|

Türk dış politikasında stratejik göz-ı

2016'da Türkiye'nin karşılaşabileceği başlıca güvenlik riskleri neler?

Yeni Şafak ve
04:00 - 17/01/2016 Pazar
Güncelleme: 00:13 - 17/01/2016 Pazar
Yeni Şafak
Doç. Dr. Mehmet Akif Okur

Gazi Üniversitesi


Takvimler değiştirilirken çok merak edilenler arasında bu soru da yer alıyor. Muhtelif platformlardaki en yaygın cevaplama şekli ise ufkumuzda biriken kara bulutları yeni keşfediliyorlarmış gibi tasvir etmek. Ancak işaret edilen tehditlerin bazıları, kamuoyunun bir bölümünün görüş menziline şimdi girmiş olsalar da, aslında ansızın ortaya çıkmadılar. Varlıkları, hayli vakittir hissediliyordu. İyice farkedilir olunca da devlet politikalarını belirleyen hâkim “stratejik göz”ün merceğinden anlamlandırıldılar. “Dün”, söz konusu değerlendirmelerden sonra girilen ana stratejik güzergâhın neticeleriyle “bugün” yüz yüzeyiz. Kapımızda biriken bu meseleleri sıralayıp her biri için anlık ve müstakil tavsiyelerde bulunarak kalıcı çözümlere ulaşamayız. Önümüze yeni ve kuşatıcı yol haritaları serecek derinlikli bir muhasebeye ihtiyacımız var. Bu yüzden, daha iyi bir yarının peşindeysek, parametreleri dünden belirlenmiş sonuçlar evreninde gündelik problem çözümü çabalarına hapsolmamalıyız. Tahlillerimizi yalnızca sıcak başlıklara hasretmemeli, tehdit listelerini önümüze koyan “stratejik gözler” hakkında düşünmek için de mesai harcamalıyız.



STRATEJİK GÖZLERİN ETKİSİ


İşe şu tespitle başlayabiliriz. Farkında olsak da olmasak da, neyin hangi boyutlarda güvenlik tehdidi arz ettiğine sempati beslediğimiz stratejik gözün aksettirdiklerinden etkilenerek karar veriyoruz. Gündemi şekillendirmeye muktedir sınırlı sayıda akademisyen, danışman, siyasetçi, uzman, gazeteci vb'den oluşan stratejik düşünce toplululuklarındaki hakim perspektifler, yani stratejik gözler, kanaatlerimizi ve politika seçeneklerini belirliyor. Nitekim, yakın geçmişimizi, farklı stratejik gözler arasındaki rekabetin tarihi olarak da okuyabiliriz. Türkiye'nin demokratikleşme serüveni, ülkemizin kaderine on yıllar boyunca yön veren müesses stratejik gözün çoğullaşmaya doğru evrimini de bünyesinde barındırıyor. Bu süreçte, ideolojik bir formatla savunulan kurumsal çıkarlar ve pratik tecrübenin sentezine dayanan bürokratik akıl, siyaset aracılığıyla devlete taşınan yeni çıkarlar ve düşünme biçimleri tarafından dönüşüme zorlandı.



İNŞACI TEORİNİN HÜKÜMRANLIĞI


1990'lardan itibaren hızlanan bu dinamiğin zihin haritasını anlamaya çalışırken pek çok faktörü masaya yatırmamız lazım. Bunlar arasında, Türkiye'nin tek kutuplu dünya sistemine eklemlenişine paralel şekilde akademi üzerinden yayılan fikirler, örneğin güvenlik kuramları da yer alıyor. İlk bakışta, çok az kişiyi ilgilendiren soyut teorik meseleler ile somut siyasi tartışmaları bağlantılandırmakta zorlanabiliriz. Bu güçlüğü aşmak ve iki alanın birbirleriyle irtibatını zihnimizde canlandırabilmek için uluslarası ilişkiler ve güvenlik yaklaşımlarının medya ve siyaset gibi mecralar üzerinden daha geniş kitlelerle buluşan adı konulmamış popüler versiyonlarını da dikkate almalıyız. Siyasetçilerin sloganlaştırdıkları kimi cümleler, gazetecilerin günlük meseleleri izah için başvurdukları basitleştirilmiş şablonlar vb., soyut akademik kurguları halkın idrak dünyasına tercüme ediyorlar.



