|
Aladağ’ın bize söyledikleri..
Onbir çocuğumuzu kaybettiğimiz “
Aladağ faciası
” ilk değil, böyle giderse son da olmayacak. Tıpkı maden ocaklarında yaşanan facialar gibi; hep öngöremezlik, ferasetsizlik, hep ihmal. “Öngörülebilir” durumlardaysa hep bir gaflet durumu, umursamazlık, paragözlük, bencillik.


Oysa “

İslam

”, insana en fazla değer veren bir din. Bırakın insana değer vermeyi, camilerinde kuş evi, dergâhlarında kedi evi yapmayı ihmal etmeyen, aç ve susuz hayvanlar için vakıflar kuran bir medeniyetin güya mirasçılarıyız. İnsan'ı yaradılmışların en şereflisi(Eşref-i Mahlûkat) sayan bir dine mensubiyetten insana en az değer veren bir zihniyetin nasıl hasıl olabildiği, hakikaten üzerinde çok ciddi şekilde kafa patlatılması gereken acil bir mesele.



Aladağ'da hayatını kaybeden çocuklarımız, yoksul aile çocukları. Aileler daha rahat şartlarda okutmak için çocuklarını birilerine emanet etmişler. Hiçbir kuruluşu doğrudan itham etmek istemiyorum, başka bir yurtta da meydana gelebilirdi bu facia. Bu bir '

zihniyet

' meselesi ve maalesef, bu zihniyet yüzleştiğimiz pek çok meselede yalpalayıp durmamızın yegâne sebebi.



Emanet

” kavramı, “

Ehliyet

” ve “

Emniyet

” kavramlarıyla yakından ilgili. Epeyce bir süredir bu kavramların anlamlarını kaybetmiş bulunuyoruz. Değer yüklü kavramlarımızın gündelik hayatımızdaki yerleriyse giderek silikleşiyor. '

Kitabî

' olarak edindiğimiz her bir kavramı hayatımızla, işimizle, bir diğeriyle ilişkimizle nasıl bağdaştıracağımızı bilemiyoruz.

'İnsan'

değerli, ama insana nasıl değer vermemiz gerektiğini idrakten yoksunuz. Kitabî değerleri hazır bulduk, ancak bu bilgiyle ne yapacağımızı, nasıl yaşayacağımızı bilemiyoruz.



Kimsenin niyetini sorgulamıyorum, kimsenin böyle bir faciayı önceden öngördüğü halde önlem almayı düşünmediğini de söylemiyorum. Mesele, 'neden' öngörülemediği. Emanet yüklenen bir kuruluşun ve idarecilerinin muhtemel tehlikeler üzerinde düşünmeye neden ihtiyaç duymadığını sorguluyorum. Emanet insansa, çocuklarsa, sorumluluk daha da artıyor.



Bu faciadaki “sorumluluk zinciri”ni görmeliyiz. Merdiveni olmayan itfaiye aracı, binanın ve teşrifatının niteliği, yangın merdivenine açılan kapının kolunun olmaması, bunu görmeyen, görüp denetlemeyen idareciler, herkes, hukuken sorumlu. 'Öngörülebilir' bir şeyin, neden öngörülmediğiyse 'zihniyet'le ilgili, 'İnsan'a nasıl değer vermemiz gerektiği üzerinde düşünmemekle, bilmemekle, bilememekle ilgili. “

Ne yaparsak insan eşref-i mahlûkat olur”

sorusuna doyurucu yanıtlar bulmak çağımızın da en anlamlı, en kıymetli uğraşlarından biri.



'Emniyet', insanlar uykudayken, sorumlu birilerinin uyanık kalması değil midir? Bir yurt, içinde yaşayan insanlar kendilerini güvende hissettikleri zaman neşe dolu bir yuva olmaz mı? Çocuklarımız, anne ve baba şefkati sayesinde yataklarında rahat uyumazlar mı? Bunlar hayatın en basit gerçekleri ve sorumluluk gerektiren her hususta gözetilmesi elzem değerler.



Derinlikten ve ferasetten yoksun kuru bilgiyle, “

Mushaf”

sayfalarına hapsedilmiş insanlık değerleriyle, hayatın yalın gerçekleriyle bile bağ kuramayan ahlak algılayışıyla, merhamet ve şefkatten yoksun davranış biçimiyle ne kendimize, ne de insanlığa katacak anlamlı hiçbir şeyimizin olamayacağını bilmeliyiz. Vebadan kaçar gibi bu halimizi terk etmediğimiz sürece hayatımızın hikmetini de asla kavrayamayacağız. Bu, eski bir hikâye ve daha 20. Yüzyılın başlarında

Muhammed İkbal

'in hüzün dolu “

Şekva

” şiirinde dile getirdiği gibi, “Artık ellere bahşediyor dünya ihsânı ve itibarı, Bize kalan dünyanın sadece hayaleti ve bir rüya...”


#Aladağ
#Emniyet
#Emanet
#Ehliyet
7 yıl önce
Aladağ’ın bize söyledikleri..
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset