|

Türkiye’nin yeni coğrafi tahayyülünde Afrika

Türkiye’nin Afrika’ya yönelik oluşturmaya çalıştığı ilişki formu ve söylemleri esasen Afrika’nın tarihsel gerçekliğiyle örtüştüğü oranda kalıcı ve etkili olabilecektir. Türkiye’nin kıtaya yönelik yaklaşımını özetleyen “Afrika sorunlarına Afrika çözümleri” felsefesinin sacayaklarından birini bu gerçeklik oluşturmaktadır.

Yeni Şafak ve
04:00 - 27/02/2017 Pazartesi
Güncelleme: 22:06 - 26/02/2017 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
H. İbrahim Alegöz • İbn Haldun Üniversitesi Medeniyetler İttifakı Enstitüsü


14. yüzyılda yaşamış dünyanın önde gelen tarihçileri arasında gösterilen İbn Haldun meşhur eseri Mukaddime'de coğrafyanın önemine vurgu yapmıştır. İbn Haldun'a göre bir ülkenin dünyadaki coğrafi konumu onu diğer ülkelerden ayırt edici pek çok özelliği içinde barındırmaktadır. Bu manada Türkiye Avrupa, Asya ve Afrika ana kıtalarının kesiştiği konumda bulunması sebebiyle tarih boyunca pek çok medeniyetin doğduğu ve de yeryüzünden silindiği bir havzada yer almaktadır. Eşsiz coğrafi konumu itibariyle de kendisini merkez krallık olarak tanımlayan Çin'den Afrika'ya uzanan antik ticaret yollarının geçiş güzergâhı üzerinde bulunmaktadır. Bu geniş alan bir yandan asırlar boyunca ticari malların dünyanın bir ucundan diğerine aktarıldığı bir geçiş güzergâhı olarak kullanılırken diğer yandan düşünce ve bilimsel akımların bir kıtadan diğerine aktarıldığı ve içerisinde farklı medeniyetlerin bilim, kültür, sanat ve ticari zenginliklerini barındırdığı merkezi bir yaşam alanı haline gelmiştir.



COĞRAFİ VE KÜLTÜREL MİRAS


Coğrafyanın bir ülkenin güç denklemleri hesaplamasında sabit veriler arasında yer alması göz önünde bulundurulduğunda Türkiye'nin ana kıtalarının kesiştiği bir zeminde yer alması hiç şüphesiz büyük potansiyelleri de beraberinde getirmektedir. Bu manada Söğüt Domaniç'te bir beylik olarak ortaya çıkan ve zaman içerisinde Afrika, Avrupa ve Asya kıtalarının uçlarına kadar yayılan ve bulunduğu coğrafyalarda kültür ve ticari birikimi hareketlendiren Osmanlı Devleti aynı zamanda bir Afro-Avrasya devleti olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Böylesi bir coğrafi ve kültürel miras üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tarih ve coğrafyanın kendisine sunduğu fırsatları doğru yönlendirebilecek siyasi bir vizyon ve buna uygun kurumsal yapılanmaya sahip olması hiç şüphesiz başta kendisine olmak üzere komşu ülkelere ve kıtalara da büyük fırsatlar ve açılımlar sağlayabilir.



Türkiye'nin 2000'li yıllardan başlayarak iç siyasetinde meydana gelen dönüşümleri ve buna bağlı olarak Afrika kıtasıyla hız kazanan ikili ilişkilerini - uluslararası sistemdeki dönüşüm ve Türk toplumunun bu yönelişe kayıtsız kalmayışı gibi etkenleri de denklem dâhilinde tutarak- coğrafya ve tarihin siyasi elitler tarafından yeniden anlamlandırılmasına bağlayabiliriz. 20'nci yüzyılın sonlarında Afrika'nın genelinde toplamda yedi tane Türk Büyükelçiliğinin bulunması Afrika'nın Türk dış politikasındaki yeri ve önemini göstermesi açısından önemlidir. Kuzey Afrika ülkeleriyle ilişkilerin belli bir seviyede sürdürülmesi her ne kadar bu ülkelerin Müslüman kimliğiyle irtibatlandırılsa da esasen bu etkileşimi sahra üstünün tarihten bu yana coğrafi konumunun da verdiği avantajla birlikte dünyanın geri kalan kısımlarıyla olan dinamik ilişkisine bağlayabiliriz. Yani Kuzey Afrika ile ilişkilerin geçmişten bugüne süre gelmesi bu bölgenin tarihsel anlamda dünyanın geri kalanıyla olan ilişkisinin doğal bir sonucu olarak meydana gelmektedir.



