|

Tutkusunu kaybeden millet

Millet kaygısı, zihinsel teslimiyet içine girdi. Ortada sadece siyasal bir kriz, yurttaşlıktan doğan birey - devlet arasındaki meşruiyet krizi değil aynı zamanda “tutku kaybı”na bağlı yaşama kaybı, ideal çöküntüsü var.

Yeni Şafak
04:00 - 29/09/2015 Salı
Güncelleme: 01:29 - 29/09/2015 Salı
Yeni Şafak
Ercan Yıldırım - Araştırmacı


Türkiye'de Kürt meselesi, son yıllarda Çözüm Süreci ve akabindeki terör olayları, bu topraklarda devlet ve birey arasındaki ilişki biçiminin niteliği konusunda bizleri bir kere daha düşünmeye; belki bu sefer daha ciddi, tarihi temellerini çok daha özenli olarak dikkate alacak biçimde düşünmeye sevk ediyor.



Bizler bu topraklarda tebaa mıyız, yurttaş mıyız, millet miyiz?


Tebaa dönemi Osmanlı ile birlikte nihayete erdi. Batı modernleşmesi, Fransız İhtilali'nden sonra siyasallığın yeniden tanımlanmasıyla bireyler devlet karşısında yurttaş diye tanımlandı. Anayasal sözleşme temelinde, devletin varlığı karşısında “temel hakları” korunan yurttaşlar devletine en iyi biçimde hizmet etmekle mükelleftir. Bunun karşısında devlet kişinin haklarını korur. Tamamen maddi temele dayalı, karşılıklılık ilişkisi içinde, pozitivist bakışlı yurttaş anlayışı bünyesindeki etnikleri muhafaza eden Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni kimliği ve siyasal yönetim biçimi oldu.



İstiklal Harbi ile Türkiye, İslam'ın kurucu ve bütünleştirici temel mensubiyet bağı üzerine inşa edilmiş, çok zorlu süreçleri atlatmayı bilmişti. Kısa sürede “millet temeli”ne dayalı bu ilişkiyi dağıttı, Batılı modern devletlerin kuru ulus devlet slogan ve simgelerinden oluşan yurttaşlık öne çıkmaya başladı. “Devlet için var olan birey”ler zamanla devletten paylarını istemeye başladı. Devlet ile birey arasındaki bağlar, sentetik kılındığı, beklentiler üzerine kurulduğu zaman bilhassa etniklerin hak iddia etme imkanını artırmış oldu.



DEVLET BORÇLU, ETNİK KİMLİKLER ALACAKLI MIDIR?


Yurttaşlık temeli zamanla, devletin borçlu, etniklerin alacaklı olduğu algısını kuvvetlendirdi. Bu yargıyla beraber AİHM gibi zaten emperyalist ve mikro milliyetçilikleri destekleyen kuruluşların meşruiyeti kuvvetlendi. Devlet ile birey arasındaki ilişkiyi “devlete ve Anayasaya bağlılık” ile formüle eden anlayış, en azından Türkiye'de sona erdi. Sadece terör meselesinde değil, etnik kimliklerin varlık alanlarını, folklorik kimliklerini, kültürel etkinliklerini ulusçuluğa taşıyan “yurttaşlık” sistemi Türkiye'yi etnisiteden ulusçuluklara itmeye başladı. Devlet bu bakımdan bir zihniyet çözülmesi içine girmiş durumda. Bu sadece millet olarak değil, farklı kültür gruplarının bekâ kaygısının artmasıyla ilgili bir durum. Hesaplama yapma meraklısı bir takım odaklara göre Türkiye'deki etnik sayısı Osmanlı'nın üstüne çıkıyor. Kimlik siyasetleri, kişilik siyasetlerine döndüğü için, kimliklerin talepleri de kendi mikro zeminlerinden kaynaklanıyor. Böylece devletine bağlılığını sorgulayan, hesabını ise milletle görmek isteyen yönelimler daha da güçleniyor.


Bugün artık sadece sorumsuz bireyler değil, etnik kimlikler, başkalarına bakan her yurttaş, “Türkiye'ye borçluyuz” demiyor, tam tersine “Türkiye bize borçlu, ödemesini hemen yapsın” diyor.



Oysa Anadolu'nun İslamlaştığı yani vatan kılındığı dönemlerde toprak ile millet arasında bir ahit, yazılı olmayan, menfaate dayanmayan, karşılıklılık ilişkisi olmayan, ahit yapılmıştı. Bizde devlet ile millet arasında sözleşme imzalanmaz, varoluşsal ahit yapılır. Devlet zaten milletten bağımsız olamaz, zira devlet bütünüyle milletin varlığıyla kaim olur. Bu topraklar vatan haline getirilirken, burada teşekkül eden millet kimliği dünyadaki varoluşunu anlamlı hale getirecek donanımı, içselliği gerçekleştiriyordu.


Aşkın değer yargılarıyla, “müşterek” ideallerin birleştiği vatan, millet kimliğiyle bir arada, aynı anda şekilleniyordu. Millet meziyetleri, toprağın kimliği haline dönüştü. Vatan zaten millet değerleriyle ideallerinin örtüşmesinden doğan yoğunluğun karşılandığı zemindir.


Köklü bir millet yapısı Anadolu topraklarında İstiklal Harbi sonuna kadar varlığını korudu. Cumhuriyet İslam ile kimlik kazanan vatan ve milleti, ortadan kaldırarak yeni bir mensubiyet bağı geliştirmek istedi. İslam'dan ayırmaya çalıştığı Türklüğü tanımlarken, kökleri de inkar etti. Türklük misyonundan uzaklaştırılarak basit etnik kimlikler içinde bir etnik kimlik haline getirildi. Kurucu vasfı bu yüzden tartışmalı hale geldi. İslam paydası çıkarılmaya çalışıldığı için ortada Türk değil, müsveddesi kaldı.



TUTKU KAYBI, KONTROL KAYBINA DÖNERSE...


Bugün sadece devlet değil, millet varlığı kontrolü kaybediyor.


Kontrol kaybını en çok da terör meselesi üzerinde görmek mümkün. Çoklu okumaya bakacak olursak, kısa vadede sorun çözülür ama uzun dönemde kaybettik, ülkeden toprak kaybı olur. İntikam, diyenler o kadar verilen haklara rağmen, terörün azdığını, herkese anlayacağı dilden konuşmak gerektiğini düşünüyor. Öfkeyle hareket edenler kadar rasyonel mantıkçılar da zaten bir arada yaşamanın uzun zamandır gündemden düştüğü kanaatinde. Pazarlıkçılar, masa ihtimalini gözeterek bu işten kolayca sıyrılabilecekleri kanaatinde. Yine pazarlığın karşı tarafında bulunanlar ise kazanımların devletin müdahalesiyle yok olacağından endişe ediyor. Depresyon, gizli biçimde genele hakim durumda, depresyona giren halk şiddetin çözüm olmadığını şiddetle göstermeyi tercih ediyor. Umutlu olmak için Pollyannacı psikolojiye girenler yine Kürtlere bel bağlayıp, “acaba HDP'ye oy vermekten vazgeçerler” mi beklentisinde. Asıl umutlu olan Kürt ulusçuluğu ise, aldıkları yolun büyüklüğünün farkında olarak, siyaseti yönlendirmenin verdiği hazzı, Türkiye'nin yönetilmesindeki “dengesiz eşitlik”le göstermeye kadar gitmek istiyor. Kenarda bekleyen sırtlanlar ise, etkisiz siyasallıklarını başkalarını sahaya sürerek bir iki parça kazanım elde etmek için çırpınıyor. Sosyalizmin, millet dışı tutumu, siyasal tükenmişliği yeni ittifaklara varacak derecede.



Türkiye'de siyaseti millet dışı unsurların yönlendirmesi, kadim vasıflarımızı da ortadan kaldıracak kadar güçlü. Çaresizlik, arayış ve aciliyet siyasallığı yönlendirdiği sürece, kontrol elden çıkacak.


Cumhuriyet'in tanımladığı Türklük anlayışı uzun bir bedbinliği beraberinde getirdi. Zaman zaman bastırma, kimi zaman konformizm Türk milletinin, asırlarca gösterdiği millet vasfını söndürdü. Millet kaygısı, zihinsel teslimiyet içine girdi. Ortada sadece siyasal bir kriz, yurttaşlıktan doğan birey - devlet arasındaki meşruiyet krizi değil aynı zamanda “tutku kaybı”na bağlı yaşama kaybı, ideal çöküntüsü var.



Millet hayatı, kritik dönemlerde, uçurumun kenarına geldiğinde, bezginliğini, umutsuzluğunu içinde barındırdığı tutkuyla aşar, harekete geçebilirdi. Öncelik sıralamasını kendinden başlatan yurttaşlar, millet hayatının garantisi olan “tutku”yu öldürdü. Devlet ile millet, toplum ile birey, ruh ile beden çözülme noktasına geldi. Çözülmeyi ancak tutkulu bir ruh engelleyebilir!






#Kürt ulusçuluğu
#Millet kaygısı
#hdp
8 yıl önce