|

En sevilen komplo teorisi: 'Ay'a iniş gerçek mi?'

00:00 - 18/08/2006 Cuma
Güncelleme: 02:57 - 18/08/2006 Cuma
Yeni Şafak
En sevilen komplo teorisi: 'Ay'a iniş gerçek mi?'
En sevilen komplo teorisi: 'Ay'a iniş gerçek mi?'

Düzenli takipçilerimiz, son yıllarda "Zamanda Yolculuk" köşesinde yayımlanmış kimi haber-araştırma dosyalarımız vesilesiyle hemen hatırlayacaklardır: Sinema dünyasına yönelik ilgi ve uğraşlarımın yanısıra, benim bir de "uçtu-kaçtı" işlere özel bir merakım var. Komplo teorileri, dinî içerikli efsaneler, antik uygarlıkların gizemleri, bedensiz varlıklar, dünya dışı hayat iddiaları ve uzay bilimleri…


Frenklerin “paranormal phenomenon” dedikleri bu özel alanda vaktiyle epeyce kafa patlattım; çalıştığım gazete, dergi ve televizyon programlarında, yayımlandığında büyük ilgi gören ve uzun süre tartışılan dosyalar üretme fırsatı buldum. Ki bunlardan bir kısmını zaman zaman gazetemizin sayfalarında da benzer konulara meraklı olan okurlarımızın görüşlerine sunmaktayız.


"Ay'a inişin gerçek olup olmadığı"na ilişkin komplo teorileri, 1990'lı yılların ortalarında çok ciddi biçimde ilgilendiğim konu başlıklarından biriydi. Öyle ki bir ara bu işle iyice kafayı bozduğumdan, o günlerde editör olarak görev yaptığım ünlü bir televizyon programının bünyesinde, Londra'dan Houston'a, oradan da Gebze'deki Tübitak Marmara Araştırma Merkezi'ne dek uzanan oldukça kapsamlı bir araştırmaya imza atmıştım.


Geçtiğimiz hafta NASA'nın Temmuz 1969'da gerçekleşen ilk Ay yolculuğunun toplam 400 kutudan oluşan televizyon kayıtlarını -kurumun arap saçına dönmüş arşivinde- “kaybettiğini” açıklaması, zaman zaman sakinleşip zaman zaman coşan komplo teorisyenlerini bugünlerde yeniden dalgalandırmaya başladı. O dönemde henüz "Betacam" ya da "U-Matic" türü pratik video kaset formatları dolaşımda olmadığından, televizyon yayınlarının görüntüleri otomobil tekerleğini andıran dev boyutlu makara bantlara kaydediliyordu. Bunlar hantal, ancak görüntü kalitesi son derece yüksek ve o oranda da dayanıklı veri saklama malzemeleriydi. İşte, NASA arşivcileri de bir “inanılmaz”ı başararak, şimdi bunlardan 400 kadarının yerini aylardır bulamadıklarını söylüyorlar. Gerçi, elde bu tarihî yolculuğun başka görüntüleri de var. Hem de yalnızca ABD’de değil -benim kişisel arşivim de dahil olmak üzere- dünyanın her köşesinde! Ama, kabul etmek gerekir ki bunlar suyunun suyu kopyalar; dolayısıyla teknik kaliteleri asıllarına göre çok daha düşük...


Olayı duyan kompolcular durur mu; NASA sözcüsünün bantların yaklaşık bir yıldır sırra kadem bastığını açıklayan o utanç verici itirafı üzerine başladılar yaygaraya:


"Biz dememiş miydik? Zaten baştan sona yalan olan bu yolculuğun son kanıtlarını da böylelikle ortadan kaldırdılar. İnsanoğlu Ay'a aslında hiç gitmemiştir! Mevcut bütün görüntüler gizli stüdyolarda hazırlanmış birer film hilesidir!"


İşin daha bir ilginç yanı ise bugünlerde söz konusu iddiaya yavaş yavaş Türkiye'den de destek verenlerin ortaya çıkması...


