|

Haftanın filmi / Fedai: Beyaz Saray'daki hain

Aynı zamanda eski bir dublör de olan televizyon kökenli aksiyon yönetmeni Clark Johnson'un “Fedai”si, zinde bir sinema diline sahip olmasına karşın öyküsü ve diyaloglarının aşırı bayatlığına kurban gitmekten kurtulamıyor.

00:00 - 16/09/2006 السبت
Güncelleme: 22:05 - 31/08/2006 الخميس
Yeni Şafak
Haftanın filmi / Fedai: Beyaz Saray'daki hain
Haftanın filmi / Fedai: Beyaz Saray'daki hain



Pete Garrison, 20 yıl önce ABD Başkanı'nın hayatını kurşunların önüne atlayarak kurtarmış bir Gizli Servis ajanıdır. Şimdi ise Başkan'ın eşinin yakın ve özel koruması olmuştur. Başkan'a yapılacağı öğrenilen suikastte deliller bir şekilde Garrison'ı işaret edince, kahramanımız şüphelilerden biri haline gelir. Amerikan Gizli Servisi'nin 141 yıllık tarihinde böyle bir olay ilk kez yaşanmaktadır. Bunun üzerine Garrison, hem Başkan'ın hayatını hem de kendi onurunu kurtarmak için büyük bir kovalamacaya girişir.



BAYAT SENARYOYA ŞIK SİNEMATOGRAFİ



1980'lerin ortalarına dek dublörlük yapan, sonrasında ise kamera arkasına geçerek hareketli televizyon dizilerinden oluşan bir kariyere doğru yelken açan (ve arada zaman zaman oyunculuğa da göz kırpan) siyahî yönetmen Clark Johnson, televizyonda sıkça başvurduğu dinamik anlatım tekniklerini geniş perde için çektiği son filmi "Fedai"de de bol miktarda kullanmış. Elde ettiği görsel sonuç, Amerikan tarzı bir gerilim entrikası için hiç de fena sayılmaz. Film, pek çok ânında izleyicileri koltuklarında silkelemeyi başarıyor. Ama "zarf"taki bu cilayı bir kenara bırakıp "mazruf"a yöneldiğimizde, aynı şeyleri anlatılan öykü için söylemek pek mümkün değil.


Perdede gitgide kendisini tekrarlamaya başlayan (ve bu tür roller için artık yaşlanmaya başladığı da açıkça belli olan) Michael Douglas'ın karşısına, dengeyi sağlayabilmek için, "24" dizisinden gelen güçlü popülaritesiyle Kiefer Sutherland'ı koymak belki genç izleyicilerin ilgisini diri tutabilmek adına iyi bir fikir. Ama teşkilâtın her şeyini bilen, zan altında kalmış deneyimli CIA ajanı ile onu efsane olarak gören (öte yandan, her nasılsa suçlu olabileceğine de kolaylıkla inanan!) çömezleri arasındaki bu kaçıp kovalamacaya egemen olan diyaloglar öylesine bayat ki insan bir süre sonra geçmişte gördüğü aynı türe ait düzinelerce filmden oluşan bir kolaj izlediği kanısına kapılıyor.


KADRONUN PARLAYAN YILDIZI: KIM BASINGER

Douglas, o yorgun ve bezgin fiziğiyle, yaşına göre fazla efor gerektiren "Pete Garrison" rolünün altından güç bela kalkarken, "24"deki "Jack Bauer" rolüyle milyonlarca hayranının yeni kanun koruyucu idolüne dönüşmüş olan Kiefer Sutherland ise halihazırdaki bu popülaritenin de verdiği özgüvenle oldukça rahat bir oyun çıkarıyor. Zaten aslına bakılırsa, bu filmde yaptığı şey de Bauer karakterinin bir tür tekrarından ibaret...



Onun dışında "Fedai", Amerikan polisiye-gerilim sinemasının artık cılkını çıkardığı dramatik durumlar, beylik cümlelerden oluşan karşılıklı söz düelloları ve beden dilinin ağdalı kullanımına dayalı sıkıcı rol kesmelerle devam edip gidiyor. Filmin kastındaki en çok dikkati çeken isim ise bir zamanlar salt cinselliğine yaslanan yüzeysel rollerde feci şekilde harcanmış olan Kim Basinger. Yaşı artık 50'leri aşmış durumdaki bu ünlü yıldızın "Los Angeles Sırları"ndan (L.A.Confidental) itibaren oyunculuk kalitesinin istikrarlı biçimde yükselişi, onun kof evveliyatını bilen sinemaseverlerde ciddi bir saygı duygusu uyandırıyor. Son yıllarda üstlendiği bütün ana ve yardımcı rollerle bir "aptal sarışın"dan çok daha fazlası olduğunu tekrar tekrar kanıtlayan sanatçı, bu filmde de -bence- en başarılı karakter oyuncusu olarak sivrilmekte.




GERÇEKTEN HAİN ÇIKMADI MI?

"Fedai", bunun dışında "Amerikan gizli servisinin 141 yıldır hiç hain çıkarmadığı" yönündeki temel teziyle de eleştiriye açık bir film. Film, daha poster ve fragmanlarından itibaren bu cümleyi slogan olarak benimsiyor benimsemesine; ancak onu yazanlar Kennedy suikastindeki şaibeleri iyiden iyiye unutmuşa benziyorlar. Neredeyse mutlak bir kusursuzluk atfedilen FBI, CIA, NSA gibi gizli servisler, kimileri vaktiyle medyaya da sızmış olan iç çatışmaları ve yasal açıdan şaibeli uygulamalarının yanısıra, üç ABD başkanının cinayete kurban gidişini kös kös izleyip ölümlerini görmüş, en az yarım düzinesinin de fiziki saldırıya uğramasına engel olamamış departmanlar olarak, hiç de öyle ahım şahım bir sicile sahip değiller.


Ancak, öncelikli derdi "heyecan üretmek" olan bir serüven filmi üzerinden lüzumundan daha derin politik analizler yapmaya da gerek yok doğrusu. "Fedai", öyküsündeki kimi açmazlar ve kopukluklara karşın, öncelikle vurdu-kırdıya hayli teşne olan yönetmeninin, sonrasında da kurgucusu ve görüntü yönetmeninin çabalarıyla izleyiciyi iki sat boyunca eğlendirme hedefine ulaşıyor. Aralarda da Amerikan başkanlık sistemindeki idarî ayrıntılara ilişkin bir kaç diplomatik bilgi kırıntısına erişme şansı bile bulabiliyoruz.


Sonuç itibarıyla, hafta sonundaki sinemasal beklentisi hafif bir öykü eşliğinde biraz heyecanlanıp eğlenmek olanlar için makûl bir tercih. Ha, bütün bu hengâmeden sinema sanatı adına akılda bir şey kalıyor mu? Kesinlikle hayır...


Politik açıdan daha zengin içerikli bir film izlemeyi tercih edenler ise gerçekten yaşanmış trajik bir öyküden yola çıkan "Uçuş 93"e yönelebilirler. Yönetmen Paul Greengrass'ın, 11 Eylül 2001 günü Pennsilvannia'da, içinde mürettebat, kırk dolayında yolcu ve eylemciler olduğu halde şaibeli bir biçimde düşen (ya da ABD Hava Kuvvetleri tarafından düşürülen) United Airlines uçağını anlattığı filmi, komplo teorisyenlerinin ufkunu açacak sayısız ayrıntılarla dolu.


٪d سنوات قبل