|
Fransa K.Afrika"da yeni bir bayrak dikme pesinde mi?
“Osmanlı Kuzey Afrikası” tarihiyle ilgili kaynaklarımız fena değil ama iş bu bölgenin yakın tarihine gelince, orda duralım. Bölgeye ilişkin tarihi bilgimizin sınırı 1918''de son buluyor. Neredeyse yüzyıllık bir kopuş sözkonusu. Teliften vazgeçtik, yabancı kaynakların çevirisiyle de yetinebilirdik ama o da olmadı. 19. yüzyıl Güney Afrika tarihi bilinmeden bugünkü gelişmeleri kavramak sözkonusu değil. Kuzey Afrika''nın 19. Yüzyılda maruz kaldığı olaylar, esasında bir bütün olarak Afrika''nın sömürgeleştirilmesiyle ilişkilidir. Bu yüzyıl Batı Avrupa kapitalizminin emperyalizmle kurduğu kirli ittifakların tarihidir. Fransa''nın Libya''ya askeri müdahalede ön almaya çalışması, 19. Yüzyıl Afrikası''nda sömürgeleştirme amaçlı olarak bölgede bayrak dikme yarışının bir devamı bile sayılabilir.

19. yüzyıl Güney Afrika tarihi bilinmeden bugünkü gelişmeleri kavramak sözkonusu olamaz sevgili okurlar.

Kuzey Afrika''nın 19. Yüzyılda maruz kaldığı olaylar, esasında bir bütün olarak Afrika''nın sömürgeleştirilmesiyle ilişkilidir.

Bu yüzyıl aynı zamanda Batı Avrupa kapitalizminin emperyalizmle, sömürgecilikle kurduğu kirli ittifakların tarihidir.

Sömürgecilik hıristiyan misyonerler, büyük şirketler, finans kuruluşları ve ordular eliyle gerçekleştirilirken “Afrika''ya medeniyet götürüyoruz” iddiasıyla bu kirli ittifak Batı kamuoyları nezdinde temize çıkarılmaya çalışılmıştı.

19. yüzyılın “Sahraaltı Afrikası”nda neler olup bittiğine bir göz atarsanız, sömürgeci güçlere karşı verilen mücadelenin ne kadar yaygın olduğunu göreceksiniz.

Sahraaltı Afrikası''nın ekonomik ve ticari zenginliklerine ulaşmanın yolu Batı ve Kuzey Afrika''dan geçiyordu. Yani, Mağrip''ten.

1800''lerin başlarında İngilizler Batı Afrika sahillerinden kıtaya sızarken, Fransızlar da Fas ve Cezayir''den Sahraaltı Afrikası''na inmeye başladılar.

Osmanlı''nın uzaktan ve gevşek biçimde yönetmeye çalıştığı “Garp Ocakları(Libya, Tunus ve Cezayir)”, emperyalist devletlerin Sahraaltı Afrikası''nı talan etme girişimlerinin Kuzey Afrika''ya uzanması üzerine bu bölgede yeniden merkezi bir idare tesis edilmeye çalışlımıştı.

Fransa 1830''da Cezayir''i işgal ettikten sonra askeri faaliyetlerini Sahraaltına, Çad ve Batı Sudan''a (Darfur''a) kadar genişletmeye başladı.

SAHRAALTI AFRİKASI''NDA SÖMÜRGE SAVAŞI

Sahraaltı Afrikası dediğimiz bölge Mısır''dan Fas''a kadar olan sahil bölgelerin uçsuz bucaksız çöllerle kaplı Güneyinin altında kalan bölgedir.

Osmanlı kaynaklarında “Biladü''s-Sudan (Siyahların Ülkesi)” olarak anılan Sahraaltı Afrikası''ndan daha güneydeki tropikal bölgelere geçilir.

Sahraltı Afrikası''nın Batı bölgesi “Batı Sudan”, ortası “Orta Sudan”, Doğusu ise Doğu Sudan”dır.

