|

Yerli yazar mı yabancı yazar mı?

Günümüze kadar gelen klasiklerin en temel özellikleri isabetli görüşleri, güzellikleri ve testten geçmiş, zamana dayanıklı, derinlikli yapılara sahip olmalarıdır. Bunların diğer bir özellikleri de sadece kendi kültür havzalarını, ait oldukları medeniyetleri değil, farklı medeniyet havzalarını da yüzyıllarca etkilemiş, kabul görmüş olmalarıdır.

Yeni Şafak
04:00 - 24/02/2017 пятница
Güncelleme: 23:21 - 23/02/2017 четверг
Yeni Şafak
Yerli yazar mı yabancı yazar mı?
Yerli yazar mı yabancı yazar mı?
NECİP TOSUN


Hiç kuşkusuz her ülke okuru önceliği kendi yazarına, kitabına, birikimine, kültürüne vermeli ve okumalarını buna göre düzenlemelidir. Ancak önceliğin yerli yazara verilmesi insanlığın ürettiği, yüzyıllardır okunan dünya kültürüne, edebiyatına ilişkin kitaplara uzak durulmasını haklı kılmaz. Çünkü kitap insanlığın ortak hafızası, birikimidir. Doğu ve Batı arasındaki kitap iletişimi tarihsel süreç içerisinde yoğun bir şekilde sürmüş, her iki medeniyet coğrafyasında insanlar birbirlerini okumuş, değerlendirmiş, yorumlamışlardır. Özellikle klasikler, temel metinler yüzyıllarca elden ele dolaşmış, insanlığın ortak malı olarak değerlendirilmiştir. Prof. Dr. İbrahim Sarıçam-Prof. Dr. Seyfettin Erşahin'in belirlemeleriyle söylersek: “Medeniyet tarihinde bütün uyanış hareketleri birer büyük tercüme hareketi ile başlamıştır. Sözgelişi, Eski Yunan uyanışı Sümerler-Anadolu, Fenike ve Mısır tercümeleriyle; İslam uyanışı Yunan, İran, Hint tercümeleriyle; Batının uyanışı İslâm, Yahudi ve Yunan tercümeleriyle mümkün olmuştur."



DOĞU KİTAP MEDENİYETİDİR


Tarihsel süreç içerisinde “Bütün kitaplar bir kitabın iyi anlaşılması için okunur" düsturu tüm Doğu insanının temel anlayışı olurken, tek kitabın etrafında üretilen kültür, edebiyat hayatın her yerindedir. Camiler ve çevrelerinde, medreselerde, dergâhlarda insanlar kültürle, edebiyatla iç içe olmuştur. Yazan, üreten, düşünenler; herkes, idareciler, iktidar karşısında hep saygınlık görür, el üstünde tutulur. Bu yazarlar, âlimler, bilginler de iktidara yol gösterirler. Mevcut yöneticiler mutlaka belli günlerde, âlimlerin, şairlerin katılacağı düzenli meclisler düzenler, onlarla karşı karşıya gelir, tartışmalar yapılır, hikâyeler anlatılır, şiirler okunur. Bu ortamdan da çok zengin eserler üretilir, büyük yazarlar ortaya çıkar.


X. yüzyıldan itibaren “kitap", Doğu medeniyetinin kendini izah yöntemi olur. Kitap yazımı yaygınlaşır, kütüphaneler bütün coğrafyayı kaplar. Bağdat'taki Abbasî Kütüphanesi, Kahire'deki Fâtımî Kütüphanesi ve Kurtuba'daki Endülüs Emevîleri Kütüphanesi başta olmak üzere pek çok kütüphane kurulur. VIII, IX, X ve XI. asırlarda dünyanın hiçbir yerinde Doğu toplumlarındaki gibi bir kitap aşkı yoktur. Bu dönemde Doğu'nun kitap ve kültüre verdiği önem Batı'yla kıyas bile edilmez. Johannes Pedersen'in deyişiyle “Edebiyat hayatı, İslam'da oynadığı rolü başka çok az kültürde oynamıştır." Bilginler, âlimler, hikâye anlatıcıları kitaplardan oluşan büyük bir dünya yaratmaya başlarlar. Merzubânî'nin 37.850 sayfa yazdığı, Endülüslü İbn Hazm'ın 400 cilt yazdığı, hayatını yazıya adayan Taberî'nin günde 14 sayfa yazdığı hesaplanmıştır. Öyle ki Süyûtî'nin ise 600 kitabı olduğu belirlenmiştir. Bu arada büyük bir çeviri hareketi başlatılmış, Batı'nın tüm temel kitapları daha o dönemlerde çevrilmiştir. Beytü'l-hikme (bilgelik evi) faaliyetiyle Helenistik felsefeye ait tüm kitaplar çevrilir. Giderek tercüme kütüphaneleri yaygınlaşır, Fâtimî kütüphanelerinde 18.000 Helenistik felsefeye ait kitap bulunduğu belirlenmiştir. Doğu/İslam toplumları Batılı eserleri çevirirken, okurken hiçbir zaman kompleks duymamış, “İlim Çin'de de olsa öğren" düsturundan hareket ederek, Batı'nın tüm temel metinlerini çevirip okumuştur.



İslam düşüncesinde “Birinci Hoca" Aristo iken “İkinci Hoca Farabi" olarak bilinir. Farabi'nin öğrencisi Ebû Bişr Metta b. Yunus Hristiyan'dı. Öyle ki Batı, Yunan kültürüne Müslümanlar sayesinde yeniden ulaşmıştır. İbrahim Kalın bu konuda şunları söyler: “Orta çağlar boyunca Eflatun ve Aristo gibi filozofların eserleri kaybolmuş ve sadece Arapça tercümeleri muhafaza edilebilmişti. Avrupalıların Yunan bilim ve felsefesini yeniden keşfetmesi, Arapçadan yapılan bu Latince tercümeler sayesinde olmuştur. XII ve XIII. Yüzyıllarda Fârâbi, İbn Sina, İbn Rüşd ve İbn Bâcce gibi Müslüman filozofların eserleri yaygın bir şekilde bilinmekte, tartışılmakta ve okutulmaktaydı. Kendisi de İspanyalı olan İbn Rüşd'ün Avrupa üzerindeki etkisi son derece derin olmuştur."


Batı da aynı şekilde Doğu'nun ürettiği büyük eserlerden sonuna kadar yararlanmıştır. Endülüs'ün yetiştirdiği en büyük filozof/âlimlerden biri olan ve 1106'da Granada'da (Gırnata) doğan İbn Tufeyl Hayy bin Yakzân adlı eseriyle Batı'yı derinden etkilemiş ve eserleri neredeyse bütün dillere çevrilmiş büyük bir yazardır. İlk “robinsonad" olarak nitelenen anlatı, Bacon, Spinoza ve More da dâhil olmak üzere pek çok sanatçı, düşünür üzerinde etkili olmuştur. Binbir Gece Masalları ilk kez 1704'te Fransızcaya, daha sonra da Almanca, İtalyanca, İngilizce başta olmak üzere pek çok dünya diline çevrilmiştir. Voltaire, Chaucer, Montesquieu, Swift (Güliver'in Seyahatleri), Daniel Defoe, H. C. Andersen, Oscar Wilde, O. Henry, Edgar Allan Poe, John Bart, Calvino Binbir Gece Masalları'ndan etkilenen yazar ve eserlerden bazılarıdır. Gabriel García Márquez ve Jorge Luis Borges en önemli esin kaynaklarının Binbir Gece Masalları olduğunu belirtmişlerdir. Binbir Gece Masalları'nın sadece edebiyat, düşünce dünyasında değil sinema, müzik, resim gibi alanlarda da yoğun etkisi olmuştur. Binbir Gece Masalları'nın dünyadaki etkisini yetkin bir araştırmayla ortaya koyan Katharina Mommsen'e göre “İncil'den sonra yeryüzünde en çok yayılmış olan kitapların başında Binbir Gece Masalları gelir."







ÜLKEMİZ SON YÜZYILDA YERLİ, MİLLÎ DEĞERLERE SIRT DÖNDÜ


Kuşkusuz bunun temel nedeni ülkedeki Batılılaşma olgusu ve onun kültüre edebiyata bakışıdır. Batı'dan gelen her şeyin baş tacı edildiği bir anlayışın Doğu'ya olumsuz bakışı kaçınılmazdır. Bu nedenle olumsuz bakışta yüzyıllık bir medeniyet / kültür değişiminin, egemen ideolojinin Doğu'ya ilişkin olumsuz bakışının etkisi büyüktür. Kuşkusuz bu Doğu medeniyetinin olumsuzlanması kültür politikalarıyla da desteklenmiş, egemen ideolojinin hamleleri bu sonucu beslemiştir. Bu bağlamda geçmişe ilişkin olumsuz bakış ağırlıklı olarak egemen ideolojinin kültür / edebiyat anlayışından kaynaklanır. Bu tutumda hem geçmişle araya mesafe koymak hem de yeni anlayışın ideolojisini oluşturmak öncelikli amaçtır. Kültürel yaşama müdahale ile birlikte geçmişimize ait edebiyat birikimlerimiz birden okunmaz hâle gelmiş ve bu da birikimimize, mazimize yabancılaşmamız sonucunu doğurmuştur.



