|

Yazmak mı zor eleştirmek mi?

Semih Gümüş 35 yıllık bir eleştirmen kimliğinin, onlarca roman, öykü eleştiri kitabının ardından roman yayınladı ve kaçınılmaz olarak da bu sürpriz oldu. “Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz” adlı romanı inceleyen yazar Necip Tosun, roman yazmakla eleştiri yazmak arasındaki inceliklere dikkat çekiyor.

Yeni Şafak
04:00 - 7/11/2015 Cumartesi
Güncelleme: 21:55 - 6/11/2015 Cuma
Yeni Şafak
NECİP TOSUN


Farklı türlerde yazmak edebiyat dünyasının en tartışmalı konularından biridir. Özellikle bir türde ünlenmiş, başarısı kanıtlanmış yazarların farklı türlerde yazmaları her zaman tartışılmıştır. Edebiyat tarihinden pek çok yazar sadece bir türde yazmamış çok farklı türlerde yazmışlardır. Örneğin çığır açıcı romancılığı, öykücülüğü yanında Virginia Woolf döneminin en büyük eleştirmenlerinden biriydi. Eleştirmenlerin ortak görüşü Woolf eğer hiç roman-öykü yazmamış olsaydı bile sadece bu eleştiri yazılarıyla edebiyat dünyasında var olacaktı. T.S. Eliot, Octavio Paz için de aynı şey söylenebilir. Öyle ki Eliot, şair ve düzyazı ilişkisi konusunda, “düzyazıyla test edilmeyen yazarlara” şiir yazdırmamak gerekir diyordu. Biz de ise hem ürün hem de eleştiri yazılarının en iyi örneklerini veren yazarlar olarak Ahmet Hamdi Tanpınar, Tahsin Yücel, Ahmet Oktay, Rasim Özdenören, Sezai Karakoç ve Tomris Uyar anılabilir.



Kuşkusuz bir yazarın, sanatçının sadece bir türde yazmasını yüceltmek anlamsız bir çaba. Buradaki temel ölçüt, hangi türde yazılırsa yazılsın o türün hakkını verebilmek, nitelikli ürünler ortaya koyabilmektir. Yazar ancak ortaya koyduğu eseriyle ve yazdığı türün hakkını verip vermemesi durumuyla değerlendirilebilir. Kısaca türleri güreştirmenin kimseye faydası yok. Kuşkusuz her yazar kendisini, duygularını en iyi ifade ettiği türde yazar. Başka bir şekilde yazamadığı için bu türleri seçer. Kimi yazarlar sadece bir türde yazarken, kimi yazarlar farklı türlerde de yazar. Bu anlamda pek çok yazar edebiyatın farklı türlerinde eserler ortaya koymuş, türler arasında geçişler yapmış, bazen de bir türde ağırlıklı olarak yazmıştır. Zaten bir yazarın portresi de tüm bu yazdıklarının toplamıyla ortaya çıkar. Ama birden fazla türde yazan yazarların eserleri nitelik açısından farklı olabilmektedir. Türün kendi gerekleriyle, ölçütleriyle eserlere bakıldığında, kimi yazarlar sadece bir türde başarılı olurken, yazdığı her türde başarılı olan yazarlara da rastlanır. Bir başka deyişle iyi bir romancı, kötü öykülere, kötü şiirlere; iyi bir şair de kötü romanlara, kötü öykülere imza atabilmektedir.



SÜRPRİZ BİR ROMAN


Bu anlamda özellikle öykü, roman, şiir yazan edebiyatçıların kendi aralarındaki tür geçişleri ya da bu yazarların eleştiri, deneme yazmaları sıklılıkla görülen bir olay. Ama uzun süre tümüyle eleştiri, deneme, inceleme yazılarında odaklaşmış, bu alanda isim yapmış, başarısı kanıtlanmış birinin edebî bir türde (roman, öykü, şiir vb.) yazması yaygın bir durum değildir. Örnekleri elbette var ama geç bir dönemde ürün vermeleri gerçekten ayrıksı bir durum. Semih Gümüş 35 yıllık bir eleştirmen kimliğinin, onlarca roman, öykü eleştiri kitabının ardından roman yayınladı ve kaçınılmaz olarak da bu sürpriz oldu.


Kuşkusuz eleştiri de roman da bir edebiyat uğraşısı. Ama romanın yazma disiplini, oluşumu ve süreci ile eleştirinin disiplini, oluşumu ve süreci çok farklı. Romanda ihtiyacınız olan “duygular”, eleştiri yazılarında ise ihtiyacınız olan “düşünceler”. Kuşkusuz roman yazayım deyince olmaz, onun bir doğuş anı, bir duygu yırtılması ve onu doğuracak bir olgunun gerçekleşmesi gerekiyor.