Emperyalist devletler Afrika kıtasını paylaşmak konusunda anlaşmaya varmışlardı.

Mısır ve Sudan İngilizlerin payına düşerken Fas''ın bir kısmı Fransız ve İspanyollara ayrılmıştı.

Cezayir''le yetinmeyen Fransa, İngiltere''nin Mısır''ı işgal etmesinin ardından, borç tuzağına düşürdükleri Tunus''u da yutmuştu.

Benzer bir borç tuzağı Mısır için de sözkonusu olmuştu.

Tunus''un borçlanmasında İtalyanların da dahli vardı ama Fransızlar erken davranarak işgali oldu-bittiye getirdiler. l

İtalyanlar da Kızıldeniz sahillerinde (Doğu Sudan) Eritre ve Somali''yi işgal etmişlerdi ama bu bölgeden istedikleri nemalanmayı sağlayamamışlardı.

Habeşistan (Etyopya)''a göz süzdüren İtalyanlar için Kuzey Afrika sahillerinde işgal edilmemiş tek ülke olan Libya da ayrıca iştah kabartıcıydı.

Sultan II. Abdulhamit İtalyanların Trablusgarp''ı işgal etmeye niyetlendiklerini anlamıştı.

Habeşistan İmparatoru''na bir askeri heyet göndererek İtalyanların Habeşistan''a yönelik girişimleri konusunda haberdar etmişti.

Habeşistan ve İtalyanlar arasında bir savaş çıkma ihtimali doğduğundan Libya''nın işgal edilmesi ertelenmişti.

BAYRAK DİKME YARIŞLARI

19. yüzyıl''da Sahraaltı Afrikası''nın sınırları bugünkü görünüşünde değildi.

Bir bayrak dikme yarışı başlamıştı bölgede.

Hangi devlet nereye bayrak dikse, orası o devletin toprağı oluyordu sözde.

Fransızların Libya''nın Fizan bölgesinin en güney sınırlarına sızarak bayrak dikme girişimlerine karşı Sultan Abdulhamit de Osmanlı askerlerine bölgedeki denetimlerini sıklaştırarak Sahraaltına kadar inmeleri emri vermişti.

Osmanlılar da Fizan''daki kabilelerin desteğiyle bölgeye kendi bayraklarını dikmişlerdi.

Fransızlara Kuzey''e doğru çıkmamaları bu şekilde ihtar edilmişti.

Bugün Fransa''nın Libya''ya askeri müdahalede ön çalışmaya çalışmasını bu bakımdan bir “bayrak dikme” olarak anlamak gerekiyor.

Yoksa siz, kendi ülkesindeki Mağriplilere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapan Sarkozi''nin Libya''ya özgürlük getireceğine mi inanıyorsunuz?

FRANSA''NIN RUANDA''DA ELİ KİRLENMİŞTİ

1990''ların başlarında, Ruanda iç savaşı sırasında bu ülkeye asker gönderen Fransa, yüzbinlerce insanın katledilmesi karşısında gıkını çıkarmamıştı.

Güya Fransız askerleri güya Ruanda yönetimini demokratikleşmeye yöneltmek, tarafları anlaşmaya zorlamak ve böylece çatışmaların tekrar başlamasını önlemek amacıyla bu ülkede bulunuyorlardı.

Ayrıca BM Güvenlik Konseyi de aldığı bir kararla “Ruanda''da yerinden ayrılmış insanlar, sığınmacılar ile tehlikedeki sivilllerin güvenliğini ve korunmasını sağlamak” için Fransız müdahalesine onay vermişti 1994''te.

Bu müdahale “Turkuvaz Harekatı” adıyla gerçekleştirilmişti.

Peki Ruanda yönetimini demokratikleştirmeye ikna edebilmiş ve taraflar arasındaki anlaşmayı sağlayabilmiş midir Fransa?

Tabii ki hayır..

