|

Taşralı romantizmlerle oyalanmak

Toplumumuzda da görülebileceği gibi, her toplumda, politik iklim değişiklikleri, Müslümanların İslami önceliklerinin ve sorun algılarının değişmesine neden oluyor. Konjonktürel kırılmalar nedeniyle tarihsel bağlamı ihmal ediyor, tüm boyutlara, tüm kapsama yönelik olması gereken İslami dikkati kaybediyor.

Yeni Şafak
04:00 - 30/01/2017 Pazartesi
Güncelleme: 01:18 - 30/01/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


Geleneğin belirleyici olduğu toplumlarımızda Müslümanlar olarak olaylar tarihi ile çok yakından ilgileniyor, olaylar tarihinin geçici olduğunu düşünmüyor, yapılar tarihi ile, kalıcı olan yapıların tarihi ile ise ilgilenmiyoruz. Bu durum, iç karartıcı tekdüzelikler ve sıradanlıklar oluşturuyor. Tekdüzelikler ve sıradanlıklar bizleri merkezi meseleler üzerinde yoğunlaşmaktan alıkoyuyor; küresel gerçeklikler karşısında yeni bir bilinç oluşturamıyoruz. Merkezi meseleler etrafında yoğun bir dikkat oluşturamadığımız için, hangi konuda, hangi bağlamda olursa olsun, duygusal bakış açılarını, muhafazakâr taşralı romantizmini aşamıyor, bu nedenle de güçlü, etkili düşünce-kültür akımları oluşturamıyoruz. Bugün, düşünce, kültür, sanat/edebiyat hayatımızda yaşamakta olduklarımız bu durumumuzun en net göstergesidir.



Taşralı romantizmleri aşamayan muhafazakârlıklar sebebiyle, küresel bilgi ve medya tekeli tarafından kontrol edilen zihin dünyamız, varoluşsal sorunları konuşamıyor. Çok uluslu şirketler tüm dünyaya tüketicilik ideolojisini ihraç ediyor. Bu ideoloji toplumlarımıza kültürel emperyalizm biçiminde giriyor. Eleştirel perspektiflere bütünüyle kapalı olan muhafazakârlıklar, radikal bir düşünce hayatına, radikal düşünürlere hayat hakkı tanımıyor. Bu nedenle de toplumlarımız yeni gerçekliklere nüfuz edemiyor. Bugün, Müslümanlar olarak ne yapıyorsak, ne yapmak istiyorsak, hep var olanın sınırları içinde kalarak yapıyoruz. Dünya sistemi bir yanda bütün toplumlarda evrensel ölçekte bir metalaşmaya neden olurken, diğer yanda, İslam toplumları, zihinsel kısırlaşma, kuru lafızcılık sebebiyle İslami inançları şeyleştiren süreçlere sürükleniyor. İnançların şeyleştirilebildiği bir dünyada ve zamanda, tarih sorumsuzca suistimal ediliyor, hamaset yoluyla beyinler yıkanabiliyor, bu yolla kolektif bağımlılıklar oluşturulabiliyor.



TARİHSEL DURUMUN FARKINA VARMALIYIZ


Günümüzde İslam dünyası toplumlarının her şeyden önce kendi tarihsel durumlarının farkına varması; medya kurumları-teknolojileri aracılığıyla tedavüle sokulan kültürün, ideolojik tahakkümü küresel ölçekte sürdürdüğünü, dayattığını fark etmesi; algıların, düşüncelerin ve dilin medya aracılığıyla tektipleştirildiğini görmesi gerekiyor. Bunların ayırdına varabilen Müslümanların, buradan hareketle hamasete, romantizme, muhafazakârlığa ya da milliyetçiliğe sığınmak yerine kendi düşünsel ve kültürel gündemlerini oluşturabilmeleri; İslam dünyası ölçeğinde, radikal düşünürler, entelektüel kadrolar yetiştirebilmeleri; uluslararası entelektüel hayata eleştirel kaktılarda bulunabilmeleri gerekiyor.



