|

Türk edebiyatında bir dönüm noktası: Halit Ziya Uşaklıgil

2016 büyük romancımız Halit Ziya Uşaklıgil’in vefatının 70. yıldönümü. Uşaklıgil’in eserlerinin telif dışı kalmasıyla başta Aşk-ı Memnû olmak üzere pek çok eserinin yeni baskıları yapılıyor. Ayrıca Lâtin harfleriyle ilk kez yayınlanan 2 kitabı da artık raflarda.

Yeni Şafak ve
04:00 - 11/02/2016 Perşembe
Güncelleme: 23:00 - 10/02/2016 Çarşamba
Yeni Şafak

Geçen yılın son aylarında kaleme aldığı bir yazısında Selim İleri, 2016'da Halit Ziya Uşaklıgil'in (1865-1945) eserlerinin telif dışı kalacağını haber vermişti. Hemen ardından da eserleri telif dışı kalan pek çok yazarın, mesela Ömer Seyfettin ve Mehmed Rauf'un, eserlerinin nasıl “özensiz basımlara", “korkunç sadeleştirmelere" kurban olduğunu da ilave ettikten sonra şu soruyu sormaktan da kendini alamıyor:



“Bakalım Halit Ziya'nın başına neler gelecek?"


2016'nın gelmesiyle Halit Ziya Uşaklıgil'in eserleri -daha önce Özgür Yayınları'nca neşrediliyordu- farklı yayınevlerinin etiketleriyle raflardaki yerlerini aldı.


Şimdilik Selim İleri'nin korktuğunun başımıza gelmediğini söyleyebiliriz.


Zira bu vesileyle pek çok Aşk-ı Memnû yayını yapıldı ve Uşaklıgil'in eski harflerle kütüphanelerde kalan pek çok eseri Lâtin harflerine aktarıldı.


Biz de Yeni Şafak Kitap olarak Halit Ziya Uşaklıgil'i vefatının 70. yılında yeni çıkan kitaplarla analım istedik.


Tanpınar'ın “Halit Ziya'ya kadar, romancı muhayyilesiyle doğmuş tek muharririmiz yoktur. Hepsi roman veya hikâye yazmaya hevesli insanlardır" dediği Uşaklıgil'i 3 değerli edebiyat tarihçisinin kaleminden okuyacaksınız. Abdullah Uçman'la Halit Ziya'nın dünyasına kısa da olsa bir giriş yapıyoruz. Handan İnci ve M. Kayahan Özgül'e ise “Halit Ziya'yı neden sevdiklerini" bizimle paylaştılar.


Türk edebiyatında yeni keşiflere hazır olun!



YENİDEN VE 'EKSİKSİZ' AŞK-I MEMNÛ


Everest Yayınları'nca 2 ayrı Aşk-ı Memnû neşredildi. İlk Aşk-ı Memnû'da Uşaklıgil tarafından sadeleştirilip 1939'da yayınlanan versiyon esas alınmış.


Halit Ziya'nın “yeni nesil için pek tanılmamış olan kelimeler, terkipler Türkçeye çevrilmiş, fakat üslûba, ibarelerin teşkilatına hiç dokunulmamıştır" dediği metin, editör Seval Şahin tarafından Servet-i Fünûn dergisindeki tefrika ve diğer baskılarla karşılaştırılarak hazırlandı. İyi ki de öyle olmuş, zira 1939 baskısında 8. bölümde, büyük ihtimalle unutulan bir ifade, bu son baskıda ilave edilmiş. Yine romanın 17. bölümünde yanlışlıkla Bihter olarak dizilen isim, Peyker olarak düzeltilmiş.


Selim İleri'nin 'Sunuş'u ve Aşk-ı Memnû ya da Uzun Bir Kışın Siyah Günleri adlı incelemesi kitabın değerini bir kat daha artırıyor. İkinci neşir ise eserin günümüz Türkçesi metninden oluşuyor.


Aşk-ı Memnû'nun 2 yeni neşri de Can Yayınları'nca yapıldı. Birinci kitap “açıklamalı orijinal metin" alt başlığını taşıyor. Bu versiyon hazırlanırken yazarın diline ve üslubuna müdahale edilmemiş, güncel olarak kullanılmayan kelimeler için sona bir sözlük eklenmiş. İkinci kitap ise yazarın üslubu korunmaya çalışılarak günümüz Türkçesiyle neşredilmiş. Her iki kitabın da en güzel yanı romanın yazıldığı devre ait, artık bugünün okuyucusu için meçhul olan, pek çok mekân, şahıs, terim vesairenin dipnotlarla açıklanmış olması. Ayrıca her iki baskının sonuna Eylûl yazarı Mehmed Rauf'un Servet-i Fünûn'da Aşk-ı Memnû'ya dair kaleme aldığı yazı “sonsöz" olarak ilave edilmiş.



İLK KEZ YAYINLANANLAR DA VAR


Can Yayınları tarafından neşredilen Bu muydu? adlı eser, Halit Ziya'nın “Küçük Kitaplar" başlığıyla yayınladığı 3 hikâyeden oluşuyor. “Bir Muhtıranın Son Yaprakları" ve “Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası" 1888'de, kitaba adını veren “Bu muydu?" ise 1896'da kitap halinde yayınlandı.


Lâtin harfleriyle ilk kez yayınlanan bu hikâyeler hem orijinal hem de sadeleştirilmiş halleriyle okuyucuya sunulmuş. Kitabın sonuna da geniş bir sözlük yer alıyor.


Halit Ziya'nın 1894 tarihli İlm-i Sîmâ adlı eseri de Lâtin harfleriyle ilk kez yayınlandı. Büyüyenay Yayınları tarafından Uşaklıgil külliyatına kazandırılan kitap, göz, kaş, burun, kulak, ağız, çene, dişler, yanaklar ve saçlarını görünüşleri itibariyle inceleyip insanın ses ve tebessüm şekliyle ilgili genel düşüncelere ulaşıyor.


Batılı fizyonomistlerin görüşlerini özetleyen İlm-i Sîmâ ayrıca dürüst, cesaretli, soylu, kıskanç kişilerdeki yüz organları hakkında da bilgiler içeriyor.



Abdullah Uçman Mimar Sinan Üniversitesi

“Büyük bir üslup ustasıdır"






Halid Ziya, hayatının ilk 40 yılını hikâye ettiği Kırk Yıl adlı hâtıratında, bir kısmı İstanbul'da, bir kısmı İzmir'de geçen çocukluk yıllarında, büyükbabasının eve her akşam getirdiği Ahmet Midhat Efendi'nin Tercüman-ı Hakikat gazetesini hâne halkı ile birlikte topluca yenilen yemekten sonra torununun eline verip, “Efendibabamız bugün ne yazmış acaba, hadi bakalım oku!" diyerek gazetedeki yazıları ve roman tefrikalarını okuttuğunu uzun uzun anlatır.



Halid Ziya erken yaşlarda bir taraftan o yıllarda yegâne romancımız olan Ahmet Midhat Efendi'nin romanlarını okurken bir taraftan da Fransızcayı iyice öğrenir. Ardından özellikle A. Daudet, Stendhal, C. Dickens, Goncour kardeşler, Guy de Mauppasant, H. de Balzac, Gustave Flaubert gibi realist Fransız romancılarının külliyat halinde bütün eserlerini okur. 20 yaşlarında birkaç arkadaşıyla birlikte İzmir'de çıkardıkları Hizmet gazetesinde tefrika edilen birkaç roman denemesi yanında, yine burada Hikâye adında bir eseri yayımlanır.



1891'de kitap hâlinde de basılan Hikâye, aslında doğrudan doğruya roman konusunda yapılmış önemli bir incelemedir. Burada, roman sanatının ne olduğunu, Batı dünyasında roman türünün ne zaman ve nasıl ortaya çıktığını, ne gibi gelişmeler gösterdiğini açıklar. Bizde ise bu türün ilkel halde masallar halinde bulunduğunu ayrıntılarıyla anlattıktan sonra roman türünü bizim edebiyatımıza Ahmet Midhat Efendi'nin getirdiğini, ancak seviyeli eserler veremediğini söyler ve bir romancı olarak kendisinin realist roman anlayışını benimsediğini belirtir.