Batı kamuoyu Fransa''nın Ruanda yönetimine arka çıkmak suretiyle, soykırıma hazırlanan bir hükümete bilerek dayanak olduğunu düşünüyordu.

Fransa ise herzamanki pişkinliğiyle Ruanda Başkanının demokratik yolda ilerlemesini sağlamaya çalıştığını iddia etmekle yetindi.

Fransız hükümetinin kurbanlardansa soykırım sorumlularına daha fazla yardım ettiği kuşkusu egemen olmuştu Fransa basınında bile.

Uluslararası insani yardım kuruluşları müdahaleye karşı çıkarlarken, “Dünya Doktorları Kuruluşu” “Fransız ordusu o an için, bizim insani etkinliğimize engel oldu” açıklaması yapmıştı.

FRANSA KENDİNİ AKLAMAYA ÇALIŞTI

Fransa''nın sosyalist Cumhurbaşkanı François Mitterand''ın Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine anılarında, Turkuvaz harekatı''na yönelik eleştirilere karşı, Ruanda''da olan bitenlerde Fransanın sorumluluğunu kabul etmeyerek, “En nihayetinde, demokratikleştirme eyleminin tüm denge bozucu sonuçlara sahip olma riskini almasını Fransa''nın ölçmemiş olmasına üzüntü duyulabilirdi” demekten öteye geçememişti.

Fransız dışpolitikası Afrika''da çamura batmıştı ama Vedrine''ye göre Fransa ellerini yanık motor yağına daldırarak güvenliğe katkıda bulunmuştu.

Bakın ne diyor Vedrine:

“Ötekilerin elleri temiz deniyor, ama elleri yok ki! Afrikanın büyük dramlarının-her biri 500 binden fazla ölüme mal olan iç savaşlar ya da bölünme savaşları, kabile çatışmaları, gaddar diktatörlükler-eski Belçika sömürgelerinin tek ve acılı istisnasında, otuz yıldan beri tümüyle Fransa''nın dengeleyici etkisinin hiçbir zaman uygulanmadığı bölgelerde geçtiğinin fark edilmemesi mümkün mü: Nijerya/Biafra, Uganda, Mozambik, Angola, Sierre Leone, Liberya, Güney Sudan, Etyopya, Somali, Eritre?”

Fransız eski dışişleri bakanı, diğer Batılı ülkelere gönderme yapıyor.

Yani, tencere dibin kara, seninki benden kara hikayesi.

Bingazi Mebusu Paşa ve çocukları...

“Osmanlı Kuzey Afrikası” tarihiyle ilgili kaynaklarımız fena değil ama iş bu bölgenin yakın tarihine gelince, orda duralım. Bölgeye ilişkin tarihi bilgimizin sınırı 1918''de son buluyor. Neredeyse yüzyıllık bir kopuş sözkonusu.

Teliften vazgeçtik, hiç değilse yabancı kaynakların çevirisiyle de yetinebilirdik ama o da olmadı.

1918''den sonra, mesela Libya''da ne olup bittiği konusunda yeterli bilgiye sahip değiliz.

Neyseki Libya asıllı siyaset bilimci Prof. Mansur Ömer El-Kihya (Kahya)''nın 1997''de kaleme aldığı “Libya''nın Kaddafisi” başlıklı kitabı “Kaknüs Yayınevi” tarafından Türkçe''ye çevirildi. Okumanızı tavsiye ederim, Libya siyasi tarihini derli toplu anlatan bir kitap bu.

Amerika''da yaşayan yazar çoğu okura yabancı gelebilir ama bir parça Osmanlı Libyası''na aşina olanlar tanıyacaktır.Gerçi Prof. Mansur Ömer El Kahya kitabında bu ayrıntıya yer vemiyorsa da, kendisi 1908''deki Meşrutiyet''in ilanından sonra Osmanlı Meclisi''nde Bingazi mebusu olarak yer alan Ömer Paşa Mansur el-Kahya''nın oğludur.