BATININ ZİHİNSEL TAHAKKÜMÜNDEN ÇIKMAK


Yukarıda kısaca değinildiği üzere Türkiye'nin genel olarak Afrika kıtasıyla olan ilişkisinde Sahra-altı Afrika ülkeleriyle olan münasebetlerinin son derece sınırlı olması dikkat çekicidir. Devlet adamları, bürokratlar ve aydınların kıtaya yönelik fikir ve tutumlarının bu hususta etkili olduğunu varsaymaktayız. Çünkü coğrafi tahayyül siyasi elitlerin zihin dünyalarını şekillendirerek bölgelerin – Orta Doğu, Uzak Asya - gibi isimlendirilmesine ve Doğu / Batı gibi zihinsel alanların inşasına yol açmaktadır. İnsan zihninde oluşan kavramlar ve kelimeler aynı zamanda bir coğrafyaya yönelik oluşan algılarımızı da etkilemektedir. Bu da zamanla kronik bir hale gelmek suretiyle bir kavramın her hangi bölgenin ya da insanının kaderi olduğu algısını ortaya çıkararak kişilerin zihin dünyalarını etkileyebilmektedir. Mesela “Doğu” kelimesinin mekânda bir yönelişi ifade etmenin yanı sıra ekonomik, siyasi ve toplumsal boyutlarıyla az gelişmişliği göstermek amacıyla da kullanıldığı görülmektedir.



TÜRKİYE'NİN ETKİN VARLIĞI


Afrika'yı tanımlamaya yönelik kara kıta, aşırı yoksulluk, kuraklık ve sefalet gibi kıta ile adeta özdeşleştirilen bu tanımlamalar ve zamanla bu tanımlamaların zihinde oluşturduğu algılar ülkenin dış politikadaki yönelişlerinde de etkili olmuştur. Ancak bu tanımlamalar Türkiye'nin dış dünya ile tarihsel tecrübesinden kaynaklanan izleniminin doğal bir sonucu olarak dışa vurulmuş hali değil aksine Avrupa'nın Afrika'ya yönelik tutum ve görüşlerinin bizlerce ithal edilmesi suretiyle bir projeksiyon olarak kıtaya yansıtılmasıdır. 20.yy'ın ortalarına doğru Afrika ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanamaya başlamasıyla birlikte bu hâkim anlatıya karşı itirazlar getirilmiş ve Afrikalıların kendi imajlarını yeniden ayarlaması ve özgünlüklerini yenilemesi gerektiği düşüncesi savunulmuştur. Bu manada Türkiye'nin Afrika'ya yönelik oluşturmaya çalıştığı ilişki formu ve söylemleri esasen Afrika'nın tarihsel gerçekliğiyle örtüştüğü oranda kalıcı ve etkili olabilecektir. Türkiye'nin kıtaya yönelik yaklaşımını özetleyen “Afrika sorunlarına Afrika çözümleri” felsefenin sacayaklarından birini bu gerçeklik oluşturmaktadır. Bu da en temelde Afrika'ya yönelik başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere bölgede faaliyet gösteren TİKA, Maarif Vakfı, Yunus Emre Enstitüsü ve YTB gibi devlet kurumları ve de sivil yapılanmalar aracılığıyla aktarılan Afrika imajının Afrika'nın gerçekleriyle uyuşmasına bağlı olacaktır.


#Türkiye
#Afrika
7 yıl önce