|
Eklektik bir "başkanlık sistemi"

Bir önceki yazıda tartışmaya başlamıştık; Ak Parti"nin Anayasa çalışmalarında "Yürütme"ye ilişkin önerileri son derece "eklektik" bir nitelik arz ediyordu. Anlaşıldığı kadarıyla partinin "hukukçu kurmayları" başlarını bir ABD"ye bir Fransa"ya çevirerek "orta yolu" bulmaya çalışıyorlardı. Oysa hemen söylemek gerekir ki, bu iki sistem ve bizim de yarı yarıya dahil olduğumuz parlamenter sistemin bugüne kadar ortaya koyduğu işleyiş tarzları yepyeni bir sistem oluşturabilmek amacıyla "masaya yatırılacak" hafiflikte değildir. Bu üç sistem içinde en dayanıksız görünen Fransa"daki "yarı başkanlık" sistemi bile 1962"den bugüne kadar yaşadığı tecrübeler ışığında elinden geldiğince yaralarını sarmaya çalıştı. Bu çerçevede –mesela- sistemin başkanın ve parlamento çoğunluğunun kanının tutmaması durumlarında (cohabitation) sistemin kilitlenmesini önlemek amacıyla başkan ve parlamento seçimlerini ard arda yapılmasına ve başkanlık süresinin 7 yıldan beş yıla indirilmesine geçildi. Bu uygulamaya geçilmeden seçimden çıkan başkan o derece güçlü ki, seçiminden hemen sonra kendine yakın bir parlamento çoğunluğunu beklemeden canının isteğini başbakan olarak atayabiliyordu. Mitterrand"ın 1981"de Raymond Barre"ın yerine gecikmeden Pierre Mauroy"yı, 1988"de Jacques Chirac"ın yerine Michel Rocard"ı başbakan tayin etmesi gibi. Yarı başkanlık" sistemi barındırdığı "cohabitation" problemi ile parlamenter sistemin yerleşik olduğu Fransa"da o derece sıkıntı yaratıyordu ki, sistem ikişer kez General ve Mitterrand, bir kez de Chirac"ın millet meclisini feshetmesiyle ancak yoluna devam edebildi. Bu sistem –tabii ki- hâlâ ciddi eleştireler alıyor. Ülkenin önemli anayasacılarından Olivier Duhamel"in Avrupa"nın hiçbir parlamenter rejiminde başkanın ya da kralın ülkenin politikasını yönetmediğini söylerken sisteme getirdiği eleştiriler dorusu çok ikna edici... Çok daha yakın zamanlarda filozof Jacques Ranciere"in başkanın doğrudan halk tarafından seçilmesinin "monarşik bir kurum" olduğunu, 1848 ve hemen ardından Louis Napoleon"un bu monarşik kurumu cumhuriyetçi forma soktuğunu ve nihayet bütün iktidarı bir "önder"e teslim ettiğini güzel anlatıyor.

ABD"de işleyen "başkanlık" sistemini modellerden ikincisi olarak almak ise gerçekten "şaka" gibi bir girişim. Düşünebiliyor musunuz; "kuvvetler ayrılığı"nın çok daha "esnek" olmasının savunulduğu bir ülkede, bu ayrılığın en "katı" olduğu bir sistemin hayali kuruluyor! Sımsıkı bir "üniter" yapı, bu "siyasi partiler yelpazesi", bu "yargı", bu "yüksek yargı", bu seçim sistemi, ama bütün bunlara rağmen ABD"deki başkanlık sisteminin hayali... ABD"deki o başkanlık sistemi ki, sadece başkan adaylarının belirlenebilmesi için "bize" hepten yabancı öyle bir yöntemi uyguluyor ki, sürecin tek başına bu evresini hayal etmemiz bile imkansız. Başkan adayları tabii ki "ön seçim"le belirleniyor. Ama nasıl bir "ön seçim"? Eyaletlere göre farklı biçim alan ve bizim karşılaşmamamız bir tarafa aklımızdan bile geçirmediğimiz bir yöntem bu. ABD Başkanı"nın seçmenlerin doğrudan seçmediğini, seçmenin seçiminin Başkan"ı seçecek olan "seçiciler kurulu" üyesini seçmekle son bulduğu bir yöntemden söz ediyoruz. Bu öyle bir yöntem ki, 2000 başkanlık seçimlerinde olduğu gibi, Cumhuriyetçi Parti adayı (Bush), Demokrat Parti adayı olan rakibinden (Al Gore) 500 bin az oy almasına rağmen başkanlık koltuğuna oturabiliyor. (Çünkü "seçiciler kurulu" üye sayısı bakımından 271-266 oranında Bush"tan yana.)

Bırakın ülkedeki eyalet sistemini, Temsilciler Meclisi ve Senato üyelerinin kısa aralıklarla yenilenmesini ve de tabii ki "yargı"sının apayrı özelliklerini, sadece bu seçim sürecini hatırlasak bile ABD"deki başkanlık sisteminin Türkiye için örnek alınması gereğinden söz etmek tatsız bir şakanın ötesine geçemez...

Şunu da unutmayalım: 82 Anayasası"nın cumhurbaşkanını özellikle çok güçlü kıldığını ve dolayısıyla yapılması gereken ilk işlerden birinin bu makamın yetkilerinin azaltılması olması gerektiğini tekrarlamıyor muyuz yıllardır? O halde nedir bu "başkanlık" ya da "yarı başkanlık" sistemlerine yönelik ilginin nedeni? Silahlı Kuvvetler tarafından zaten yeterince dağıtılmış TBMM"yi dağıtma yetkisini bir de (Fransa"da olduğu gibi) cumhurbaşkanına mı tanımak istiyoruz?

Ak Parti"nin önerisinde "tek meclis"te ısrar edildiğine de biliyorsunuz.. 1961 Anayasası"nın getirdiği Cumhuriyet Senatosu deneyiminin arkasında kötü hatıralar bıraktığı muhakkak. Levent Köker"in dediği gibi " "Cumhuriyet Senatosu" halkın demokratik tercihlerinin Cumhuriyet"in temel özelliklerini tahrip edebileceğinden endişe eden bürokratik vesayetçi zihniyetin "halk korkusu"nu yansıtan bir kurumdu." Ancak "iki meclis" denilince akla illâki bu talihsiz deney mi gelmeli? Sorunun cevabını yine Köker versin: "Buna karşılık demokratik bir sistem olan başkanlık sistemindeki "senato" kurumu, nisbi temsil esasına göre belirlenecek olan bir yasama organı çoğunluğunun, siyasi ve diğer azınlık gruplar üzerinde tahakküm kurabileceği ("çoğunluk zorbalığı") endişesine dayanan bir özgürlük denetim mekanızmasını ifade eder."

Demek ki ne imiş? "Başkanlık sistemi" konusu da öyle kolaylıkla altından kalkılabilicek bir konu değilmiş...

Son sözü de Köker söylesin: "Bu durumda Türkiye"de başkanlık sistemine (1) federalizme yakınlaşan bir bölgeli devlet ve (2) senato benzeri bir ikinci meclis olmadan geçilmesinin önerilmesi dünya örneklerine göre gerçekten istisnaî bir durumdur."

11 yıl önce
Eklektik bir "başkanlık sistemi"
FETÖ’nün ‘TAK’ taktiği
Efendimiz’in (sav) Zekâtı-2
MEB’in 2023 Yılı Faaliyet Raporu’nda öğretmenlerle ilgili neler yer alıyor?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek