|

Türk demokrasi tecrübesi ve Ortadoğu

Türkiye, 200 yıla dayanan demokrasi deneyimi, laikliği toplumsal bir çatışma alanı olmaktan çıkaran özgürlükçü yaklaşımı ve sivil siyasetin güçlenen yapısı ile çevre bölgesinde ilham alınacak yegane ülkedir.

Yeni Şafak ve
03:00 - 10/05/2016 Salı
Güncelleme: 21:50 - 9/05/2016 Pazartesi
Yeni Şafak
Prof. Dr. Hüsamettin İnaç

Dumlupınar Üniversitesi İİBF Dekanı


2011 yılının başından itibaren Ortadoğu'da “Arap Baharı” olarak da adlandırılan sosyo-politik hareketlilik; demokrasi talebi, gayri safi milli hasıladan daha fazla pay alarak ekonomik refahı yükseltme emeli ve sivil alanı genişleterek haklar ve özgürlükler temelinde yeni bir dünya kurma arzusu gibi insiyaklarla başlayan ve bölgede son yüzyılda benzerine daha önce hiç rastlanmamış bir toplumsal olgu olarak karşımıza çıktı. Ne var ki, toplumsal dinamiklerin tesiriyle ortaya çıkan bu sosyal gerçeklik, kısa bir zaman sonra uluslararası güçlerin manipülasyonu ve iç aktörlerin siyasi tecrübesinin yetersizliği gibi nedenlerle tersine döndü. Bölge yeniden eski fabrika ayarlarına döndürülerek tarihin dışına itildi ve sosyolojik zaman tekrar durduruldu.



Ancak demokrasinin tadını almış, diktatörlere karşı çıkma tecrübesini yaşamış ve bu uğurda toplumsal bir dayanışma sergilemiş olan coğrafya halkları kolay kolay devrim fikrinden vazgeçecek gibi de görünmüyor. Bu bağlamda coğrafyanın demokratik, laik ve Batılı değerlerle mücehhez yegâne ülkesi olan Türkiye, bir model olarak ehemmiyetini muhafaza ediyor. Zira İslam'la demokrasiyi harmonize etme, demokratik şartlar içerisinde ekonomik kalkınmasını sürdürebilme ve kimlik siyasetinden özenle kaçınma noktasında Türkiye, halkı Müslüman olan elliden fazla coğrafya ülkesinden ayrışıyor ve farklılaşıyor.



LAİKLİKLİĞİN ÖZGÜRLÜKÇÜ NİTELİĞE KAVUŞMASI


Türkiye'yi, Ortadoğu coğrafyasının diğer ülkelerinden demokratikleşme bağlamından ayıran unsurlar nelerdir? Niçin Türkiye bugün daha olgun, kurumsallaşmış ve işleyen bir demokrasiye sahip olabilmiştir? Sorularını sorduğumuzda sözü geçen unsurlarından başında laikliğin siyasal ve toplumsal hayat içerisinde kazandığı içselleşmeyi somut olarak görebilir ve gösterebiliriz. Coğrafyada hâkim olan kimlik siyasetine baktığımızda laikliğin ehemmiyeti daha fazla görünür hale gelecektir. İnsanların etnik, dini ve mezhepsel ayrışmalar yaşadığı, bu inanç kaynaklı ayrışmaların bir temsiliyet ve siyasal varlık mücadelesine dönüştürüldüğü bir coğrafyada yaşadığımız düşünüldüğünde, devletin din adına yapabileceği tek hizmetin, toplumun yaygın ve ortak konsensüsüne dayalı İslam müktesebatının anlatılması, aktarılması ve paylaşılmasına yapacağı katkıdan ibaret olması gerektiği kolayca anlaşılacaktır. Haliyle burada kast ettiğimiz laiklik, Fransız radikal laiklik anlayışı değil, bilakis bireysel özgürlüklere inanç çerçevesinden geniş bir serbestiyet alanı açan Anglo-Sakson laikliğidir. Nitekim bugün hükümet eden parti de kendisini dini bir referansla değil, 'muhafazakâr demokrat' olarak adlandırmakta ve tüm toplum kesimlerine hitap edecek bir kitle partisi olarak kendisini konumlandırmaktadır.



ULUSLARARASI KURUMLARLA İŞBİRLİĞİ


Türk demokrasi tecrübesini özgün ve işlevsel kılan ikinci önemli unsur da uluslararası kurum ve örgütlerle kurduğu özel ilişkiler ağıdır. Nitekim Türkiye, 1947 yılında demokrasiye ve çok partili rejime geçme kararına uluslarasın camianın kurduğu baskılar neticesinde şekillenen bir tercihle ulaşabilmiştir. Türkiye'nin Birleşmiş Milletlere, NATO'ya, Avrupa Konseyine üyeliği ve nihayetinde 1999 Aralığında resmi aday ilan edilmesiyle başlayan ve 2005 yılında müzakerelere başlamasıyla ivme kazanan Avrupa Birliği macerası kurulan bu ilişkinin en somut göstergeleridir. Günümüzde özellikle Avrupa Birliği ülkemize 'dışsal bir dönüştüm faktörü” olarak ciddi katkılar sağlamakta, insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, kültürel çoğulculuk ve çokkültürlülük gibi evrensel uygarlık ailesinin ortak referans noktalarının hâkimiyet kazanmasında teşvik edici bir unsur olarak işlev görmektedir. Pek çok Ortadoğu ülkesinde olduğu gibi Türkiye'de de ulus-devleti kuran sivil ve asker bürokrasi, kolay kolay iktidarı sivil ve demokratik alana bırakmamakta ve neticede ülke kendi iç dinamikleriyle demokratik reformları başarma noktasında zaafa uğratılmaktadır. Bu iç dinamiklerin geliştirdikleri demokrasi karşıtı mukavemeti kırmanın tek yolu, dışsal bir dönüştürücü aktör olarak Avrupa Birliği üyelik surecinin bir devlet politikası haline dönüştürülmesi olmuştur. Bu bağlamda, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında Türkiye'yi gerçek demokrasiye taşıyacak ehemmiyeti haiz 'uyum yasaları' (harmonization laws) çıkarılmış ve sivil-asker dengesi Avrupa Birliği üzerinden tesis edilmiştir. Netice itibarıyla bugün ülkemiz, askeri darbenin ve demokratik kazanımları geriye çevirmenin mümkün olamayacağı bir siyasi atmosferi teneffüs etmenin ayrıcalığını yaşamaktadır.



DARBELERDEN SİVİL HAYATA GEÇİŞ


Türk demokrasisi doğal gelişim seyri içerisinde pek çok defa sekteye uğratılmış, anti-demokratik rejimler tarafından malul bırakılmış ama her defasında sivil hayata geçiş kısa sürede, kansız ve görece az maliyet ödenerek gerçekleşebilmiştir. Tabii ki bu olgunun arkasında iki yüz yıllık demokrasi tecrübesi yatmaktadır. 1920 ve 30'lu yıllarda otoriter tek parti tecrübesini yaşayan yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, çift kutuplu dünyanın oluşmaya başladığı 1947 yılında çoğulcu, demokratik NATO ittifakı içinde yer almayı tercih etti. 1950'de yapılan ilk seçimler, Demokrat Parti iktidarı rahatlatıcı bir demokrasi esintisi yaratmış olsa da 1960, 1971, 1980 ve 1997 darbeleri demokrasiyi inkıtaya uğratan tarihi dönüm noktaları oldu. Nerdeyse her on yılda bir darbeyle demokrasi yolculuğu kesilen ülkemiz, bu darbeleri küçük hasarlarla atlatabilmeyi başardı. Bu başarının arkasında Türk halkın feraseti ve daima demokrasiden yana tavır almasını mümkün kılan irfanı yatmaktaydı.



Ana hatlarıyla tartışmaya çalıştığımız Türk demokrasi tecrübesinin Ortadoğu coğrafyasına ilham kaynağı olabilmesi üç kritere bağlıdır. Bunlardan birincisi tarihsel süreçten damıtılarak gelen toplumsal tecrübe, ikincisi esin kaynağı olma yönünde istek/irade ve son olarak da güvenilirlik ve itibardır. Türkiye'nin İslam'la demokrasiyi uzlaştıran ve ekonomik kalkınmayı başarabilen pratiği ve laik yapısı sözü edilen tecrübenin var olduğunu göstermektedir. Türkiye, demokrasinin teminatı olacak kurum ve kuruluşlarını oluşturmuş, bunlara hayatiyet kazandıracak işlevsel bir mekanizmaları tesis etmiş ve yönetenle yönetilen arasındaki ilişkileri tanzim edecek bir diyalojik zemini iletişim kanalları ve sivil toplumuyla birlikte inşa edebilmiştir. Ayrıca Türk tecrübesi, laikliğin tek başına bir şey ifade etmediğini, ancak işleyen bir demokrasi içerisinde özgürlükçü bir laikliğin umulan faydayı sağladığını ispat emiştir.



BAŞKANLIK SİSTEMİ ACİL İHTİYAÇ


Türkiye son on yıllık süreçte Ortadoğu'ya hiçbir zaman kayıtsız kalmadı. Bölgenin demokratikleşmesi için tüm tecrübesini cömertçe paylaşıma açtı. Arap Baharı sürecinde özellikle Suriye, Mısır ve Irak'ta demokrasi talep eden halkların yanında yer aldı. Emperyal geçmişe sahip çokkültürlü yapısıyla uygarlıklar arasında bir köprü ve kültürler arasında bir hoşgörü abidesi olduğunu her fırsatta hissettirdi. Son olarak, Türkiye, 1 Mart 2003 yılında Amerika'ya Türkiye üzerinden Irak'ta ikinci bir cephe açma imkânı vermemesi, 2009 yılında Davos'ta İsrail'e 'one minute' diyebilmesi, Suriyeli göçmenleri büyük bir cömertlikle misafir ederek, 'güvenli bölge' ve 'uçuşa yasak bölge' önererek Suriye'de halk desteğine dayalı bir demokrasi istemesi ve son olarak Mısır'da Mursi'yi koltuğundan eden askeri darbeye karşı çıkan ve Sisi rejimi illegal olarak gören dünyada tek ülke olması gibi yaklaşımlarıyla güvenilirliğini ispat etti.



Ne var ki tüm bunlara rağmen Türkiye'nin demokrasisini konsolide etmesi bakımından yapması gereken yapısal ve kurumsal reformlara ihtiyacı var. Bunların başında yeni demokratik kurumlar ihdas edecek olan Başkanlık sistemi, vesayeti kökünden ortadan kaldıracak yeni, sivil ve demokratik bir Anaysa ve iktidarı denetleyebilecek nitelikte güçlü bir muhalefetin inşası gelmektedir.




#Ortadoğu
#Türk demokrasi
#Arap Baharı
#Mursi
#Hüsamettin İnaç
8 yıl önce