Bu tarihi günlerde, belki de tarihin akışını değiştirecek bu olayla yakın tarihimizdeki kara lekelerle de hesaplaşma vakti gelmedi mi?
Sırasıyla hepsine bakılmalı. Ve o kara lekelere
ile başlanmalı.
Eşref Bitlis 1990'da Jandarma Genel Komutanlığı görevine geldi. Kürt sorununa yönelik çözüm önerileri ve izlediği strateji meyvelerini vermeye başlıyordu. Bu durum TSK içinde bazı komutanların Eşref Paşa'ya bazı sert eleştirilerini de beraberinde getiriyordu. Paşa'nın planın uygulanması konusunda doğrudan Cumhurbaşkanı Özal ile temasa geçmesi ise bardağı taşıran son damla oldu.
Puslu ve sinsiydi gün, o sabah. Terörle mücadelede çok önem arzeden, Türkiye Cumhuriyeti Devleti haricinde hiçbir şekilde egemen gücü kabul etmeyen onurlu ve sağlam bir general; o sinsi günün gelecekteki ağlarını örmedeki engel olarak gördüğü
.
Tarih; 17 Şubat 1993.
Eşref Bitlis'i taşıyan uçak bugün hala açıklanamayan bir nedenle düşürüldü. Olay yargıya taşındı; beklenildiği gibi sonuç alınamadı. Yargılananların hepsi beraat etti ve dosya kapandı.
Peki o sinsi gün neyi seçti cinayet aracı olarak?
Yoksa biraz daha sağlamcı davranarak maşa bir örgütün
O sinsi günü müteakiben bizler, eğer bu iş bir kul işi ise nasıl elini kolunu sallayarak bu cinayeti işleyebileceğini anlamaya çalıştık o günlerde, anlayamadık.
Herhalde filmlerdeki gibi farklı dil konuşan ya da Türkçe konuşsa bile aksan bozukluğu taşıyan bir düşman hayal ettik ve bu yüzden belki de cevaba uzaktık hep.
Peki ya bu hain, Paralel Yapı'nın kulu o günkü ve bize benzer görünümlü yılların bir şakirti ise…
Hablemitoğlu neden öldürüldü ?
Uğur Mumcu neden öldürüldü ?
Ve diğerleri neden öldürüldü ?
Bu yapılanmayı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermeleri Fetullahçı Terör Örgütü'nü ve onun patron üst akıl olan diğer yabancı istihbarat örgütlerini çok rahatsız edip telaşa sürüklemiş olmalıydı sanırım.
Allah yerine kula kulluk edenlerin ekmeğine yine yağ sürülerek, yine olay kendi militanlarınca mı örtüldü ?
O senelerde bu şer yuvasının kulları televizyonlarda
'un takiye dolu sözlerini (eşleriniz boyansın, içki için kendinizi gizleyin vs...) duyunca toplumda ifşa olduklarını düşünerek özellikle askeri okullarda tiyatro kolu, Atatürkçülük kolu gibi aktivitelere girip faaliyet ve gösterimlerle en hızlı Atatürkçü kesilmişlerdi halbuki. Farkedemedik, ya da farkettirilmedik.
Kulun kulu teknisyenler, mühendisler, askerler, doktorlar, polisler, bilirkişiler, yaverler, hakimler, savcılar… Bir kanserin sardığı gibi bağımsızlığı, demokrasi ve bugün gördüğümüz gibi halkın hür iradesini sarmak için yuvalandılar.
Bugün Milli İrade'nin önünde duramayıp ağır bir tokat yiyen bazı FETÖ'cüler; şu günlerde benzer bir yola başvurmaktan kendilerini alıkoyamadılar.
… Şimdilerde milli irade yanlısı, Atatürkçü, liberal, sağ ya da solu kendisine kalkan olarak seçme telaşına girdiler. Gizlenmek için bazıları televizyonlara koşup bu örgütü kınayan röportajlar vermeye başladı bile… Bazıları ise meydanlara.
Biliyoruz hepsini, bu sefer o takiye kalkanının arkasına saklanamayacaksınız. Demokrasi yanlısı yerli ve milli kimlikleri üzerinizde bugün öyle sırıtıyor ki farkedilmemeniz elde değil.
Sizi sözde profosyonel görünümlü
ya da ne bileyim işte
sizi.
Gelelim Eşref Paşa'nın öldürüldüğü tarihlere;
çok daha kolay ve basit bir kaçıştı şüphelerden… Bu olay aydınlatılamadı. Halbuki olayların aydınlatılması sonraki acı olayları önlemede tedbirlerin alınmasını sağlayabilirdi.
Neyse şimdi asıl soru şu:
Taa o günlerde bir paralel devlet yapısı oluşturuluyor muydu yoksa oluşturulmuş muydu?