|

Yapısal ayrımcılıklar

Günümüz dünyası, yeni bir ‘fetret dönemi’ne giriyor. Fetret dönemi, bir yanda dünya düzeninin çöküşüne işaret ederken, bir diğer yanda da, insanlığın her alanda çok büyük belirsizliklerle karşı karşıya bulunduğuna işaret ediyor.

Yeni Şafak
04:00 - 9/05/2017 Salı
Güncelleme: 07:27 - 9/05/2017 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu

Modern zamanlarda bir büyük put haline getirilen rasyonalizm değer kaybına uğrarken, irrasyonalizm yükseliyor, fanatizm yükseliyor, demagoji yükseliyor - ahlaktan bağımsız, ruhsuz akıl ise yerlerde sürünüyor. Modern zamanlar boyunca, ideolojik-politik bağlamda mutlaklaştırılan kavramların, kurumların, değerlerin ve ideolojilerin, bugün yaşadığımız dünyayı açıklamada, anlamlandırmada tamamen yetersiz kaldıkları açıkça görülebiliyor.

ÖTEKİNİ DUYMAK İSTEMİYORUZ

Dünya çapında etkili ve belirleyici olan ideolojik-entelektüel iktidar, sömürgeci dil-bilgi yoluyla inşa edilmişti. Şimdi bu iktidar büyük bir krizle karşı karşıya bulunuyor. Neoliberal ütopya dağılıyor, itibarını kaybediyor. Irk, kültür, din milliyetçilikleri her iki Batı’ya (Avrupa ve Amerika) geri dönüyor. Sözünü ettiğimiz milliyetçiliklerin geri dönüşü, sömürgecilerin hiç bir şeyden pişman olmadıklarını gösteriyor. Kültürel çeşitliliğe tahammül edemeyen her iki Batı’nın evrensellik iddialarının da, böylelikle, büyük bir yalan ve ikiyüzlülük olduğu ortaya çıkıyor. Milliyetçiliklerin geri dönüşü, ‘öteki’ni duymak, görmek, anlamak istemeyen amansız diktatörlükler şeklinde tezahür ediyor. Bir diğer tarafta da, itiraf etmemiz gereken çok acı bir durum var: Biz Müslümanlar da, kendi ‘öteki’lerimizi duymak, görmek, anlamak, paylaşmak ve kendileriyle kardeş olmak istemiyoruz.

Kültürler arasında aşılmaz duvarlar örenler, bu duvarları örerken aynı zamanda ‘evrensel uygarlık’ teranelerini de sürdürebiliyor. Kültürler arasında duvarlar ören, bu duvarları aşamayan bir zihniyetin insanlığa ulaşması asla mümkün olamaz. Hangi gerekçeyle oluşturulmuş olursa olsun, hangi kültür ve uygarlık adına inşa edilmiş olursa olsun, duvarlar insanlığı anlamamıza geçit vermez.

TEK YÖNLÜLÜK VE
TEK MOTİVASYON

Modern zamanlarda güç ve baskı araçlarını ele geçirenlerin dayattığı çerçeveler ve zihniyet, ölçüsüz hırslara ve patolojik tatminsizliklere yol açtı. Bugün modernlikler, bir virüs haline gelen popülizmler eşliğinde, aşırı sağcılık, kimlikçilik, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, İslam düşmanlığı yönünde, geçmişe doğru ilerliyor. İnsan unsurunu, insani anlamları, duyarlılıkları, hassasiyetleri, derinlikleri yok sayan ideolojik yapılar, süreçler ve anlatılar, her toplumda siyasal altüst oluşlara neden olurken, yine her toplumda siyasal bir zemin kayması yaşanıyor. Siyasal sorunlar, güvenlik sorunlarına indirgeniyor; siyaset, profesyonel bir meslek halini alıyor. Tek yönlülük, toplumların tek bir motivasyon ile güdülenmesi, söz konusu toplumları gerçeklere yabancılaştırıyor. Toplumsal-kolektif projelerin, etkinliklerin her tür çıkarın üzerinde tutulması noktasında gereken hassasiyet gösterilmiyor. Tek bir motivasyonla güdülenmek, insanları körleştirebilir, düşünce ve gerçeklik arasında uçurumlar oluşturabilir.

İslami düşünce, kültür ve ilahiyat hayatı, İslam dünyası toplumlarının neden İslami bir gerçeklik oluşturamadıklarını, İslami gerçeklik oluşturma bilincine, algı ve iradesine neden sahip olamadıklarını hiç bir şekilde tartışma, değerlendirme ve çözümleme konusu yapmıyor. Dahası, bu konuyu herhangi bir şekilde gündeme getirmeye dahi cesaret edemiyor. Düşünce hayatımızın, kültür ve ilahiyat hayatımızın, yirmibirinci yüzyılda İslami bir gerçeklik oluşturulmasının mümkün olmayacağı, olmayabileceği yönünde derin bir şüphesi var. Bu bağlamda, özellikle ilahiyat hayatı, İslam’ın siyasal bir model içermediğini kanıtlayabilmek için olağanüstü çabalar harcıyor, bin dereden su getiriyor.

İSLAMİ TEMSİL
YETENEĞİNİ KAYBETTİK

Bütün bu bilinçsizliklerimizin, iradesizliklerimizin, cesaretsizliklerimizin ve şüphelerimizin temelinde, hiç kuşkusuz, toplumlarımızın maruz bırakıldıkları ‘zihinsel parya’ durumunu içselleştirmiş oldukları gerçeği yatıyor. Bu konuda, yaşadığımız bu kronik bağımlılık ile ilgili olarak, çok çarpıcı ve çok aşağılayıcı tarihsel bir olay-olguyu kaydetmek ibret verici olabilir. Hindistan’daki İngiliz sömürge idaresinin 1830‘larda Kamu Eğitim Komitesi başkanı olan Thomas Babington Macaulay, “kanı ve rengi Hintli, ancak zevkleri, görüşleri, algıları ve zihin dünyaları İngiliz olan yeni bir insan topluluğu” yaratmak üzere, İngiliz eğitim sisteminin Hindistan’da da hayata geçirildiğinden söz ediyordu. Bizler, Müslümanlar olarak, İslami bilgi ve dünya görüşü temelinde bir eğitim sistemini telaffuz dahi edemiyoruz. Bizler, zihinsel parya durumunu içselleştirdiğimiz ve İslami bütünü temsil yeteneğini kaybettiğimiz için, Batı dünyası, Batı uygarlığını bütün uygarlıklardan üstün görerek, Batı dışı uygarlıkları aşağılamaya devam edebiliyor.

Zihin dünyamız bir yanda modern mitolojik unsurlarla, bir diğer tarafta geleneksel mitolojik unsurlarla zincire vurulduğu için, Batı’nın İslam ve Müslümanlarla ilgili olarak icat ettiği olumsuz klişeleri parçalayamıyoruz. Gerçek durum böyle olduğu halde, kaydettiğimiz kimi nicel, teknik, maddi, sayısal başarılardan hareketle, kimi durumlarda bir bağımsızlık ve istiklal mücadelesi vermekte olduğumuzdan, kimi durumlarda bir devrim gerçekleştirdiğimizden, kimi durumlarda da, sorunlu bencilliklerimiz sebebiyle ötekileştirdiğimiz, tahkir, tezyif ve tekfir ettiğimiz Müslüman unsurları unutarak, yeni bir medeniyet kurmaktan söz edebiliyoruz. Hangi gerekçeye dayalı olursa olsun, hangi kültür dünyasına ait olursa olsun, ırk, kültür, din milliyetçiliklerini yeniden hayatlarımıza sokmak, yapısal ayrımcılıklara neden olabileceği gibi, ortak insanlıktan söz etmeyi, çok kimlikli bir dünyadan söz etmeyi, kültür topluluklarının bir araya gelmelerini, kültürlerarası iletişimi bütünüyle imkansız kılar.

#Batı
#İslam
#Müslümanlık
7 yıl önce