|

Kötü senaryo, klas oyunculuklar

Uğur Yücel'in yönetmenliğini ve başrolünü üstlendiği 'Ejder Kapanı', sansür sorunları nedeniyle ulusal sinemamızın gündemine oldukça gecikmeli bir biçimde gelebilen 'realist Türk polisiyesi' türüne son derece yapıcı bir katkıda bulunma şansı yakalamasına rağmen, tıpkı üç yıl önceki Osman Sınav denemesi 'Pars: Kiraz Operasyonu' gibi prematüre görünümlü bir senaryonun kurbanı olmuş.

Ali Murat Güven
00:00 - 24/01/2010 Pazar
Güncelleme: 23:25 - 23/01/2010 Cumartesi
Yeni Şafak
Kötü senaryo, klas oyunculuklar
Kötü senaryo, klas oyunculuklar

EJDER KAPANI

Yapım Yılı ve Ülkesi:
2010, Türkiye yapımı

Türü ve Süresi:
Polisiye serüven / 100 dakika

Yönetmen:
Uğur Yücel

Senarist:
Kubilay Tat

Görüntü Yönetmeni:
Tolga Kutlar

Özgün Müzik Bestecileri:
Soner Akalın, Mayki

Sanat Yönetmeni:
Gülay Doğan

Kurgucular:
Ulaş Cihan Şimşek, Mark Marnikovic

Oyuncular:
Kenan İmirzalioğlu (Cello / Akrep Celal), Uğur Yücel (Çerkes Abbas), Nejat İşler (Ensar), Berrak Tüzünataç (Ezo), Ceyda Düvenci (Cavidan), Sırrı Süreyya Önder (Emniyet Müdürü), Ozan Güven (Remzi), İlker Aksum (Doktor)

Yapımcı Şirket:
TMC Film

Dağıtıcı Şirket:
UIP

İçerik Uyarıları:
Yoğun biçimde şiddet, bir kaç argo diyalog ve bir bölümünde de cinsellik içerdiğinden dolayı, 18 yaşından küçükler için uygun değildir.

Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı:

Yıldız Puanı:
* * ½

Askerliğini Güneydoğu'da komando olarak yapan Ensar Sandalcı, oradaki sıcak çatışma deneyimleri sırasında acımasız bir ölüm makinasına dönüşmüştür. O vatanî görevinin sonlarına yaklaşırken, bir sübyancı 12 yaşındaki kız kardeşine tecavüz eder. Ensar, küçük kardeşinin akıl hastanesinde kendini astığını askerden döndüğü ilk gün öğrenir ve allak bullak olur. Ardından da şehirde seri cinayetler işlenmeye başlar. İstanbul'u ayağa kaldıran bu olayın soruşturmasını Cinayet Masası'ndan iki usta dedektif, görmüş geçirmiş Çerkes Abbas ve “Akrep” lâkaplı Celal yürütmektedir. Stajyer polis memuresi Ezo da bu ekibin üçüncü mensubunu oluşturur. Emekliliğinden önceki son soruşturmasını üstlenen Abbas'ın tek hayâli, uzun yıllardır duygusal ilişki içinde olduğu, bir pavyonda şarkıcılık yapan Cavidan'ı da alıp uzaklara gitmektir. Ancak, yıllar yılı hayatın en çirkin yüzüyle karşılaşarak son günlerine ulaştığı, kendisini ve kalbini çok yormuş olan mesleği, giderayak ona büyük bir acı daha yaşatacaktır.