Her şeyin çok belirsiz hale geldiği bir dünyada, ucuz iyimserlikler telkin eden taşralı romantizmlerle oyalanma lüksümüz yoktur. Hayatta hiç bir şey, insanları, gerçeklerin kendilerinden saklanması kadar, aldatılmak kadar rencide edemez, aşağılayamaz. Günümüzde İslami bünye içerisinde yaşanan her tür parçalanma, sınırsız bir biçimde sömürülüyor. Hâl böyle iken, herkes, her etnik ya da mezhepçi grup, her hizip ya da parti, kendi farkındalığını meşrulaştırabilmek ya da mutlaklaştırabilmek için dışlayıcı bir dil oluşturuyor. Bütün Müslümanların hatırlaması gereken somut bir gerçek var: Emperyalist-sömürgeci irade tarafından hepimize birden dayatılan bir durumla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu durumda kapsayıcı bir dil, program ve proje temelinde yeni bir bilinç, bu bilince dayalı bir dayanışma inşa edilmediği takdirde, hayatlarımızı tabi kılınmış toplumlar ve kültürler olarak sürdüreceğiz.



Bencilliklerinin, önyargılarının ve çıkarlarının tutsağı olan bir zihniyetle-yaklaşımla ahlaki hiç bir mücadele yürütülemez. Müslümanların bilinç ve düşünme yetilerini duygusallıklardan bağımsız olarak ortaya koyabilmeleri gerekir. Varoluşsal tercihler, ahlaki temeller, kaygılar ve eylemlerle somutlaşır.



İSLAMİ DİKKAT KAYBOLUYOR


Düşünce, varoluşsal, tarihi, hayati bir gerçekliktir. Bu varoluşsal, tarihsel gerçekliğe kayıtsız kalarak, bu gerçekliği yok sayarak, hafife alarak, tarihte özne olarak yer edinmek hiç bir şekilde mümkün olamaz. Günümüzde toplumlarımız, karşı karşıya bulunduğumuz düşünsel-zihinsel engeller sebebiyle konjonktürel kırılmalar yaşıyor. Toplumumuzda da görülebileceği gibi, her toplumda, politik iklim değişiklikleri, Müslümanların İslami önceliklerinin ve sorun algılarının değişmesine neden oluyor. Konjonktürel kırılmalar nedeniyle tarihsel bağlamı ihmal ediyor, tüm boyutlara, tüm kapsama yönelik olması gereken İslami dikkati kaybediyor, dinin resmi konumu-statüsü ile bütünleşiyoruz. Temel, nihai İslami ilkeler, ölçütler, değerler, ve hatta nihai hakikat, maalesef göreli hale geliyor. Bu noktada, çok trajik bir zihinsel ve ahlaki durumla karşı karşıya bulunduğumuzu hatırlamalıyız. Bütüncül bir değişim ve üretkenlik vizyonu ortaya koyamadığımız için, tektip, etnik ya da milliyetçi bağımlılıklar içerisinde umut üretmeye çalışıyoruz.



Hangi toplumda yaşıyor olurlarsa olsunlar, insanların, yaşadıkları dönemin ve koşulların çıkarlarına ve resmi beklentilerine göre düşünmeye, eylemde bulunmaya çalışmaları, zihinlerin, kişiliklerin ve karakterlerin yozlaşmasına yol açar. Koşullara göre tavizler vererek yaşamayı seçmek ahlaki yıkımla sonuçlanır. Dönemin, koşulların çıkarlarına, taleplerine göre hareket eden topluluklarla hiç bir mücadele yürütülemez. Hikayeyi yeniden başlatacak olan kadrolar, en fazla, en çok insan olduklarında bir mücadeleden söz etmeye başlayabiliriz. En fazla, en çok insan olmak, bütün İslami anlam-amaç ve değerleri eksiksiz bir bütünlük, eksiksiz bir içtenlik, eksiksiz bir sorumluluk duygusu içerisinde en güzel şekilde temsil-tecrübe çabasıyla gerçekleştirilebilir.



#Muhafazakarlık
#İslam dünyası
7 yıl önce