BİRİ DÜŞÜNCE DİĞERİ DUYGUDUR


Kuramsal çalışmalar, eleştiri yazıları için gerekli olan ise sadece çalışmak, araştırmak ve emek. Oysa roman yazmak için, çalışmak, araştırmak ve emek tek başına yeterli değil. Bu anlamda zorlanarak da olsa bir kuram yazısı yazılabilir. Ama roman onca çabaya rağmen yazılamayabilir. Roman, öykü duygularla, durumlarla sizi yazmaya itecek bir etkilenmeyle oluşur. Zihniniz, duygularınız, dikkatiniz öykü/roman yazmak üzerine olduğu sürece kurmaca yazma sıkıntısı olmaz.



Bu anlamda Semih Gümüş'ü sadece edebiyat incelemelerinden, araştırmalarından tanıyanlar için Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz romanı hiç kuşkusuz sürpriz bir kitap. Ancak Semih Gümüş bir edebiyat incelemecisi, bir eleştirmen olmakla birlikte, bu romanıyla edebiyatın diğer türünde de sözünün olduğunu ispatlıyor. Doğrusu masanın iki yanında da bulunması bir yazar için oldukça iyi bir imkân. Semih Gümüş de bunu iyi değerlendirmiş. Çünkü Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz romanı, konusu, kurgusu, karakterleri, dramatik örgüsü ve diliyle apaçık bir ilk roman başarısı.



Semih Gümüş Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz'da en iyi bildiği edebiyat sorunlarını da ele alarak iyi bir romanda bulunması gereken tüm imkânları değerlendirmiş. Bu anlamda Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz, kurmaca ile gerçek arasında dil zevkiyle örülmüş, tümüyle dramatik durumlara yaslanan iyi kurgulanmış bir yapıyı içermekte.



Roman, yüzleşme, doğa, aşk konularında odaklaşır. Romanda, büyük acılar çektiği bir işkence sonrası, şehrini, eşini tüm dostlarını terk edip bir dağ köyüne çekilen Sinan'ın yaşadığı acılardan kurtulmak, hayatına anlam katmak için yazdığı romanına ve doğanın iyileştirici sıcaklığına sığınması hikâye edilir. Sinan bir şeyleri temize çekmek için değil, yalnızca hatırlamak duygusunu yaşamak için, bir kapıyı kapatıp bir kapıyı açarak şehri terk eder. Dağlara çıkıp, uzun yürüyüşler yapıp okuyup yazmak ister. Geçmişi silip yeni bir hayatı canlandıracak bir karar alacak, hayatını değiştirecektir. Böylece yirmi yıldır yaşadığı boşluğu, anlamsız, mutsuz hayatına son vermek istemektedir. Eskiye ait her şeyden, eşyadan, ilişkilerden kopmak için buradadır. Çok şey yaşamıştır, artık kendi hayatını yaşamak istemektedir.



YAZMA SORUNLARINI TARTIŞIR


Ne var ki geçmişin kötü günleri onu rahat bırakmamaktadır. İşkenceyi, sorguyu, elektroşoku unutamamaktadır. Oysa o herkesin hayatından çıkmak, aranıp bulunmamak istemektedir. Yaşadığı bu zırhın içinden çıkıp yalnız kalmak, insanlardan, kalabalıklardan, gürültüden uzak bir yaşamla eski günlerine dönmeyi arzulamaktadır.



Bu kurgu içinde, “yazma sorunları”, “doğa” ve “aşk” gündeme gelir. Bir roman yazmakta olan Sinan yazma sorunlarını tartışır. Ona göre yaşananları önce hatırlayıp, sonra silip unuttukça yazılanların ışıltısı artmaya başlamaktadır. Yazdığı zaman kendine ait olacak ve bunları bir kenara kaldırarak yeni bir hayata başlayabilecektir. Gerçeğin kendini dayatan hâliyle baş etmek olanaksızdır. Edebiyat onu alt etmenin bir yolu, insanı baskı altından kurtarıp sıradan bir insan gibi yaşamasını sağlayan büyük bir penceredir. Gerçeğin üstüne çıkma, onu yok sayıp kendi gerçeğini yaşama olanağı. Bunu da bir roman yazarak yapabilecektir.



Ama yazdığı bu roman herkesin değil de sadece meraklıların okuyabileceği bir roman olacaktır. Daha doğrusu kendi okumak istediği romanı. Ama bu nasıl olacaktır: “Hiç değilse kendi hayatımın bir imgesini kurabilsem, önce gözlerimin önünde canlandırıp yazdıktan sonra okuyanlar benim yarattığım imgeyi alıp ceplerine koysa, onu ara sıra elleriyle parlatsa, birbirlerinin avucuna bıraksa, kendi imgeleriyle benimkini üst üste koysa, sevgililerin dili, doğru dürüst insanların aklı olsa, rengârenk sözcükleri dizip onlara göndersem.” Aslolan hayatın bütün sırlarını yalnızca sözcüklerle anlatabilmektir. Sıradan hayatların içinde saklı ayrıntıları keşfetme ahlakı. İnsanların yıllarca yanından geçtiği sokağı o güne dek görmedikleri biçimde gösterebilmek. Kahramanımız böyle bir romanı yazmaya başlar.



Sinan bir yandan da doğayı keşfeder. Rüzgârın sesi, dalgalar, ağaçlar, dağlar, güneş, gece, ay sürekli ona bir şeyler söyler, bir şeyler hatırlatır. İnsan insana sonsuzluk duygusu veremezken doğa insana sonsuzluk duygusu vermektedir. Deniz, dağ, ağaçlar insana ölümsüzlüğü anlatmaktadır. Bu kır evinde kendini ve doğayı keşfederek arınmakta, yaralarını onarmaktadır. Bugün bütün değerler yozlaşmış ve doğadan kopuş hızlanmıştır. İnsan, denizlere, ırmaklara, ağaçlara, otlara, çiçeklere ve hayvanlara yabancılaştığı için insan olmaktan çıkmıştır. Düzelme insanın doğayı keşfedişiyle başlayacaktır.



Diğer yandan Sinan bu kıyı köyünde tanıştığı Mina ile aşkı bulur ve hayatın bir başka yönünü yeniden keşfeder. Onda da eksikliklerini ve açmazlarını görür. Ancak aşk, insanın mutluluk nedenlerinin aynı zamanda mutsuzluk nedenleri de olmasıdır. Buradan da çıkış yoktur. Özellikle bu bölümlerde şiddet ve cinselliğin iç içe geçtiği sakınmasız bir alt dil, bir yatak odası dili kullanılır. Kimi aşırı sert cinsellik dili ve oyunları zaman zaman rahatsız edici boyutlara ulaşır.



Giderek bir doğa övgüsüne dönüşen romanın en büyük başarısı betimlemeleridir. Kuşkusuz betimlemede aslolan, anlatılan şeyi sadece göz önüne getirmek, göstermek değil, anlatıcının aradan çekilerek gösterilenle okuru karşılaştırmaktır. Onda “okuyormuş” hissinden çok, “görüyormuş” hissini uyandırmaktır. Ancak betimleme sadece bir “gösterme” değeri taşımaz. Anlatıma giren nesnenin bir nedenselliğe de yanıt vermesi gerekir. Bundan dolayı betimlemenin sadece estetik işlevi yoktur. Fiziksel atmosfer yaratmanın ötesinde, anlatıya anlam kazandırma ve dramatik yapıya katkı onun temel işlevlerindendir. Anlatıyla bütünleşmemiş, ek, yama gibi duran betimlemelerin, yapmacık bir süs olmaktan öte bir anlamı yoktur. Anlatıma hiçbir şey katmayan, onu çoğaltıp zenginleştirmeyen, işlevsiz bir betimleme, gereksiz bir bilgi yığınından başka bir şey değildir. Semih Gümüş romanında betimlemenin gücünü başarıyla kullanır.



BİLDİK BİR HİKAYE


Bir konuyu, bir olayı, bir enstantaneyi yazmaya karar veren bir yazar için, en incelikli tercihlerden biri, bakış açısı/anlatım biçimi tercihidir. Çünkü yazarın bakış açısı tercihi, bir anlamda anlatımın nasıl bir şekil alacağını da belirleyecektir. Kuşkusuz aynı tema farklı bakış açılarıyla apayrı yönlere savrulabilir. Çünkü her bakış açısının kendine göre bir mantığı, anlam ve çağrışım alanı vardır. Bu nedenle yazar okurda en vurucu ve kalıcı etkiyi yaratabilmek için o temanın gerektirdiği bakış açısını yakalamak durumundadır. Semih Gümüş Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz'da farklı bakış açılarıyla romanını oluşturur. Hem birinci tekil şahıs anlatımı hem de üçüncü tekil şahıs anlatımı iç içe her birinin kendi olanaklarını ustalıkla kullanır.



Romanın hikâyesi bildik, neredeyse klişedir. Yalnızlığa çekilme ve orada doğayı, aşkı keşfediş. Romanın, çok katmanlı, çok karakterli, göndermeli bir hikâyesi yok. Neredeyse bir öykü hikâyesi kadar yalın. Ancak Semih Gümüş belli ki romanında “hikâye”den çok dile ve sorunlara odaklanmış, kişisel deneyimleri sorgulamayı önemsemiş. Bu bağlamda Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz öncü, yenilikçi bir başyapıt değil. Ancak kusurlu bir roman da değil. Bir eleştirmenin kurmacanın da hakkını verebileceğini belgeleyen iyi bir ilk roman. Bu nedenle belki sonra çok daha iyi romanlar da okuyacağız kendisinden.





Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz


Semih Gümüş


Can Yayınları


2015


304 sayfa




#Ahmet Hamdi Tanpınar
#Tahsin Yücel
#Ahmet Oktay
#Rasim Özdenören
#Sezai Karakoç
8 yıl önce