Bu dönemde Batı ve özellikle Fransız kültürü baş tacı edilirken, tüm Osmanlı unsurları ve bununla birlikte edebiyatı da değersiz hâle getirilmiştir. Divan edebiyatı, saray edebiyatı sıfatıyla küçümsenerek aşağılanmış, Osmanlı estetiği Farsça ve Arapça etkisi altındaki bir edebiyat yaftasıyla dışlanmıştır. Böylece kendi Türk dehasının damgasını taşıyan büyük bir edebiyat yok sayılmıştır. Bunun sonucu olarak da Osmanlı edebiyatı mahzun ve garip bir şekilde kendi içine gömülmüş, unutulmaya terk edilmiştir. Bu arada bir yandan da Osmanlı edebiyatı ile Türk edebiyatı ayrıştırmasına gidilmiş, mazi böylece parçalanmaya çalışılmıştır. Kuşkusuz modern olmak Batılı olmakla eşitlenince Doğu'ya sırt dönmek işin sadece bir sonucu olmuştur. Batı anlayışı ve estetiği böylece hâkim bir unsur olarak tüm edebiyata yerleşir. Resmi ve özel Türk edebî kanonu da kendisini böyle konumlar. Artık Osmanlı estetiği üzerine düşünmek anlamını yitirmiştir. Hatta yazarlar, akademisyenler öncelikle tüm kurgularını Doğu'nun reddi üzerine bina etmek zorunda kalmıştır.



Bu nedenle klasik edebiyatımız ülkede hâkim olan Batıcı / modernist anlayış nedeniyle sınırlı bir ilgiye muhatap olmuştur. Klasik edebiyatımız, yönünü Batı'ya dönmüş egemen ideoloji için artık kullanabileceği bir birikim içermemektedir. Osmanlı zaten unutulmak istenen bir “geçmiş"tir. Ama ironik bir durum olarak etki altındaki edebiyatı Doğu'dan kurtarmak peşindeki egemen anlayış bu kez de tümüyle Batı anlayış ve kültürüne teslim olacaktır.


Hasan Ali Yücel zamanında yapılan klasik çevirilerinin çoğu Batı hümanizma değerlerini yansıtan kitaplardı. Buna karşılık Şark/İslam klasikleri bu çeviriler içinde çok küçük bir toplam teşkil ediyordu. Tek yanlı bir hareket olmasına karşın bu eserlerin okunması, basılması, yaygınlaştırılması yerindeydi. Ama her yerde yaptığımız yanlışı burada da yaptık ve kendi coğrafyamıza ait Şark/İslam klasiklerini aynı Batıcı yaklaşımla ihmal ettik. Oysa ülkemizde yaşanan temel eksiklerden biri, geçmişle, birikimle kurulan bağdaki zayıflık ve kültürel, edebî mirasa ilişkin kayıtsızlık, kadirbilmezliktir. Örneğin dünyanın neresinde olursanız olun o ülke insanının kendi klasiklerine ilişkin bir listesinin olduğunu görürsünüz. Yine Batı medeniyetine ilişkin rahatlıkla bir klasik sıralaması yapabilirsiniz. Ama Türk klasikleri ya da Doğu klasikleri dendiğinde üzerinde anlaşabileceğimiz bir klasik sıralaması yapmak o kadar da kolay değildir. Günümüz okuru, edebiyatçısı sanatsal, kültürel edebî yol haritasından, kılavuz çizgilerinden, sınır taşlarından, öncü prototiplerden yoksundur. Kültürel kopuş hatta yıkım derinleşerek sürmektedir.



BİR YANLIŞ DİĞER YANLIŞLA GİDERİLEMEZ


Bütün bunlara rağmen, Batı eserlerine, Dünya kültürüne ve edebiyatına olumsuz bakmak son derece yanlıştır. Batı medeniyetini yabancılaşma olarak gören, Batılı yazarlara karşı tutumları bilinen kimi yazarların Batılı yazarlara ve eserlere sırt dönmediklerini görürüz. Sezai Karakoç tüm kitaplarında Batı medeniyetine karşı Doğu medeniyetini savunur. Ancak Edebiyat Yazıları I ve Edebiyat Yazıları II'de, oldukça nitelikli bir Batı Edebiyatı okuması yapar. Neredeyse okumadığı Batılı yazar yok gibidir. Tek cümleyle Batı edebiyatını yorumlar, derinlikli fikirler üretir. Onun çevirdiği iki kitap olan Batı Şiirlerinden ve İslam'ın Şiir Anıtlarından kitapları bile olaya nasıl baktığını ortaya koyar. Batı Şiirlerinden kitabının girişinde, “İnsanlık Uygarlığının Batı yakasından da bir demet gül düşüyor balkonumuzdan içeri" der. Daha sonra İslam'ın Şiir Anıtlarından kitabından da söz ederek: “Gaye bir koku ulaştırmaktı bu iki şiirden, bu iki dünya şiirinden." der. Dolayısıyla Batı edebiyatının okunmasını, bilinmesini gerekli görür.