“Polisiye gerilim” tarzındaki filmleri, Yedinci Sanat'ın olmazsa olmazı ve en başat türlerinden biri olarak öteden beri çok seviyorum. Özellikle de beyazperdede bu janrın kitabını yazmış olan Fransız polisiyelerini…


Öte yandan, Türkiye gibi suça fazlaca meyyal bir ülkede suç sinemasının bugüne kadar özlenen düzeye ulaşamamış olmasından, bu alanda başyapıt düzeyinde örnekler ortaya konulamamasından da ciddi ciddi hicap duymaktayım. O yüzden, Mustafa Altıoklar imzalı “Beyza'nın Kadınları”ndan Osman Sınav'ın “Pars Kiraz Operasyonu”na kadar, son yıllarda bu alanda sahneye çıkan bütün irili ufaklı örnekleri büyük bir coşkuyla karşılaşmışlığım söz konusu… Fakat, dürüstçe ifade etmek gerekiyor ki Altıoklar'ın belli bir standardı yakalabilen o şık filmi dışında, 2000'lerde “Budur işte” diyebileceğimiz düzeyde bir polisiye çekemedi Türk sineması…


“Ejder Kapanı” da kaliteli oyuncular, pahalı özel efektler, titiz görüntü ve ışık yönetimi v.b. bütün başarı formüllerini ustaca bir araya getirmiş gibi gözüken yüksek prodüksiyon standartlarına rağmen can sıkıcı bir “olmamışlık hissi” veriyor insana… Bunun en önemli nedeni ise Kubilay Tat'ın son derece iyi niyetli, fakat tam pişmemiş senaryosu… Biraz aceleye geldiği anlaşılan, pek çok eksik ve gedikle bezeli bu yol haritası, ne yazık ki yönetmen Uğur Yücel'in filmine yüklediği politik /sosyolojik / ahlâkî / mistik anlamları da, verdiği o yoğun emeği de karşılamaktan uzak düşüyor. Hâl böyle olunca, başta Yücel ve partneri Kenan İmirzalioğlu olmak üzere, karakterlerini büyük bir inandırıcılıkla canlandıran oyuncuların kötü bir orkestra eşliğinde iyi bir tango gösterisi çıkarmaya çalışan dansçılardan pek farkı kalmamış ne yazık ki…


Bu arada, filmin “Yedi” gibi kült filmlere özenti duyduğu görüşüne de kesinlikle katılmıyorum. “Ejder Kapanı”nın Amerikan polisiyelerinin bazı temel klişelerine yaslanmak gibi bir zaafı var hiç kuşkusuz; ancak David Fincher 15 yıl önce bir kez akıl edip de loş ortamlarda film çekti diye dünyadaki bütün yönetmenlerin cinai öykülerini “parlak plaj ışıkları” altında çekmek gibi bir mecburiyetleri yok. Yücel'in filmi, bu anlamda metruk, pis ve tekinsiz mekânları gayet güzel kullanan bir yapım olmuş. “Türk polisi böyle çalışmaz, onun yöntemleri arkaiktir. Buradaki yöntemler ise çok fazla Amerikanvari” diye homurdananların ise Türk polisinin son on yılda teknolojik açıdan katettiği yoldan zerre kadar haberleri olmadığı belli. “Oturdukları yerden bol bol sinema teorisi yumurtlayan salon adamı” kimliğinden arada sırada da olsa sıyrılıp -benim gibi- “Cinayet Masası” ya da “Olay Yeri İnceleme” departmanları üzerine yazı dizileri hazırlamak üzere Emniyet Müdürlüğü'nün iç dünyasına eğitici-öğretici yolculuklar yapsalardı, polisimizin analitik düşünme ve çalışırken bilime başvurma noktasında son dönemlerde nasıl da hayranlık uyandırıcı bir düzey yakaladığını çok daha iyi bilirlerdi. O yüzden, bence bu noktada da herhangi bir sorun yok; hele hele kompleks yapmaya hiç gerek yok. Ayrıca, filmin sonundaki (baş kahramanın bir tür “tövbe” ve “katharsis” hâlini simgeleyen) ezan sesi-camide namaz sahnesinden rahatsız olup bundan akla hayâle gelmedik politik sonuçlar çıkartanlara da ancak acil şifalar dileyebiliyorum!


Sonuç olarak, öykü zenginliği açısından pek de umduğum gibi çıkmadı; fakat polisiye sinema tarihimize yine de kayda değer bir kilometre taşı olarak geçecektir.