Sapla samanı birbirine karıştırırak ideoloji üretmeye çalışanlar, her zaman yapageldikleri gibi, hem kendi bilinçlerine hem de başkalarınınkine onulmaz zararlar veriyorlar.


Bana göre, "küresel ölçekteki saldırgan eylemlerinden dolayı ABD'ye öfke beslemek ve anti-emperyalist olmak" başka bir şey; "mankafa olmak" ise bambaşka bir şey...


Bu ülkenin sınırları içinde, "Ay'a iniş gerçek mi, değil mi" şeklinde özetlenebilecek komplo teorisi üzerine belki de en kapsamlı uluslararası araştırmayı yapmış ve elde ettiği bilimsel verileri 1998 yılında bir saatlik bir televizyon programı (Star), 2002 ve 2004 yıllarında da önce tam sayfalık bir gazete haberi, ardından da beş bölümlük bir söyleşi vesilesiyle (Yeni Şafak) Türkiye kamuoyuyla paylaşmış biri olarak kendimi, gençliğin bilime yönelik saygı ve inancını sarsmayı amaçlayan bu tür avâmî spekülasyonlara “Müslümanca bir tepki” vermek zorunda hissediyorum.


Konuyla, ucuz palavralardan uzakta, doğru düzgün ilgilenenler için, "Ay'a iniş operasyonunun neden düzmece olamayacağının" mantıklı gerekçeleri o kadar çok ki ben burada yalnızca bir kaç tanesini bilginize sunmakla yetineceğim.


Birincisi, 1969-72 yılları arasında gerçekleştirilen altı ayrı insanlı uçuşun ardından, astronotlarca mühürlenmiş özel çelik kutular içinde dünyamıza getirilen yüzlerce kiloluk Ay toprağı ve kayaları... Bunların bir tek gramının bile o tarihe kadar dünyamızda bir eşi yoktu.


İkincisi ise (ki bence bu Ay taşlarının dünyaya getirilmesinden bile daha önemli) değişik ırklardan, dinlerden ve kültürlerden gelip ortak bir ideal uğruna NASA'da toplanmış, Ay'ın fethine bütün hayatını adamış olan 6500 dolayındaki bilim insanının onuru... Tabiî, bu arada -üç tanesi 1967’de, daha henüz ilk kapsülün fırlatma rampasında denemeler yaparken feci şekilde yanarak ölen- 100’e yakın Apollo astronotunun insanüstü gayret ve cesaretlerini de hatırdan çıkarmamak gerekiyor.


Bundan iki yıl önce Boston'da ulaşıp Yeni Şafak adına uzun bir söyleşi yaptığım ünlü Müslüman jeolog ve gökbilimci Prof. Dr. Faruk El-Baz, söz konusu iddiaları kendisine hatırlattığımda, "Ay'a gidilmediğini ileri sürmek, böylesine zorlu ve karmaşık bir projeye yıllarını veren insanlara yapılmış açık bir hakarettir" demişti. Bilenler bilir; El Baz Ay'ın fethi konusunda sıradan biri değil, anılan dönemde NASA'daki bütün kritik kararları alan 3-5 lider kişiden biriydi. Bütün Apollo astronotlarını da bizzat o yetiştirdi ve Ay’a gidiş serüvenine yaptığı eşsiz katkılardan dolayı o günden bugüne kadar sayısız bilimsel ödüller kazandı.


(Kendisiyle yaptığımız Ağustos 2004 tarihli 5 bölümlük söyleşiyi ve Ay’a aslında hiç gidilmediğine yönelik iddialar hakkındaki ibretlik cevabını aşağıdaki linkte bulabilirsiniz.
)

Nitekim, “Ay'a ayak basan ikinci astronot” olarak ünlenen Edwin "Buzz" Aldrin de bundan bir kaç yıl önce kendisine yanaşıp alaycı bir ifadeyle, "İtiraf et ihtiyar, aslında oraya hiç gitmedin değil mi?" diye gevelenen genç bir magazin muhabirine -70'li yaşlarında olduğuna aldırmaksızın- esaslı bir yumruk indirmişti. Kelleyi koltuğa alıp dünyanın en tehlikeli yolculuğuna çıktıktan sonra aynı söz bana da söylense ben de benzer bir tepki sergilerdim hiç kuşkusuz...