“Kahya ailesi” Bingazi''nin en meşhur ailelerinden biridir. Trablusgarp Direniş Cephesi''nde Senusi tarikatı liderleriyle birlikte Osmanlı safında İtalyanlara karşı savaşmış bir mücahittir Mansur Paşa.

Daha doğrusu direnişin sivil liderlerinden biridir. Aynı aileden Nuri el-Kahya da tanınmış bir yurtseverdir, Libya''da “Ömer Muhtar Birliği”nin kurucularındandır.

Ömer Paşa Mansur El Kahya, 1949''da Doğu Libya''da “Berka Emirliği”ni kuran ve daha sonra Birleşik Libya''nın Krallığına getirilen İdris es-Senusi''nin en yakınında yer almış bir şahsiyetti. Libya hükümetlerinde yer alan Mansur Paşa, Modern Libya''nın kurucuları arasında sayılıyor.

Oğlu Mansur Ömer el-Kahya ise Kaddafi rejiminden kaçarak Amerika''da yaşayayı seçen bir bilim adamıdır. Prof. Mansur Ömer el-Kahya''nın kuzeni Dr. Mansur Raşid el-Kahya ise 1970''lerde Libya''yı BM''de temsil eden bir diplomat idi. Kaddafi''yle ters düşerek Libya''dan ayrılan Dr. Mansur Raşid, “Arap İnsan Hakları Organizasyonu”nu kurmuştu.

İnsan hakları aktivisti olarak Kaddafi rejimiyle mücadele eden Dr. Mansur Raşid 1993''de Kahire''de kaçırılmıştı. Bu kaçırılma olayında Mübarek ve Kaddafi''nin işbirliği yaptığı iddia edilmişti. Kaddafi ise CIA''yı suçlamıştı. Libya gizli servisi tarafından kaçırıldığı kuvvetle muhtemel olan Dr. Mansur''un Libya''da idam edildiği sanılıyor.

Yüzyıl önce Libya ablukası Osmanlı''yı hedef almıştı!

Libya''nın 1911''de İtalyan ordusu tarafından işgal edilmesini Vatikan tarafından desteklenen Banco Di Roma finanse etmişti. Sultan Abdülhamit''in bütün engelleme çabalarına rağmen bu Bankanın Trablusgarp''a girmesi önlenememişti.

Bu süreç hakkında bilgi edinmek isteyenler Özcan Mert''in “Belleten” dergisinin Ağustos 1987 tarihli sayısındaki “Osmanlı belgelerine göre Banco di Roma''nın Trablusgarp''daki faaliyetleri” başlıklı makalesini okumalılar. Öte yandan Fransa''nın Libya''ya yönelik faaliyetleri için de aynı derginin Nisan 1982 tarihli sayısında Prof. Abdurrahman Çaycı''nın “Guma İsyanı öncesinde Fransa''nın Trablusgarp siyaseti” başlıklı makalesine bakmalılar..

1900''lerin başlarında İtalya''nın yoksul güney bölgelerinden toplanan köylülerin Libya topraklarına yerleştirilmeleri de bir “uygarlaştırma misyonu”yla ifade edilmişti ama İtalyan sosyalistler “Bu köylüler mi uygarlık götürecek” diye itiraz etmişlerdi.

Hiç aklınıza gelir miydi, o dönemde sosyalist olan Mussolini bile Libya''nın (Trablusgarp) işgal edilmesine itiraz etmiş, hatta İtalya''da protesto içerikli bir takım şiddet eylemlerine bile karışmıştı. İktidara geldikten sonra, 1930''larda en acımasız şekilde Libya halkına zulmeden de aynı Mussolini''ydi.

İtalyan işgaline karşı Osmanlı subayları ve Libya halkı birbiriyle kenetlenerek direnmişti. Bingazi cephesi komutanı Binbaşı Enver Bey, İtalyan mevzilerindeki askerlere yönelik olarak kaleme aldığı bildirilerde “Ne için ölüyorsunuz? Banco di Roma''nın kasaları daha fazla dolsun için değil mi? Yazık yazık” diyordu.

