Bizans yönetiminin dinî ve malî baskıları yüzünden bunalan Anadolu Hıristiyan halkları 1071'deki “
”nin ardından sökün eden Türk gâzilerini
” olarak gördüler. Anadolu'daki fütuhat Bizans egemenliği altında yaşayan hıristiyan halklara ekonomik ve dinî bir rahatlık getirdi. Oysa Bizans, başta Ermeniler olmak üzere Doğu hıristiyanlığının yerel renklerini ortadan kaldırmak için her türlü zulmü onlara reva gördü.
Anadolu'nun kısa sayılacak bir süre içinde İslamlaşmasında ve Türk hakimiyetinin Bizans payitahtının sınırlarına kadar genişlemesinde Gâzâ Beyliklerinin ve Selçukluların âdil yönetimlerinin büyük bir payı var. Bizans, hıristiyan uyruklarını mezhep değiştirmeye zorlarken, İslam hakimiyeti altına giren bölgelerde herkes din ve mezhebinde serbestti.
Osmanlılar da Batı Anadolu'da ve “Balkanlar”da aynı rolü üstlendiler. Balkan köylüleri daha önce tanık olmadıkları bir refaha kavuştular. Bir zamanlar Güney Kafkasya'dan İtalya'ya kadar uzanan Bizans İmparatorluğu 14. Yüzyıl'da İstanbul ve çevresine sıkışıp kaldı. Osmanlı ise kabına sığmak nedir, bilmiyordu. Bizans imrenilecek bir devlet olmaktan çoktan çıkmıştı. Osmanlı'ysa düşmanları tarafından bile imrenilen bir devletti. İstanbul, Osmanlılar nezdinde ulaşılması şart olan “
”ydı. Bizans'ın ise Kızılelması yoktu. İstanbul bizzat Hazreti Peygamber tarafından müjdelenmişti. Bu müjdeye mazhar olmak büyük bir güç kaynağıydı.
İstanbul Orta Çağın en tahkim edilmiş kale-şehirlerinden biriydi. Bütün bu avantajlarına karşın Bizans içten çürümüş haldeydi. “Doğu Roma” olarak büyüsünü kaybetmişti. Osmanlı ise “
”ydı. Bizans uzmanlarından
'ın ifade ettiği gibi Sultan Fatih'in babası
iyi yürekli, adil ve şerefli bir hükümdardı. Rumların büyük bölümünün de hayranlığını kazanmıştı. Rumlar için Sultan Murad'ın düzenli ve âdil yönetimi altında yaşamak, bu köhnemiş hıristiyan imparatorluğun ne olacağı belirsiz, sıkıntı verici hayat tarzından çok daha kolay geliyordu. Bizans'ın hıristiyan halkı İstanbul'da “
”nı görmektense “
”nı görmeye çoktan hazırdı. İstanbul halkı içinde “
” yayılıyordu. Bu sempati Bizans'ın dinî/entelektüel çevrelerinde dahi görülüyordu.
Fetihten önceki günlerde İstanbul, İmparatorluğun sonunun geldiğine ilişkin kehanetlerin ve hurafelerin etkisi altındaydı. Gökyüzünün hareketlerinden herkes farklı bir anlam çıkarıyordu. Bir gece, şehri etkisi altına alan sis perdesinin kalkmasının hemen ardından Ayasofya'nın kubbesi üzerinde garip bir ışık görüldü. Bizanslılar bunu kötüye yordular. 'Fetih ordusu'nun manevi mimarlarıysa Sultan Fatih'e ışığın İslam'ın ışığı olduğunu ve kısa bir süre sonra bu mabedi aydınlatacağını müjdelediler. Bizans ordusu manevî açıdan çökmüş haldeyken 'Fetih Ordusu'nun disiplini tam, morali ise çok yüksekti. Fethin öncesinde iki tarafta durum buydu.
Fethin gerçekleşmesinin ardından İmparatorluk sarayının yarı harap salonlarını dolaşırken
'in İranlı bir şaire ait olduğu söylenen şu anlamlı mısraları mırıldandığı duyuldu: