Türkiye 'yeni anayasa' yapıyor; bir anayasa değişikliği değil. Yeni anayasa yapılırken onyıllardır konuşulan tartışılan konuların ele alınması tabiidir. Yargı ile alakalı teklifimizin biraz abartılı itirazlarla değerlendirilmesi, eleştirilmesi üzerine bunları söylüyorum. Yeni anayasa meselesine, hala 82 Anayasası'nın temel perspektiflerinin dışına çıkamadan bakanlar çok. Bunu aşamazsak yeni anayasa yapamayız. Teklifimizin dikkatle incelenmesi, tartışmaların önyargılarla değil, konunun olumlu olumsuz taraflarını ele alarak sürdürülmesi gerekirdi. Tekliflerimizi değerlendiren, itiraz eden bir çok kimsenin, yargı ile ilgili önerimizi tam anlamadığını; yargı ile ilgili önerilerimizi kısmen anlayan başkanlıkla alakalı önerimizi anlamadığını, ikisini birden değerlendirirken sıkıntı yaşadığını görüyoruz. Mesela, deniyor ki, 'Başkana Meclis'i fesih yetkisi veriliyor'…
Yanlış. İçinde bu da var, ama çok farklı bir mekanizma öneriyoruz. Başkan Meclis'i feshedebilir, ama bunu yaparsa kendi görevi de sona erer ve birlikte seçime gidilir. Yani Başkan, kendi görevini sona erdirmeyi göze alabiliyorsa Meclis'i feshedebilir. Üstelik Meclis de Başkan'ı azledebiliyor bizim önerimizde. Orada da Meclis kendi seçimlerini yenilemek zorunda… Bu sistemle, 'Başkan Meclisi feshedebiliyor', demek aynı şey değil. Ya önerimiz okunmamış, ya da anlaşılmamış. Yine mesela, 'ülkeyi Başkanlık kararnameleriyle yönetme' yolu açılıyor, diye bir iddia var…
Yanlış. Başkanlık kararnameleri kanunlara aykırı olamaz, bizim sistemimizde. Yani Başkanlık kararnamesi sorunluysa, Meclis bir kanun çıkartarak kararnameyi geçersiz kılabilir. Bu kadar basit. Üstelik, Başkanlık kararnameleri Anayasa Mahkemesi'nin denetimine tabi. Çok açık bir şekilde, Anayasa Mahkemesi'nin görevleri arasında, Başkanlık kararnamelerini denetlemeyi saymışız. Şimdi birisi kalkıp da, 'Anayasa Mahkemesi Başkanlık kararnamelerini denetleyemeyecek' derse, ben ne diyeyim? Biraz tutarlı olmak lazım. Yıllardır reformdan bahsedenler, siyasi sistemin toptan değiştirilmesini isteyenler köklü reform önerilerimizden rahatsız oluyor; müesses nizamın kalıplarını kıramıyorlar, kurulu düzenin duvarlarını aşamıyorlar. Tezlerimizi doğru anlayarak yapılan eleştirilerin başımızın üstünde yeri var.
Yargı ile ilgili teklifimiz, açık söylemek gerekirse, Başkanlık sistemiyle zorunlu bir bağlantıya sahip değil. Yani Başkanlık sistemini istediğimiz için böyle bir yargı düzeni önerdik, demiyoruz. Parlamenter sistem de olsa yargı konusunda aynı önerimiz geçerli olurdu. Başkan kelimesi geçiyor birçok yerde. Ama Başkan kelimesini çıkartın, yerine Cumhurbaşkanı ifadesini koyun, teklifimiz aynen geçerli olur. Belki bir kaç küçük değişiklik gerekir, o kadar.
Teklifimizde üç önemli başlık mevcut. Birincisi, Hakimler ve Savcılar Kurulu, ikincisi Anayasa Mahkemesi ve üçüncüsü Temyiz Mahkemesi.
Bugünkü mevcut Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun adındaki 'Yüksek' kelimesini çıkarttık. Bizim metnimizde 'yüksek' ve 'yüce' gibi kudsiyet çağrıştıran ifadeler yok. Devleti, devlet kurumlarını kutsayan yaklaşımların izlerini anayasada barındırmak istemiyoruz. Bir zamanların meşhur tabirleriyle, 'anayasayı, yargıyı ve devleti gökten yeryüzüne indirmek istiyoruz'. Bunlar insan eseri, beşeri yapılar… Bizim teklifimizde kurulun adı Hakimler ve Savcılar Kurulu.
