|

Türkiye'yi 2071'e taşıyacak mücadele

2015 itibarıyle anlaşıldı ki, Türkiye’nin gerçekten bir geleceği olacaksa bu ancak Kürt meselesinin 1990’ların sonunda ortaya çıkan Kürt siyasi hareketinin PKK ile de örtüşen taleplerinin önüne geçmekle mümkün olacaktır.

Yeni Şafak ve
04:00 - 16/01/2016 Cumartesi
Güncelleme: 22:25 - 15/01/2016 Cuma
Yeni Şafak
Ercan Yıldırım - yazar


1980'lerin ortasından itibaren PKK eylemleriyle farklı bir evreye taşınan Kürt meselesi, 1990'lı yıllarda Güneydoğu sorunu olarak ele alınırken artık siyasetin temel belirleyeni haline geldi. Kürt meselesine temas etmeyen, Kürt siyaseti ile PKK'yı ayırmayan, Kürt kültürel kimliğini kabul etmeyen siyasi oluşumların geleceğinin Türkiye'de olmayacağı bizzat Avrupa ülkeleri ve ABD tarafından sıkça dile getirildi. Süleyman Demirel'in “Kürt realitesini tanıması”, Mesut Yılmaz'ın “AB'nin yolunu Diyarbakır'dan geçirmesi” partilerin ikballerinin Batı eksenli Kürt durağına bağlı olduğunu gösteriyordu.



Türkiye kendine bir gelecek inşa edecekse bu ancak Kürt siyasi hareketinin tanınmasıyla mümkün olacaktı. Açıkçası Türkiye'nin geleceği Kürt meselesinin ne şekilde olursa olsun çözülmesine bağlıydı. 2015 itibariyle anlaşıldı ki Türkiye'nin gerçekten bir geleceği olacaksa bu ancak Kürt meselesinin 1990'ların sonunda ortaya çıkan Kürt siyasi hareketinin PKK ile de örtüşen taleplerinin önüne geçmekle mümkün olacaktır.



DEMOKRATİK TALEPLERDEN ULUSÇULUĞA


Uzun 2000'ler boyunca Kürtlerle PKK, Kürt meselesiyle terör sorunu, Güneydoğu'nun kalkınmışlığı ile güvenlik meselesinin bir ve beraber değerlendirilmesi gerektiğine; Kürtçülüğün liberal tanınma politikalarından mülhem kültürel kimlik vurgusuyla PKK'nın siyasal taleplerinin farklılığına özenle dikkat çekildi. Kürtlerin “devletin cebri uygulamalara” son vermesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın belirttiği gibi 2003 yılında kendisinden bir tek “olağanüstü hal”in kaldırılmasının istenmesi gibi “makul” talepleri, zamanla sol – liberal etkilerin, içerdeki siyasi kliklerin etkisiyle Kürtçülüğün “pervasız cüret”ini ortaya çıkardı.



İki etapta tamamlanan 2015 seçimleri Kürtçülüğün, siyasi kanat destekli PKK şehir mücadelesinin, özerklik ve bağımsız devlet taleplerinin “kamuya saçılması”na kadar vardı. Gidişat, Kürtlerin güvenliği, kültürel hakları, siyasal talepleri boyutundan Türkiye'nin bütünlüğü, tarihte var kalıp kalmayacağı kaygısına ulaştı. Kürt ulusçuluğunun Kürt nüfusunun geneline erişmesi, Batı desteğinin kuvvetlenmesi, Irak ve Suriye jeopolitiği bu gidişatın temel nedenidir.



7 Haziran seçimlerinden sonra başlayan hendek kazım çalışmaları, arkasından özyönetim ilanları, toplu göçler, HDP'nin Türkiyelilik siyasetinden hendek kazıcılığa kadar ki süreç iyi değerlendirilirse “dönüşü olmayan yol”a girilmez. 2000'lerden sonra bölge üzerindeki siyasi iklimin ateşi 7 Haziran'dan sonra harlandı; şehir çarpışmasında başarı sağlanıp örgüt zayıflatıldıkça meselenin ciddiyeti 5 ilçedeki hendeklere kadar getirildi. Hatta tekrar “masa – müzakere” söylemleri belirdi. Türk siyasi tarihinin kronik hastalığı yine nüksederek “hendek kazımı ve ulusçuluk” gelip demokrasiye dayandırıldı. Uygulamaların demokratikliği, siyasetin hendekler etrafında tartışılması meselenin temellerinden kaçışı beraberinde getiriyor. Oysa hendek mevzuunu özyönetim talepleri başlığı altında bir cüz olarak görmedikçe, gelecekte, sinmiş sorun bu sefer çok daha büyük alevlere sahne olur.