Söz konusu dönemde yurt içinde ve dışında Türk akademisyenlerin doktora tezleriyle diğer bilimsel nitelikli çalışmalarına bakıldığında konstrüktivizm/inşacılık ve türevlerinin hayli yaygın bir teorik çerçeve olarak kullanıldığını görüyoruz. İnşacılık, diğer özelliklerinin yanı sıra, uluslarası ilişkilerin şekillenişinde vurguyu yapıdan faile doğru kaydırmakta; fikirlerin, kimliğin ve kültürün etkisine alan açmaktaydı. ABD ve Avrupa'da Soğuk Savaş'ın maddi kapasitelere dayalı dengeleri içerisinde güç hiyerarşisine tabi sınırlı seçeneklere odaklanmaya alışmış eski stratejik göz; maddi olmayan faktörleri seferber ederek kazanımların elde edilebileceğini, sorunların çözülebileceğini vadeden genç kuramlar karşısında cazibesini hızla yitirmekteydi. Kopenhag Okulu gibi yeni güvenlik ve çatışma çözümü yaklaşımları, pek çok tehdidin aslında somut gerçekler olmadığını anlatıyorlardı. Meseleleri “biz”, kimlikle bağlantılı çıkarlarımız vb yüzünden ürettiğimiz söylemler aracılığıyla güvenlikleştiriyorduk/güvenlik sorunu haline getiriyorduk. Tehditlerden kurtulmanın/çatışmaları çözmenin yolu da kendi kimliğimizi dönüştürerek eskiden tehdit kabul ettiğimiz meseleleri güvenliksizleştirmek/tehdit saymaktan vazgeçmekti. Bizim değişimimiz, karşı tarafın da tehdit algılarını değiştirmekte, böylelikle de çözülmez zannedilen sorunlar kolaylıkla bertaraf edilebilmekteydi. Söylemin dönüştürücü gücü, kaba kuvvetin yok edemediği husumetleri bitirebilirdi. Gerçekten de Soğuk Savaş sonrası dönemde inşacı yaklaşım, “doğduğu muhitteki” pek çok sorunun çözülmesinde hayli işlevsel roller üstlendi.



GÜVENLİKSİZLEŞTİRMENİN NEGATİF SONUCU


Türkiye'de de, doğrudan yahut dolaylı olarak inşacılığın argümanlarıyla beslenen, müesses devlet kimliğine muhalif yeni bir stratejik göz, iç ve dış politikaya son dönemde yön veren sivil ve siyasi hareketlerle kolayca bütünleşerek popülerlik kazandı. 2000'li yılların başında liberal ve muhafazakar intelijansiya, stratejik meselelerde ortak gramere farklı sözler yazarak önce muhalefette ardından da iktidarda bir blok oluşturdu. Milli kimlikten dost ve düşman tanımlarına kadar herşeyin kolayca yeniden kurgulanabileceğini varsayıyorlardı. Türkiye'yi meşgul eden pek çok meselenin ardındaki somut gerekçelerin aslında ortadan kalktığına inanıyorlardı. Buna rağmen, güvenlikleştirici söylemden vazgeçilmeyişinin başka gerekçeleri olduğu kanaatindeydiler. “Dört tarafı düşmanla çevrili Türkiye” algısı, müesses nizamın tasarruflarına meşruiyet sağlıyordu. Hem iktidarı içerdeki eski elitlerden devralmanın, hem de sorunları çözerek halk desteğini arttırmanın yolunun yaygın “güvenliksizleştirme”den geçtiğini düşündüler. İlk dönemde, Türkiye'nin Osmanlı beşeri coğrafyasıyla ilişkilerini potansiyelinin altında yürütmesine sebep olan kimi ideolojik engellerin aşılmasına yaptığı katkı hariç tutulursa, tek başına güvenliksizleştirmenin sorunları çözmeye yetmediği, bugün geldiğimiz noktada açıklıkla görülebiliyor. “Çözüm için Rumlardan bir adım önde olma” vurgusuyla tartışılan Annan Planı, Ermenistan'la imzalanan protokoller, Esed rejiminin hızla dönüşeceğine dair abartılı beklenti ve Suriye'deki kantonlaşmanın engellenmemesi dahil PKK hareketiyle ilgili süreç, Türkiye şartlarına eksik tercüme edilmiş inşacı stratejik gözün ağırlığını hissettirdiği önemli örnekler arasında yer alıyor.


Şüphesiz bu sonucu tek faktörle, yalnızca belirli teorik kurguların karar alıcılar üzerindeki etkisiyle izah edemeyiz. Ancak, olan-biteni anlamaya çalışırken fikirlerin gücünü de hesaba katmalı, bizi körleştirmelerinden sakınmak istiyorsak da evrenselmiş gibi gözüken formüllerin bağlamları değiştikçe nasıl farklı sonuçlar doğurabildiklerini iyi idrak edebilmeliyiz.



DEVAM EDECEK


#Mehmet Akif Okur
#intelijansiya
#Soğuk Savaş
8 yıl önce