Kurul, sayı olarak şimdikinden farklı değil; 22 üyeden oluşuyor. Bunlardan biri Adalet Bakanı, diğeri müsteşarı. Geriye kalan 20 üyenin 7'sini TBMM, 7'sini Başkan, 6'sını ise hakim ve savcılar kendi aralarında yapacakları seçimle belirliyorlar. Başkan'ın seçeceği 7 üyenin 7'si de hakim ve savcılar arasından seçilerek belirleniyor. TBMM'nin seçecekleri ise öğretim üyeleri ve avukatlar arasından. Bu tabloya göre, Adalet Bakanlığı müsteşarı da hakim olacağı için, HSK'nın 22 üyesinden 14'ü yargı kökenli oluyor. Yani çoğunluk yargı mesleğinden teşekkül ediyor. TBMM'nin seçecekleri, birinci turda üçte iki oranında oyla, olmazsa ikinci turda üye tam sayısının salt çoğunluğu ile belirleniyor. Burada çoğulculuk var mı? Elbette var.
Biz HSK'nın demokratik meşruiyete sahip olmasını istiyoruz. Şimdiki HSYK üyelerini hakim ve savcılar kendi aralarından seçiyor. Yaklaşık 12.000 hakim ve savcımız var. Onların seçtikleri, onları temsil ediyor, amenna. Ama milletin temsili nerde? Mevcut anayasanın 9. maddesinde, yargı millet adına karar verir, diyor. Mahkeme kararlarında da bunu görüyoruz: 'Türk Milleti Adına…' Peki millet adına ne münasebetle karar veriyorsunuz?
Millet size yetki mi vermiş? Sizi kendi adına hareket etmek üzere mi seçmiş? Millet adına nasıl karar veriyor? 12.000 değerli hakim ve savcımızı temsil ediyor HSYK, doğru. Ama milleti nasıl temsil ediyor olabilir? Bunu hukuken muteber bir şekilde izah etmek lazım. Yargı camiasını bir meslek kuruluşu olarak göremeyiz. Yaptıkları iş egemenlik yetkisi kullanmak. Millet adına egemenlik yetkisi kullanmak, ancak milletten vekalet almakla mümkündür.
HSK, üç daire halinde çalışacak. Bugünkünden farklı olarak, bu daireler, Hakimler Dairesi, Savcılar Dairesi ve Disiplin Dairesi şeklinde ayrılıyor. Hakimleri ve savcıları mesleki farklılıkları dikkate alınarak ayırıyoruz. Böylece tersinden, hakimlerin güvencelerini arttırmış oluyoruz.
Teftiş konusu da çok önemli. Bugün Teftiş Kurulu HSYK'ya bağlı olduğu için, düzgün çalışamıyor. Zira müfettişlerin bütün özlük işlemleri Kurul'un elinde. Teftiş yapmaktan kaçınıyor müfettişler. Kurul üyelerinin iki dudağı arasında mesleki kariyerleri. Bizim teklifimizde, Teftiş Kurulu doğrudan HSK Başkanına bağlı. Atamaları HSK Başkanı re'sen yapacak. Böylece bir iddia makamı olan Teftiş Kurulu ile karar makamı olan Disiplin Dairesi ayrılmış oluyor. Bugün HSYK hem iddia makamı hem karar makamı.
Anayasa Mahkemesi üye sayısı aynı; 17. Bunların 9'unu TBMM, 8'ini Başkan belirliyor. AYM bizim teklifimize göre, anayasa değişikliklerini denetleyemeyecek. Şekil bakımından da denetleyemeyecek. Zira anayasa değişikliği bir 'kurucu iktidar' fonksiyonudur; AYM'nin buna müdahil olmaması gerekir. İkinci önemli nokta da şudur: Anayasa Mahkemesi, anayasaya uygunluk denetimi yapıyor. Yani anayasa burada bir kriter. Anayasa değiştiği zaman, neyi neye göre denetleyecek? Kriterin kendisi değiştirilmiş… İşte bu noktada keyfilik başlıyor. Kriteri kendisi koymaya çalışıyor. 1982 Anayasası çok somut sınırlama getirmiş; yine olmamış.