Batı medeniyetine mesafeli yazarlardan biri de Nuri Pakdil'dir. Onun kitaplarına baktığımızda Batı edebiyatını çok iyi okuduğunu görürüz. Dostoyevski için söyledikleri dikkate değer. Biat II'de şöyle der: “Kaç kez okudunuz Dostoyevski'yi? Orta bir dünya vatandaşı olabilmek için iki kez, orta bir yazar olabilmek için de beş kez okumalısınız Dostoyevski'yi." Rasim Özdenören ise bu konuda şunları söyler: “Ben Dostoyevski'yi de, Faulkner'i de çok severim. Ve onlardan etkilendiğimi de açık gönüllülükle, rahatlıkla söyleyebilirim. Faulkner'e bayılıyorum. Faulkner'i hiçbir Amerikalı benim kadar sevemez. Veya adını az anmış olmakla beraber, benim bir başka yazarım daha var: John Dos Passos. O adamı yer yer Faulkner'dan daha çok seviyorum."


Günümüze kadar gelen klasiklerin en temel özellikleri isabetli görüşleri, güzellikleri ve testten geçmiş, zamana dayanıklı, derinlikli yapılara sahip olmalarıdır. Bunların diğer bir özellikleri de sadece kendi kültür havzalarını, ait oldukları medeniyetleri değil, farklı medeniyet havzalarını da yüzyıllarca etkilemiş, kabul görmüş olmalarıdır. Diğer yandan hem geçmiş birikimleri iyi özümsedikleri hem de yenilikçi bir yapıda oldukları görülür. Bunlar giderek insanlığın ortak mirası olarak kabul görürler. Çünkü bünyelerinde her insanın her dönemde sordukları sorulara cevaplar vardır. Her şey tam da Cemil Meriç'in dediği gibidir: Bir kılıcın kazandığı zaferi, bir başka kılıç yok edebilir. Oysa kalemle yapılan fetihler, tarihe mal olur, tarihe yani ebediyete.



Şark/İslam klasiklerinden; Binbir Gece Masalları'nı, Dede Korkut Hikâyeleri'ni, Kelile ve Dimne'yi, Tûtînâme'yi, Firdevsi'nin Şahnâme'sini, Harîrî'nin Makamat'ını, Ferîdüddîn Attâr'ın Mantıku't-Tayr'ını, İbn Tufeyl'in, Hayy bin Yakzân'ını, Genceli Nizâmî'nin Heft Peyker'ini, Sadî'nin Bostan ve Gülistan'ını, Mevlânâ'nın Mesnevî'sini, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'ini, Yunus Emre'nin Bütün Şiirleri'ni, Fuzûlî'nin Leylâ ile Mecnun'unu, İbn Hazm'ın Güvercin Gerdanlığı'nı, Evliyâ Çelebi'nin Seyahatnâme'sini, Ehmedê Xanî'nin Mem û Zîn'ini, Şeyh Galib'in Hüsn ü Aşk'ını, Filibeli Ahmet Hilmi'nin A'mâk-ı Hayâl'ni okumayan Batılı insan eksiktir.



Batı medeniyetinin en temel anlatılarından olan Homeros'un İlyada ve Odysseia'sını, ayrıca, Miguel De Cervantes Saavedra, Charles Dickens, Victor Hugo, Jane Austen, Lev Nikolayeviç Tolstoy, Ivan Turgenyev, Anton Çehov, Gustave Flaubert, Alexandre Dumas, Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, Balzac, Emile Zola, Johann W. Geothe, Emily Bronte, Stendhal, Puşkin, Gogol, Rilke, Maksim Gorki, Ernest Hemingway, James Joyce, Jack London, Herman Melville, Umberto Eco... bilmeyen bir Doğulunun da dünyayı bir bütünlük içinde kavraması zor gözüküyor...



Hayatından Batılı eserleri, yazarları çıkaran Doğu insanı, Doğulu eserleri ve yazarları çıkardığında Batı insanı eksiktir, tamamlanmamıştır. Ülkemizde yaşanan kör kamplaşmadan, ne yazık ki insanlığın ortak değeri, hafızası birikimi olan kitaplar da payını almıştır. Bu nedenle Doğu / İslam eserlerine yapılan sansür de şimdiki romantik bir refleksle Batı yazarlarına, kitaplarına yönelik tepki de anlamlı ve yerinde değildir.


#Doğu
#Batı
#Medeniyet
#Yazarlar
7 лет назад