Ay yolculuğuna ait fotoğraf ve filmlerin aslında ABD’nin çöllük bölgelerinden birinde, yer altındaki gizli bir stüdyoda üretilmiş hileli görüntüler olduğuna ilişkin tez, ilk olarak 1980’lerde İngiliz fotoğrafçı ve belgesel film yapımcısı David Percy tarafından ortaya atıldı. Mesleği gereği optik ve ışık konularından iyi anlayan Percy, artık bu tarihî yolculuğun simgesine dönüşmüş olan bazı ünlü fotoğraflardaki ışık-gölge sapmalarından hareketle, Apollo Ay Programı sırasında bütün insanlığın kandırıldığı hileler yapıldığını öne sürdü.


Percy’nin görüntülerdeki anormalliklerle ilgili kuşkusu aslında bütünüyle boş da değildi. Çünkü yalnızca tek bir ışık kaynağının -Güneş- bulunduğu Ay’da, Apollo astronotları tarafından flaş ya da spot gibi ekstra bir ışık kaynağı kullanılmaksızın çekilen bazı fotoğraflarda, cisimlerin gölgelerinin güneş ışığının tam tersi yönlere düştüğü, bazen de birbirleriyle orantısız hâle geldiği görülmekteydi. Bir de Ay yüzeyindeki astronotlar, uzay araçları ya da yüzeye indirilen araç-gereçler gibi bazı canlı-cansız cisimlerin yakın plan görüntülerinde, aslında karanlıkta kalması gereken bölümlerin normalden çok daha fazla aydınlık, aydınlık görünmesi gereken bölümlerin de aşırı karanlık olduğu gibi, konuyla ilgili kuşkuları iyice artırıcı bulgular elde etti Percy. İngiliz araştırmacının iddiası açıktı. Bu fotoğraflar Ay yüzeyinde fazladan yapay ışık kaynakları olmadan asla çekilemezdi. Astronotlar da yolculukları sırasında böyle yapay ışık kaynakları kullanmadıklarına göre, bütün bu görüntüler güçlü spotlarla çevrili bir stüdyo dekoru içinde kaydedilmişti.


NASA ise ilerleyen yıllarda İngiltere ve ABD’de Percy’nin taraftarları iyice çoğalıp dedikodular çığırından çıkınca, bu iddiaların tümüne tek tek bilimsel cevaplar verdi. Herşeyden önce, astronotlar birer profesyonel film kameramanı ya da fotoğrafçı değillerdi. Her ne kadar belli bir süre bu gibi yan görevlerin yüzeysel eğitimini almış olsalar da insana tamamen yabancı bir ortamda, üstelik de o hantal giyisiler (özellikle de parmakları kıpırdatmayı imkânsız hâle getiren kalın eldivenler) içinde dört dörtlük netliğe, ışık ayarına ya da çerçevelemeye sahip film ve fotoğraflar çekebilmek mümkün olmuyordu. NASA grafikerleri de Apollo misyonlarından sonra dünyaya ulaştırılan on bine yakın fotoğraf karesi ve yüzlerce saatlik 16 mm film şeridi üzerinde -bunların özellikle medyaya promosyon amaçlı olarak dağıtılanlarında- göze hoş gelecek bazı “rötüşlar” yapmaktaydılar. Sözgelimi, uzay aracının gölgelik bölümünde kalan Amerikan bayrağının yapay yöntemlerle daha parlak ve görünür kılınması ya da astronotların toz toprak içinde kalmış giyisilerinin -katalog ve poster baskılarında yapılan titiz süslemelerle- gerçekte olduğundan daha gösterişli sunulması gibi…