İNGİLİZ AKLI'NA KARŞI TÜRK AKLI


İstiklal Harbi'nden sonra Türkiye üzerinde ittifak eden unsurların, artık bu ittifakı bozduğu konusunda flu olan sahne yavaş yavaş netleşmeye başlıyor. Hasta adam Osmanlı'nın parçalanması tartışılırken, İngiliz aklı sadece Anadolu bozkırında sıkışmış bir Türk varlığını değil Asya içlerine sürülmüş Türk akıncılarını hayal ediyordu. İstiklal Harbi Türk aklının İslam ile Türkiye'yi birleştirerek bütünlüklü bir coğrafya tahayyülünü hayata geçirdi. Halbuki mütarekeden Sevr'e kadar payımıza kıyılardan arındırılmış bir “Orta Anadolu İslam Cumhuriyeti” düşüyordu.



İslam'ın mensubiyet sağlayan değerlerinin yanında bu topraklarda yaşayan herkesin Batı'yı tekinsiz gören anlayışı, Batı ile mücadeleyi esas alan kimliği sadece ittifak değil aynı zamanda kader ortaklığını getirdi. Osmanlı paylaşımının sona ermediği, Birinci Dünya Savaşı'nın sonuçlanmadığı, sınırların “doğal” hallerine ulaşmadığı yorumlarının arasında Irak ve Suriye'deki Kürt ulusçuluğunun muhkem mevkiler kazanması, sadece kanton değil bütünleşik bir devlet fikrini kuvvetlendirdi.


AB ile başlayan karşılıklı güven duyguları, gelecek inşasının İstiklal Harbi'ndeki duygudaşlıkta, kader ortaklığında, ittifakta olmadığını gösterdi. Burada sadece Kürtler değil, 1990'lar itibariyle toplumun geneli Avrupa fikrini, Batı'da Türk varlığının sınırları aşabileceği hülyasını gerçeklik boyutuna sürükledi. Batı ile birlikte düşünme siyaseti Türkiye'yi bir uçurumun kenarına getirip bıraktı.



VARTAYI ATLATMAK MI, 2071 HEDEFLERİ Mİ?


Türkiye, AK Parti iktidarı ve Recep Tayyip Erdoğan ile kendine 2023, 2053 ve 2071 hedefleri koydu; yeniden büyük Türkiye, arkasında güçlü bir mirasla güncellendi. I. Paylaşım Savaşı'nın bitmediği yolundaki 11 Eylül kriterlerine, Irak ve Suriye eksenli sınır değişikliği öngörülerine 2023 – 2071 hedefleri bir cevap olabilir mi bilinmez fakat Türkiye'nin büyük olması, tarihi misyonuna ulaşabilmesinden daha önemlisi toprak bütünlüğünü koruyabilmesi “fiili durum”un nasıl kotarılacağıyla ilgili.


Şu anda bölgede sadece hendekler ve PKK ile değil, “kararsızlıkla” da mücadele ediliyor.



6-7 Ekim olaylarından sonraki PKK tesiri bölge halkının mecburen yeni gücü benimsemeye, özyönetim ile ortaya çıkan hayalleri desteklemeye itmişti. Devlet varlığını güçlendirdikçe, meşruiyet zemini yeniden tanımlanmaya, kararsızlık yerini netleşmeye bırakıyor. 2071 ufku bugünden ama en çok da 7 Haziran sonrasındaki fiili durum üzerinden şekillenmeye başlıyor; Kürt meselesinde bölünmemeyi sağlayacak formüllerden hepsi tartışılsa da etnik kimlik vurgusunun baskın karakteri geriye atıldıkça bağ daha fazla kuvvetleniyor.



Kürt meselesini Leninist ideoloji, Stalinist örgütlenmeden taviz vermeyen PKK ile mücadeleye hasrettikçe, gücün ve erkin yönüyle beraber mensubiyet ve meşruiyet kanalları değişir. Milletin ortak duygusu tarih boyunca aynı sözcüklerde buluşuyor esasında; “bu vartayı da atlatırsak...”


#Kürt meselesi
#Leninist ideoloji
#Stalinist örgütlenme
#pkk
8 yıl önce