Mahkeme 2008'de anayasa değişikliğini denetledi ve iptal etti. Anayasanın açık hükümlerine rağmen, çok zayıf bir yorumla bunu yaptı. Bu tarihi gelişim süreci açıkça gösteriyor ki, AYM anayasa değişikliklerini şekil açısından da olsa denetlememelidir. Yine bizim teklifimizde, AYM 'yürürlüğün durdurulması' kararı veremeyecek. Zaten mevcut anayasada da böyle bir yetki verilmemiş; AYM kendi kendine bu yetkiyi almış. Böyle bir yetki, anayasa denetiminin temel ilkelerine aykırı. Anaayasada açıkça diyoruz, iptal kararları geriye yürümez… Mahkeme, yürürlüğün durdurulması kararı vererek, aylar sonraki iptal kararını öne alıyor, bir nevi geriye yürütüyor. Bu yanlış bir iştir. İptal edecekse, hemen iptal etsin...
Mart'ta sonuç çıkmazsa başka arayışlarımız elbette olur. Uzlaşma Komisyonu'nu tıkayan, süreci yavaşlatmaya çalışan parti veya partiler ayrılır, kalanlarla yola devam ederiz. İki partiyle veya bir partiyle ortak hareket etmemiz mümkünse, değerlendiririz. Bizim AK Parti olarak temel ilkelerimiz, yaklaşımlarımız var. Bunlardan vazgeçmeden, taviz vermeden anlaşabiliyorsak anlaşırız. Bütün bu çabalarımız sonuçsuz kalırsa, kendi hazırladığımız teklifi Meclis'e sunarız; destek bekleriz. AK Parti yeni anayasa için elinden gelen bütün çabayı sonuna kadar gösterecek. Bundan kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın. Gelinen noktada takvimde bir güncelleme yapmak suretiyle Mart sonuna kadar metni bitirmeyi hedefliyoruz.
Çünkü Uzlaşma Komisyonu Yeni Anayasa konusunda nihâî merci değil ve Mart sonuna yetişecek metin, önce partiler tarafından ele alınacak ve daha sonra da Genel Kurul'a gelecek. Süreç pürüzsüz işler ve mutabakat sağlanırsa da, parlamentoda kabul edilecek veyâ referanduma gidecek. Bu sürecin de, 2013 Ekim'ine yetişmesi gerekiyor. Zirâ 2014 yılında önce yerel seçim, ardından da Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Seçim atmosferine girildiğinde de, Yeni Anayasa için gereken ortamı bulmak imkansızlaşacak. Bu sebeple, Türkiye'nin Yeni Anayasa'ya kavuşmasını isteyen her parti, çalışmanın Mart sonuna yetişmesi için iyi niyetli bir biçimde çalışmaların sonuçlanmasına katkı sağlamalı.
Evet, eleştiriyorlar. Lâkin bu eleştirilerin sürecin dayattığı gerçeklerle bağdaşmayan bir tarafı var. Bu parlamentoda temsil hakkı kazanan her parti, 2011 seçimleri öncesinde halka Yeni Anayasa vaadinde bulundu. Eğer niyet bu vaadin gerçekleşmesi ve Türkiye'nin kendine yakışır bir anayasaya kavuşması ise, Mart sonuna kadar bu metni yetiştirmemiz gerekiyor.
Her zaman söylediğim ifadeyi tekrar edeyim: Eğer muhalefet partileri, Yeni Anayasa'yı bir kısır çekişmeye kurban etmeyip ciddiyetle ve iyi niyetle ele alırlarsa, Mart sonuna yetişmesi mümkündür. CHP, MHP ve BDP Yeni Anayasa'nın çıkması için destek verirlerse, bunu başarabiliriz. Ama onlar destek değil, köstek olurlarsa, bu Komisyondan netice çıkmaz. Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa, biz de kendi taslağımızı sunarız Meclis'in ve milletin önüne.
Teklifimizin en çok konuşulan kısmı bu. Türkiye yargı kollarının çok ayrıştığı bir ülke. Yargıtay var, Danıştay var, Askeri Yargıtay var, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi var, Uyuşmazlık Mahkemesi var. Bu kadar farklı yüksek mahkemesi olan bir başka ülke yok.