Bildiriler İtalyan askerleri arasında etkili oluyordu. İtalya''nın köylü kökenli askerleri ölen arkadaşlarının arkasından yaktıkları ağıtlarda bakın ne diyorlar:

“Ölüm Haberini Aldığımda / Ölüme Denk Acı Çektim / İsa mı Yönetiyor Bizi, Yoksa Patronlar mı?/ Güneş Görünmeyecek Kadar / Yeryüzünü Kanla Sıvayan Savaşa Lanet Olsun”

Aslında öteden beri İtalyan milliyetçiler Libya''yı “ vaadedilmiş topraklar” olarak görüyorlardı. İtalyanlar, Kuzey Afrika''nın sahraaltı Afrikasına açılan en geniş sahillerine sahip olan Libya''yı işgal ederek ulusal birliği güçlendireceklerine inandırılmışlardı. Bunun için finans kuruluşlarının finanse ettiği dernekler bile kurmuşlardı.

1870''lerin başlarında kendi ulusal birliklerini kuran İtalyanlar da, Fransızlar, İngilizler ve Belçikalılar gibi sömürge pastasından pay almak istiyorlardı. Oysa Mümtaz Onur Gürer''in “İtalyan Krallığı''nın Doğu Akdeniz Politikası (1861-1913)” başlıklı yüksek lisans tezinde ifade ettiği gibi İtalya''nın 1861-1913 yılları arasındaki Trablusgarp temelli izlediği Doğu Akdeniz Politikası, İtalya''nın emperyal bir güç olma düşüncenin acemice uygulamasından ibaretti.

Tunus''u Fransa''ya kaptıran, Eritre ve Somali''nin işgalinden bekledikleri yararı sağlayamayan İtalyanlar, Osmanlı devletinin zayıf bir anında Libya''ya asker çıkararak emperyalist paylaşıma daha güçlü şekilde katılmak istemişlerdi.

İlginçtir, Türkiye şimdi Kaddafi''ye yönelik ablukada başkaca nedenlerle olsa bile NATO harekatı içerisinde yer alıyor. Ama yüz yıl önce, 1911''deki İtalyan işgali sırasında Libya direniş cephesine denizden yardım gelmemesi için uygulanan ablukanın hedefi de Türkiye idi. Deniz ve karayoluyla Trablusgarp''a geçmek isteyen bazı mücahitler ve Osmanlı subayları Fransızların da yardımıyla yakalanmışlardı. Mesela Tunus''ta yakalananlar arasında Osmanlı doktorları Besim Ömer, Akil Muhtar ve Nihat Reşat Belger gibi Kızılay yöneticileri de vardı.

Fransa Kızılhaçı''ndan satın aldıkları insani yardım amaçlı iki ambulansı Libya''ya götürmeye çalışırken Tunus sularına girmeden gözaltına alınmışlardı. Doktor olduklarını kanıtlandıktan sonra serbest bırakılmışlardı.

Fransız bandıralı iki poste gemisi de keza İtalyan savaş gemileri tarafından durdurulmuş ve mürettebatlarıyla birlikte el konulmuştu. Geminin birinde bir Fransız vatandaşına ait bir uçak vardı.

Fransız Hükümetinin bu uçağın ya da uçak parçalarının Türklere verilmeyeceğini garanti etmesiyle gemi yüküyle birlikte iade edilmişti.

Diğer gemide ise Türk subayları oldukları iddia edilen “Hilal-i Ahmer (Kızılay)” görevlileri vardı. Gemilerin yasal izin olmaksızın durdurulması ve aranması yasaktı ama İtalyanlar takmamıştı. Lahey Adalet Divanı ise açılan davalarda İtalya''yı tazminat ödemeğe mahkum etmişti.

13 yıl önce
Fransa K.Afrika"da yeni bir bayrak dikme pesinde mi?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi