|

Yazılırken yaşanan İstanbul

Türk edebiyatı için yeni bir soluk olan Romanevi, ikinci romanını da yayınladı: 'İstanbul Depremi'. Romanda Nejat Turhan kurgusal bir gerçeklikten hareketle hayatın gerçeğine giden yolda, roman gerçeği ile hayatın gerçeğinin iç içe geçtiği bir hikaye anlatır okuyucuya.

00:00 - 6/09/2006 Çarşamba
Güncelleme: 23:22 - 19/09/2006 Salı
Yeni Şafak
Yazılırken yaşanan İstanbul
Yazılırken yaşanan İstanbul

"İstanbul Depremi", popüler kitaplar yayınlayan bir yayıncının, ülkemizin en "korkulu" gündem maddelerinden birisi olan deprem olgusunu kâra dönüştürmek arzusuyla, depreme dayalı bir roman yaz(dır)ma projesiyle başlar. Adem Kurucu, popüler olanı imkâna dönüştürmek isteyen Akasya yayınevinin sahibi bir yayıncıdır. Felaketten imkânlar çıkartarak Akasya'da yayınlayacağı deprem romanı için malzeme düşünen idealist- yoksa işini bilir mi demeli- bir karakter. Gerçekte entelektüel birikimi de olan şiirsel bir ruha sahiptir Adem. Hayatta imkânı oluşturabilen temel ögenin para olduğunu idrak ettiğinden popüler kitaplar yayınlayarak asıl oluşturmak istediği kültürel ortama zemin sağlamayı ummaktadır. Eco'nun 'Fuoucault Sarkacı'na benzer bir hikayedir Adem Kurucu'nun hikayesi. Doğrusu Adem Kurucu'nun bunu yapabilmesi için zemin müsaittir. Çünkü ortalıkta "ben bir yazarım" diye geçinen, sipariş üzerine roman yazan bir sürü tip dolaşmaktadır. Ali Toraman bunlardan biridir. Gayret "yokluk" için dahi olsa karşılığını bulabilir. Ali Toraman'ınki de bu sınıftan. Yazının bir birikime dayalı bir faaliyet değil, bir tür hinlik ile yapılması gereken bir iş olduğunu düşünen biridir Ali Toraman. Absürd denebilecek bir takım çabalardan sonra nihayet insanların dikkatini çeken popüler bir konu ile konuşulmayı başarır. Zehirli bir bal olan şöhrete yakasını kaptıran Ali Toraman, sıkıntılar pahasına Adem Kurucu'nun, bu toprakların korkulu rüyası olan depremin işlendiği bir deprem romanı projesi üzerine atılmakta gecikmez; deprem romanı için bir ekip oluşturulur.

Yayınevinin Taksim Meydanı'na bakan ofisinde yayıncı, yayın editörü, gazeteci Turgut ve yazar saatler süren toplantılar yaparlar. Ama kaderin cilvesine bakın ki, toplantıların birinde, tam da deprem romanı projesi oluşmaya başlamışken büyük deprem İstanbul'u vurur. Grup yıkılmış binadan binbir güçlükle ve zayiat vermeden şehrin merkezi konumunda olan Taksim Meydanı'na çıkmayı başarır. Gezi Parkının içine doğru ilerleyen grup artçı bir başka depremle kendisini, otuzar metre aralıklarla tavana asılmış ampüllerin yürümeyi mümkün kılacak kadar etrafa aydınlık verdiği yer altında bir dehlizde buluverir. Bir yandan deprem romanı ekibinin roman/kurgu hakkındaki diyalogları ve diğer yandan da yazarın (yani, Nejat Turhan'ın) romancı/romancının önündeki seçenekler/kurgu seçenekleri/yazı ve oluşturduğu dehliz/yazının meydana getirdiği deprem gibi konularda yer yer kendisi araya girerek, yer yer de roman kahramanlarına söyleterek, roman hakkındaki görüşleri de, bu silsilede peşimizi bırakmaz. Bu görüşler, kimi zaman elinizde tuttuğunuz "deprem romanını konu alan bir deprem romanı" hakkındadır, kimi zaman da genel anlamda roman hakkında. Kurgu ilerledikçe "yazar"ın, yani "gerçek yazar"ın bu tür araya girmeleri ve okuyucuya kimi zaman kendi zaafları da dahil olmak üzere bir takım "sırları" aktarması, bir tür okuyucuyla sohbet etmesi, kurgunun akışkanlığını bozmaz; aksine, okuyucu için hikayenin devamına karşı ilgiyi canlı tutan bir fonksiyon yüklenir. Özellikle hukuk literatüründen ödünç alınan terimlerle okuyucuya yapılan sırlı açıklamalar, okuyucunun da o anki ruh halini ve ilgisini öne çıkartır gibidir. Bu durum romana bir de okuyucu gerçeğini ilave eder mi? Belki de "gerçek yazar"ın kurgusunun bir parçası ve hatta stratejisidir bu. Kim bilir? Eğer durum buysa, hikaye üç gerçekliğin birlikte yürüdüğü bir sarmala dönüşmüş demektir. Galeride ilerlemeye devam eden grup daha karmaşık ilişkilerin planlandığı bir yer altı dünyasına şahit olur. Yazar tam bu noktada grubu burada/yer altında (yazının o engin dehlizinde) bırakarak, Başbakan'ın merkezi karekter olduğu siyasetin merkezine ve "deprem gerçeği"ne döner. Bundan sonra Ankara, Almanya, ajanlar, vaktiyle Beyoğlu'nda yaşanmış acıklı gerçekler, emniyetten gelme bir siyasetçinin kan ve kirden oluşan yalana karşı temizlik hareketi, deprem konusundaki komplo teorileri, derin veya derin olmayan devlet, kapalı çarşı, altın ve döviz, dış güçler, Süleymaniye ve Nuruosmaniye kütüphaneleri, Arapça-Latince ve Arapça-Grekçe sözlükler, tarihi el yazmaları, bombalar, Martin Heidegger... gibi birbiriyle alakasız görünen, ama "deprem romanı konusundaki bir deprem romanı"nda bir araya geldikleri için de bir biçimde alakalı olan bir çok meselenin, kurgunun içine yerleştirilmiş olduğunu görürüz. Sonuç mu? Belki de "Depremin kökleri hassas cihazlarla ölçülemeyecek kadar derinlerdeydi" deyip bırakmak gerek burada. Ama, akıcı anlatımıyla, kendine özgü pek çok karekteristik yönleriyle, "İstanbul Depremi"nin, doğrudan bir deprem anlatımı yerine bir roman kurgusu içinde "deprem"i anlatmayı seçmiş bir roman olduğunu da ekleyerek.


İstanbul Depremi

Nejat Turhan

Romanevi

336 sayfa

18 yıl önce