Halid Ziya'nın İzmir yıllarında yayımlanan Sefîle, Nemîde ve Ferdi ve Şürekâsı adlı romanları bir tür çıraklık dönemi eserleri olup


onun adını asıl duyuran Mâi ve Siyah ile Aşk-ı Memnû romanlarıdır.



Mâi ve Siyah'ın 1898, Aşk-ı Memnû'nun 1901'de yayımlandığını hatırlarsak, Avrupa'da olduğu gibi çok uzun bir mâzisi bulunmayan Türk romanının bu 25-30 yıl içinde Halid Ziya'nın romanlarıyla nasıl yüksek bir seviyeye ulaştığını kolayca fark ederiz. Verdiği hükme bütünüyle katılmasak da, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, “Bizde Halid Ziya'ya kadar romancı dehasıyla doğmuş kimse yoktur!" değerlendirmesinde elbette bir haklılık payı bulunmaktadır.



Bilindiği gibi Mâi ve Siyah, Servet-i Fünûn neslinin sanat, edebiyat, dil, musikî ve tercüme hakkındaki görüşlerinin yanı sıra hayat karşısında almış olduğu tavrı da hikâye eder. Roman, Ahmet Cemil'in şahsında bütünüyle Servet-i Fünûn edebiyatının bir tür özeti veya yorumu gibi de okunabilir. Aşk-ı Memnû ise, Berna Moran'ın 80'li yıllarda yapmış olduğu yetkin yorumuna kadar, sadece bir “yasak aşkın romanı" gibi okunmuş ve değerlendirilmiştir. Halbuki roman, anlatım tekniği, olay örgüsü, mekân tasvirleri, kahramanların psikolojik halleri, ruh çözümlemeleri, kahramanların iç çatışması, bakış açısı, sağlam yapısı ve üslûbu itibariyle gerçekten hem Türk romancılığında, hem de Halid Ziya'nın romancılık çizgisinde bir zirve teşkil etmektedir. Ayrıca toplumdaki yeni başlayan alafranga hayat tarzını bütün özellikleriyle ortaya koyması, Batılı romancıların eserlerinde yer verdiği irsiyet meselesini de işlemesi, gözlemleri ve ayrıntılı tasvirleriyle Türk romanında bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Bu iki roman Halid Ziya'nın yazarlık hayatında bir zirvedir ve daha sonra yazdığı ne Kırık Hayatlar ne de Nesl-i Ahîr'le aynı başarıyı yakalayamamıştır.


Halid Ziya'nın Kırk Yıl adlı hâtıratı da, hâlâ tartışılan II. Abdülhamid devrini, 93 Harbi bozgunundan sonra Rumeli topraklarından İstanbul'a hicret eden insanlarla perişan olan şehri, kölelik ve cariyeliği, o şartlarda bir yazarın nasıl yetiştiğini, devrin edebiyat ve kültürel ortamını ilk elden hikâye etmesi bakımından bence son derece önemli ve zevkle okunan bir kaynaktır.


Öncekilerle sonrakileri bir yana bırakırsak, Mâi ve Siyah ile Aşk-ı Memnû romanları, Halid Ziya'nın aynı zamanda büyük bir üslûp ustası olduğunu da göstermektedir. Her iki romanın sadeleştirilmemiş orijinal baskılarında yer yer 15-20 satırlık cümlelerle karşılaşırız.



Ancak, gerek “Yeni Lisan" hareketi, gerekse Cumhuriyet'ten sonra Türkçenin hızla sadeleşme süreci içinde Halid Ziya'nın romanları giderek anlaşılmaz ve okunmaz olmuş; muhtemelen içi sızlayarak yazarın bizzat kendisi bazı romanlarının dilini sadeleştirmek zorunda kalmıştır.