Bu gibi görsel hileleri bugün dünyadaki bütün reklâm ajansları fazlasıyla yapıyor. Sonuç itibarıyla, uzay misyonlarına milyarlarca dolar harcayan NASA’nın da biraz karanlık çıkmış bir fotoğrafı ya da sinema filmini propaganda amaçlı olarak allayıp pullamaya hakkı var. Kaldı ki Percy gibiler topu topu 20-30 kare fotoğraf ve bir kaç dakikalık şaibeli film görüntüsü üzerinden atıp tutmaktalar. Oysa, günümüzde insanoğlunun Ay’a gidiş serüveninden geriye, aylarca hiç ara verilmeden ardarda incelense bile kolay kolay tüketilemeyecek kadar zengin bir görsel arşiv kaldı.


Sözün özü, bugünkü ABD yönetiminden alerji kapmakla, Amerikan sisteminin -aslında göçmen bilim adamları yoluyla insanlığın ortak zekâsını kullanarak- ortaya koyduğu bilimsel başarıları reddetme noktasına gelme safdilliğini mutlak surette birbirinden ayırmak gerekiyor.


Ay'a elbette ki gidildi. Bu -eğer bilim diliyle konuşacaksak- tartışılmaz bir gerçek. Hem de bir kez değil, Apollo 11, 12, 14, 15, 16 ve 17 uçuşlarıyla tamı tamına altı kez gidildi. Bu büyük başarının ardında da dünyanın her köşesinden gelip birbirine kenetlenmiş binlerce bilim insanının emeği, sabrı ve cesareti vardı. O 6500 kişi NASA'nın dev monitörlerinde günler, haftalar ve aylar boyunca ortak bir halisünasyon görmediler. Kendi alanlarında dünyanın en değerli bilginleri olarak kabul edilen Werner Von Braun, Gene Krantz, İslâm dünyasının gururu Faruk El-Baz, ayrıca onlara bu çalışmalar süresince var güçleriyle destek olan daha nice araştırmacı, bu kadar sefil bir yalanın oyuncağı olacak kadar basit, sıradan ve şahsiyetsiz tipler miydi?


Dikkat ediniz; burada 6500 kişilik bir “bilim insanları ordusu”nun -ki bunlar Ay yolculukları sırasında tek bir mekânda değil, hem ABD’nin hem de dünyanın dört bir köşesindeki laboratuar ve üslerde olayı takip etmekteydiler- 37 yıldır ağızlarından tek bir kelime kaçırmadan, bunu eşlerine, çocuklarına, kardeşlerine, arkadaşlarına bir an bile anlatmadan özenle sakladıkları “kollektif bir yalan”dan söz ediyoruz. Tabiî, bu arada, o dönemin komünist Sovyetler Birliği ve Çin hükûmetleri, Apollo uçuşlarını başlangıcından bitimine kadar ellerindeki bütün o gelişmiş iletişim araçlarıyla saniye bile sektirmeksizin takip ederken böyle bir yalanı yaşatmak nasıl mümkün olabiliyorsa!


Bence, ABD’ye ille de sahip olduğu “yüksek teknoloji” üzerinden bir eleştiri getirilecekse, “Ay yolculuğu aslında plastik maketlerle çekilen bir bilim-kurgu filmiydi” türünden gülünç komplo teorilerine hiç gerek yok.


1969 yılının görece sınırlı bilimsel imkânları içinde Ay'a insan gönderen, oradan dünyaya çağının çok ötesinde “teknik donanımlar”la canlı yayın yapmayı başarabilen ABD yönetimi, bugün Lübnan'dan yeryüzüne yayılan çocuk çığlıklarını algılayabilecek "insanî donanım"a ise sahip değil.


Bence asıl sorgulanması ve yargılanması gereken nokta da bu.


Yani, ABD’nin dünyadan uzaklaştıkça “insanlık”tan da uzaklaşıyor oluşu…


18 yıl önce