüz.

Kitabın editörlerinin de belirttiği gibi “[b]u noktada tarihsel sosyoloji –tarih ve sosyolojinin birbirlerini dışlamadığı, aksine karşılıklı unsurlarından etkilendikleri– disiplinler-ötesi bir evreye girdi ve sosyoloji tek bir oyuncunun at oynatamayacağı geniş ve çok disiplinli bir bağlamda konumlandırıldı.”

KİTABIN MİMARİSİ

Tarihsel Sosyoloji alana ilişkin bir panorama sunmak isteyen özet kitaplardan değildir. Kitap 3 kısma ayrılmıştır. Kısım I’de alanın temelleri tartışması yapılmaktadır. Burada Marx ve Weber gibi kurucu isimlere; Spencer ve Parsons gibi evrimci ve işlevselci teorisyenlere; Annales Okulu’nun sosyal tarihçilerine; nihayetinde Elias, Nelson ve Eisenstadt gibi figürler üzerinden uygarlık süreçlerine yoğunlaşılır.

Kısım II’de bu alandaki yaklaşımlar tartışma konusu yapılmaktadır. Her makalede odaklanılan yaklaşımlar şöyle sıralanabilir: Modernleşme, Batı Marxizmi, Coğrafî Tahayyül, Kurumsal, kültür ve entelektüel tarih, Soykütük ve Post-kolonyal yaklaşım.

Kısım III ise alandaki temaları ele alır. Bu kısımda Doğu-Batı meselesi, Sosyal sınıflar, Milliyetçilik ve devlet inşası, Toplumsal hareketler, Mimarî, Kent, Hafıza, Din, Toplumsal cinsiyet ve Ahlâk konuları her biri ayrı bir makale formatında dakik bir şekilde irdelenir.

#Tarih
#Sosyoloji
6 yıl önce
default-profile-img