İçinde bulunduğumuz 2016 yılında yayın haklarının serbest kalması dolayısıyla Halid Ziya'nın eserlerinin farklı yayınevleri tarafından yeniden yayımlanması elbette sevindiricidir.



Bu arada Everest Yayınları'nın bastığı Aşk-ı Memnû romanının arkasına, Selim İleri'nin yıllardır aranan Aşk-ı Memnû ya da Uzun Bir Kışın Siyah Günleri adlı eserinin konulmasına da şahsen çok sevindiğimi belirtmek isterim. Ama bu kitap keşke müstakil olarak da basılsa...



Bu vesileyle Halid Ziya külliyatının, diline dokunulmadan, itinalı bir şekilde yeniden yayımlanmasını ve genç nesiller tarafından da okunmasını, anlaşılmasını ve tadına varılmasını dilerim.







Halit Ziya Uşaklıgil'in “yeni nesil için pek tanılmamış olan kelimeler, terkipler Türkçeye çevrilmiş, fakat üslûba, ibarelerin teşkilatına hiç dokunulmamıştır" dediği 1939 tarihli roman metni Servet-i Fünûn dergisindeki tefrika ve diğer baskılarla karşılaştırılarak yayına hazırlandı.




Handan İnci Mimar Sinan Üniversitesi

“Türkçe'nin ilk gerçek romancısıdır”






Halit Ziya, günümüzde zannederim daha çok edebiyat tarihi açısından bir “değer” ifade ediyor. Mesela çevremde hiçbir zaman Oğuz Atay ya da Tanpınar okuru gibi “tutkulu” bir Halit Ziya okuru görmedim. Buna karşılık roman türünden söz edilirken adı daima belirgin bir saygı gözetilerek anılır. Benim için Halit Ziya, Türkçenin ilk gerçek romancısıdır. Kendisinden öncekileri ve çağdaşlarını elbette yabana atmadan, bu yoldaki bütün emekleri tek tek andıktan sonra meydanı tamamen ona bırakmak isterim. Hatta günümüze kadar uzatırsam bu çizgiyi yanına pek az yazarı çıkarırım. Halit Ziya'nın o çok eleştirilen diline, Yahya Kemal'in açıkça “müz'iç” olarak nitelediği üslubuna bayılırım ben, başucu yazarlarımdandır. Romanları rastgele bir yerden açıp tekrar tekrar okuyabilirim. Çok değerli bulduğum bir niteliği, sadece erkekleri değil kadın karakterleri de büyük bir ustalıkla çözümleyebilmesidir. Bu konuda hâlâ aşılamadığını düşünüyorum.




M. Kayahan Özgül Gazi Üniversitesi

“Bir Avrupalı Halit Ziya'yı okursa...”






Halit Ziya'yı niçin sevdiğimi kendime sorduğumda, eserlerinin kurgusundan, dilinden, olay örgüsünden, figür yaratma becerisinden, satır aralarına yerleştirdiği ipuçlarından ve îmâlarından başlayarak pek çok sağlam sebep bulabiliyorum. Bütün bunları hızlıca gözden geçirdikten sonra, sorunuzu cevaplamam da kolaylaşıyor: Aşk-ı Memnû... İddialı bulanlar olsa da şu cümlemi sıkça kullanıyorum ve sağlamca savunabiliyorum: Şayet “Batılı roman” yazmak bizim için pek önemli bir gurur kaynağı ise, bütün 19. asır boyunca bunu başarabildiğimizi gösterecek tek örneğimiz bile yoktur ve bir Avrupalının okuduğunda “roman” sayacağı ilk metnimiz Aşk-ı Memnû'dur.






Lâtin harfleriyle ilk kez yayınlanan hikâyeler hem orijinal hem de sadeleştirilmiş halleriyle okuyucuya sunulmuş. Kitabın sonunda da geniş bir sözlük yer alıyor.



İlm-i Sîmâ da Uşaklıgil'in Lâtin harfleriyle ilk kez yayınlanan eserleri arasında.




#Halit Ziya Uşaklıgil
#Lâtin harfleri
#Aşk-ı Memnû
#Everest Yayınları
8 yıl önce