* * *


FİLMİN EN BÜYÜK SÜRPRİZİ:

Önceki bütün oyunculuk denemelerini yalnızca tadımlık birer deneme, keyif için gerçekleşen küçük katılımlar olarak gördüğüm değerli senarist-yönetmen Sırrı Süreyya Önder'in şaşılacak düzeydeki iyi oyunculuğu… Sempatik Doğulu aksanı ve üstlerinin gazabına uğramaktan çekinen tırsık bürokratlara özgü o hiç dinmeyen tedirginliğiyle dört dörtlük bir emniyet müdürü olmuş sevgili Önder… Bundan sonra artık onu yalnızca kamera arkasında görmek bizi hayatta kesmez; fizyonomisine uyan derinlikli rollerde de sık sık görmeyi murad ederiz.


FİLMİN EN GÜZEL SAHNESİ:

1- İzleyiciye sıkı bir gerilim sunma iddiasındaki bir polisiye için belki biraz garip bir seçim olacak, fakat cinayet masası başkomiseri Akrep Celal ile aynı departmanın stajyer dedektifi Ezo arasında, büroda yaşanan bol tekme-tokatlı cilveleşme ânı…


2- Aynı şekilde, emekliliğine gün sayan Cinayet Masası Büro Âmiri Çerkes Abbas ile pavyondan kurtarıp uzaklara kaçmayı düşlediği biricik aşkı şarkıcı Cavidan arasında, yatakta yarı uykulu bir hâldeyken geçen ilk konuşma…


FİLMİN ANAHTAR CÜMLESİ:

“Allah, intikam almak istediği kulunu, bir başka kulu vasıtasıyla cezalandırır. Ama Allah'ın ilmini bilmeyenler, bunu kulun yaptığını sanır.”


FİLMİN TEKNİK KUSURU:

Başımıza ilk kez “Asmalı Konak”ta Çağan Irmak'ın musallat ettiği ve o tarihten beri de bu ülkede çekilen hemen her sinema filminde, her TV dizisinde bunaltırcasına kullanılan sarsıntılı kamera hareketlerinden fazlasıyla nasibini alması…


FİLMİN MANTIKSAL KUSURLARI:

Komando Ensar'ın ölümünün sonradan doğrulanan bir bilgi olmasına karşılık, genç adamın mezarından çıkan kemiklerin başkasına ait olması… Bu çelişkili durum, filmin öyküsünün akışına hiç bir mantıksal katkı sağlamadığı gibi aksine öyküyü de zedeliyor. Mezardaki kişi Ensar değilse, o halde Ensar'ın cesedi nerede? Ensar'ın cesedi hiç bulunamadıysa, o hâlde ailesi onun ölümünü ve mezar yerini nasıl bilebiliyor?


Ayrıca, devletin güvenlik güçlerinin bu e-devlet çağında İstanbullu bir şüpheliyi ararken onun ölümüne ilişkin bilgiye tek tuşla görülen resmî kayıtlardan değil de ilk kez aileden ulaşması mantıksız…


Morgdaki adli tıp uzmanının pedofili sanığı maktüle uyguladığı otopsi prosedürünün standart otopsi prosedürüyle (göğsü açıp karın boşluğunu inceleme, beyinden örnek alma ve benzeri açılardan) uyumsuzluğu… Aynı cesedin, üç polis kahramanımız farklı günlerde morga geldiğinde hep aynı tablada ve aynı durumda bekletiliyor oluşu da ayrı bir mantıksızlık… Otopsi işlemi bir defada yapılır ve -bütün tıbbî notlarıyla birlikte- aynı seans içinde bitirilir; ceset üzerinde günlerce yavaş yavaş çalışılmaz.


Film, bazıları “spoiler” olacağından burada ifade edemediğim daha bir çok irili-ufaklı mantık hatası içeriyor.

14 yıl önce