Her kesimden ve her yaştan okurun sevebileceği popüler şeyler de değil yazdıklarınız, nitelikli edebiyat eserleri; ama bambaşka bir şey var okuru yazdıklarınıza bağlayan. Sizce nedir bu bağın alametifarikası?
Şimdi bu soruya cevap olarak ne desem, evet, benim edebiyatımda öyle bir şey var ki, okurlarımı etkiliyor demiş olurum. Bu da epeyce tatsız bir ifade biçimi olur. Yazarken, beni bir okur olarak etkileyecek, beni sarsacak türden şeylerin peşine düşüyorum. Deyim yerindeyse okumak istediğim türden şeyler yazıyorum. Temasıyla, anlatımıyla, üslubuyla... Bu durumda benim okumak isteyeceğim türden şeyler okumak isteyen insanlara iyi görünüyor olabilir. Sağ olsunlar, beni okumaktan hoşlananlar da bana iyi görünüyor. Karşılıklı iyilik hali.
Buna ilk sorudan bağımsız cevap vereyim, ben iyi okur yetiştiriyorum diyecek değilim çünkü. Bir okur olarak cevap vereyim. Çok iyi kitaplar da okudum, iyi olmayan kitaplar da. Kötü de etkiler, değiştirir, dönüştürür, iyi de. İyi edebiyatın bizi neden çarptığını, bizi neremizden yakaladığını düşünürüz. Ben düşünürüm. Buna kafa yormak iyidir. Bu düşünce, bu çaba bize sadece iyiden tad almayı değil, iyiye doğru meyletmeyi de öğretiyor. İnsanın içinden gelen hikayedir aslolan elbet ama o hikayeyi nasıl anlatacağında düğüm. Bazen en iyi anlatılmış olandan hareket ederiz, ama hiç söylenmemiş şekilde söylemeye çalışma çabası da öğretir. İnsan roman okurken, roman okumayı öğrenir. Roman yazarken de roman yazmayı öğrenir. Hatta insan roman yazarken, roman okumayı daha da iyi öğrenir. Öyle okumaya başladığı zaman, o okuma roman yazmayı da öğretir. Aslında insan hep öğrenir. Tecrübe eder. İyi yazarlar, hem iyi okurlar hem iyi yazarlar yetiştirir bu yüzden.
Mehmet'i sakat sakat bekletmek... Çok güzel. Yani öyle bekletmek güzel değil elbet... Soru çok güzel. Cevap bana dair bir sakatlıkla alakalı. Aslında sakatlık değil de... Babamla alakalı. 2015 babamın ölümünün yirmi beşinci yılı. Babam ben doğduğumda yirmi beş yaşındaymış. Ben babam öldüğünde on dört yaşındaydım. Yirmi beş artı on dört, eşittir otuz dokuz. Yani babamın ölüm yaşı. Doğal olarak benim bu yılki yaşım. Yani bu yıl ben babamla aynı yaştayım. Bunu neden böyle ifade ettim bilmiyorum. Yaşıt olmayı bekledim bekledim bir kaç yıl. Gelmem demedi. Zaman geçmem demiyor zaten, gelmem demiyor.
Gerçek ilgi alanımda değil. Ben yaralardan bahsetme taraftarıyım. Yaralardan da bahsedilemiyor, yara en fazla işaret edilebiliyor, en fazla sezdirilebiliyor. Romanı henüz okumayan milyonlar (gülüyor) olduğu için konuyu açmak istemem; ama romanın hikâyesinin geçtiği dönem tam da benim üniversitede uzatmalı öğrenci olduğum dönem. O yıllarda ülkede 'gerçekte' neler olduğunu herkes biliyor zaten. O yıllara dair bilinmeyen, anlatılmayan, anlatılamayacak olan, saklanan ise yaralar. Dünya denen gezegende yara hakkında en az konuşan yaralılardır. Yaradan ve yaralılardan hep yaralı olmayanlar bahseder. Bende bir yara vardı, bir de bildiğim şahit olduğum bir yara vardı o yıllara ait. Bendeki yaranın sahiciliği, bana o diğer yaradan bahsetme cüreti verdi, yoksa bana düşmez zaten. Toplumculuk meselesi hakkında görüşümü daha önce bir iki yerde ifade etmiştim. Devanın kendisinde olduğunu düşünenlerden korkarım. Ben yapamam. Deva bende değil zaten. Ben bir taraf seçecek olsam, devayı arayanlardanım derim.
Mümkün mü bilemem tabi. Bu bir tespitse teşekkür ederim. Olduysa ne mutlu. Biçim, roman için büyük bir enstrüman. Anlatı tekniğiyle birbirini destekleyebilirse heyecan verici. Romanda aktarılan anlar, sahneler, zihnimizde romanı okurken bir takım simgelerin, bizde yani okuyanda var olan bir takım simgelerin etkisiyle, okurun bilincinde var olan simgelerin etkisiyle yerini bulur, ya da bulmaz. Bir romanı okurken, sadece kelimeler yığının bunca etkileyici olması okuyanın zihnindeki simgelerin gücüyle doğrudan alakalı. Buna bir katkı, edebiyat eserlerinde yeni biçim denemeleriyle yapılıyor. Yıllardır yapılıyor. Biz de biçimsel etkisine kapıldık birçok romanın ve hikayenin. Beni etkileyen bu şeyi uygulamak istedim. Sonuçta roman yazmaya da bir takım romanların büyüsüne kapılarak başlamıştım. Okurun zihninde var olan ve romanı okurken o simgeler sayesinde yerini bulacak olan anlam denen şeye, günlüğün el yazısıyla aktarılması katkıda bulunacaktı, öyle düşündüm. Anlar ve sahnelerle kurulmuş bir romanda, başka karakterlere dair ara bölümler de benzer bir işlev görecekti. Bir şeyi düşünür ya da hatırlarken zihnimizin doğrusal bir izlek takip etmediğini düşünürsek, böyleydi hal. Bunu amaçladım. Beni memnun etti. Okur açısından da anlamını bulursa şükür derim.
Bilmem. Biter elbet. Yaralar geçer elbet. Ama yaralanmış olanla, hiç yaralanmamış olan bir olur mu? Bir sıraya koymadım yazılacakları, yayınlanacakları ama bir romanım var. Üzerinde çalışmam gerek. Belki gücüm yeterse ona çalışırım şimdi. Yeni bir roman da yazmaya başladım bir yıl kadar önce, çok ağır aksak gidiyor. Hatta bu sıralar hiç gitmiyor. Belki o da biter zamanla. Senaryo yazmak istiyorum, aklımda bir ton şey var. Kafam çok karışıyor. Belki o olur. Hiç bilmiyorum.
• • •
Mehmet'i Sakatlayan Serçe Parmağı
Güray Süngü
Dedalus Kitap
2015
216 sayfa