Bu iki mahkeme kaldırılmıyor, birleştiriliyor. Bu konu da eski bir konu, bir çok tartışma yapılmış üzerinde. Her iki mahkeme üyelerinin çalışmaları, raporları var. Elbette karşı çıkanlar da var. Bazı gazeteler karşı çıkanları topluyor, onlardan görüş alıyor. Ama herkes karşı çıkmıyor.
Yargıtay'la Danıştay'ın birleştirilmesi iki bakımdan önemli. Birincisi, Yargıtay da Danıştay da aynı kanunları uyguluyor; ama yorum konusunda zaman zaman farklar ortaya çıkıyor. İki ayrı mahkeme olduğu için bu yorum farkları birleştirilemiyor. Yargıtay'da iki farklı daire arasında görüş farklılığı ortaya çıkarsa, bunu Yargıtay çatısı altında birleştirmek mümkün. Yargıtay'ın tek bir içtihadı oluyor böylece. Danıştay için de geçerli bu. Farklı daireler arasındaki görüş farklılıkları birleştirilir, Danıştay içtihadı olur. Ama Yargıtay'la Danıştay arasında görüş farklılığı ortaya çıkarsa bunu birleştirmenin yolu yok. Biz iki mahkemeyi tek çatı altında toplayarak, hukuk kurallarının uygulanmasında bir istikrar ve birlik sağlamış olacağız.
Temyiz Mahkemesi çatısı altında, adli daireler gibi, idari daireler de bulunacak. Yani, idari yargıyı kaldırmış olmuyoruz. İdare Mahkemeleri devam edecek. Ama bu mahkemelerin temyiz mercii, Temyiz Mahkemesi olacak. Temyiz Mahkemesi'ndeki idari daireler olacak. İkinci önemli husus ise şudur: Artık iki dereceli yargılama sistemi bir insan hakkı olarak kabul ediliyor. Biz de istinaf mahkemelerini kurmuştuk (Bölge Adliye Mahkemeleri). Henüz faaliyete geçmedi bunlar. Bu yeni sistemde, Temyiz Mahkemesi'nin yükü hafifleyecek ve asli görevi olan içtihad üretme işine dönecek.
Temyiz Mahkemesi üyelerinin dörtte birini Başkan'ın seçmesini benimsedik. Bugün mevcut anayasaya göre, Danıştay üyelerinin dörtte birini zaten Cumhurbaşkanı atıyor. Biz Yargıtay'la Danıştay'ı birleştirdiğimiz için teklifimizde garip bir taraf yok. Bu kısmı, bir çok köşe yazarı anlayamamış. Danıştay da Temyiz Mahkemesi'nin içinde olacağı için, Başkan'ın üye ataması gayet tabii. Ayrıca bu üyelerin öğretim üyesi ve avukatlar arasından olmasını önerdik. Bugün bürokratlar arasından bile oluyor.
Mevcut anayasada Hükümet ve Cumhurbaşkanı'na verilen yetkileri normal karşılayanlar, aynı yetkiler Başkan'a verilince itiraz ediyor. Üstelik Başkan doğrudan millet tarafından seçilecek. Temsili yönü çok daha güçlü. Şu yaklaşım var. Başkan siyasi bir kişilik, cumhurbaşkanı tarafsız…
Mevcut anayasaya bakarsak cumhurbaşkanı tarafsız… Doğru. Peki soralım, Evren, Özal, Demirel, Sezer tarafsız mıydı? Kağıt üzerinde yazan tarafsızlık yeterli oluyor mu? Yine HSYK üyelerini resmen siyasi sıfatı olmayan hakimler ve savcılar seçiyor da tarafsız mı oluyor HSYK? Bence siyasetin en kötüsü ve tehlikelisi, adına siyaset demeden yapılan siyasettir. Gizli, örtülü, 'biz siyasetçi' değiliz diyerek, 'biz tarafsızız' diyerek yapılan siyaset… Siyasetten korkmamak lazım. Hakimlere, savcılara, mahkemelere güvendiğimiz kadar Meclis'e, milletin seçtiği Başkana da güvenmek zorundayız. Meclis'i de, Başkanı da millet seçiyor. Neysek, oyuz; millet neyse, Meclis de odur, Başkan da odur. Ama, hakimler de odur, savcılar da odur, mahkemeler de odur. Memleketimizin tarafsız insanları Mars'tan gelmiyor, bu milletin içinden çıkıyor.