|

Türk işi Filistin hikâyesi

Gazzeli bir kız çocuğunun dramını anlatan Muna, Filistin konulu ilk Türk sinema filmi olma özelliğini taşıyor. Film, meselenin gündeme gelmesi bakımından anlamlı bir çaba olsa da sinematografik açıdan beklentileri karşılamaktan oldukça uzak.

Yeni Şafak ve
04:00 - 26/06/2016 Pazar
Güncelleme: 00:28 - 26/06/2016 Pazar
Yeni Şafak

Filistin sorunu bugüne kadar birçok yönetmen tarafından beyazperdeye taşındı. Başta bu sorunun ilk elden mağduru Filistinli sinemacılar olmak üzere dünyanın pek çok coğrafyasından sinemacılar, İsrail'in soykırımı aratmayan katliamlarını muhtelif yönleriyle ele alarak dünyanın dikkatini bu kanlı coğrafyaya çekmeye çalıştı. Meseleyi dış politikada öncelikli gündem maddelerinden biri olarak gören ve Gazze'yi birçok kez dünya gündeminin ön sıralarına taşıyan Türkiye, başından beri sahiplendiği Filistin sorununa dair ciddi adımlar atarken, kısmi vurgular dışında Filistin meselesinde sessiz kalmayı tercih eden Türk sineması gecikmeli de olsa bu konuya dair ilk adımını attı. Bu hafta vizyona giren Serdar Gözelekli imzalı Muna, Filistin'de ailesini kaybeden küçük bir kız çocuğunun hikâyesini konu ediyor. Yeryüzü Doktorları'nın şahit olduğu gerçek bir olaya dayandırılan filmin başrollerini Leyla Göksun, Turgay Aydın, Kaan Çakır ve Pınar Balkış paylaşıyor. Filistin meselesini eksen alan ilk Türk filmi olma özelliğini taşıyan Muna, samimi bir çabanın ürünü ancak sinematografik bakımdan vasatın üzerine çıkmayı başaramıyor.



GERÇEK BİR HİKÂYE


Ela, kısa bir süre önce çocuğunu kaybetmiş acılı bir annedir. Aynı zamanda cerrah olan genç kadın, savaş mağduru çocuklara yardım etmek için Yeryüzü Doktorları ile birlikte Gazze'ye gider. Olaylar esnasında elinde bez bebeği ile gezinen küçük Muna'yı fark eder ve onu sahiplenir. Gazze'de yaşayan altı yaşındaki Muna'nın anne babasıyla birlikte yaşadığı ev bir gece İsrailli askerler tarafından basılmış, anne ve babasını baskında kaybeden Muna, baskın sonrasında kimsesiz kalmıştır.



Samimi ancak yetersiz






Muna her ne kadar konusunu trajik gerçeklerden alsa da bu gerçekliği beyazperdeye yansıtamıyor. Başta mekân ve ortamlarla ilgili ayrıntılar olmak üzere filmin hemen tüm katmanları eşzamanlı olarak hikâyenin gerçeklik duygusunu örseliyor. Filmdeki olayların Filistin'de geçmediği net biçimde hissedilirken, sokak ve caddelerdeki yapaylıkların yanı sıra, birçok sahnede Türkiye'ye dair mekan, eşya ve görüntüler, bariz biçimde göze batıyor. Olay örgüsü, karakterlere dair ayrıntılar, işgal ortamını hiçbir biçimde yansımayan derme çatma çatışma ve aksiyon sahneleri, seyircinin filme dahil olmasına izin vermiyor. Filmdeki diyaloglar hikâyeye hizmet etmeyen genel geçer konuşmalardan ibaret kalırken, Kaan Çakır'ın çabası dışında (onun da aksanında problemler var) oyunculardaki vasatlık da dikkat çekiyor. Burada başrollerdeki Leyla Göksun'un duygulu gibi gözüken ancak duygudan eser taşımayan oyunculuğunu anmak gerekiyor. Sonuç itibariyle sinematografik açıdan kayda değer bir iş olamasa da, samimiyet ve bu alandaki öncülüğü açısından Muna'nın varlığı önem taşıyor.


#Muna
#Türk sinema filmi
8 yıl önce
default-profile-img