|
Vergiyi veren hesabını sorar

Gelir İdaresi Başkanlığı Eylül sonu itibariyle faal vergi mükellefi sayılarını yayınladı.

Özellikle beyanname ile ödeme yapan (vergi ödediğini bizzat hisseden) mükellef sayısının seyri önemli ekonomik gelişim göstergesi. Bu bağlamda gelir ve kurumlar vergisi mükellefiyeti öne çıkıyor. Yazımızda, dolaysız vergiler olarak da literatüre giren gelir vergisi mükellef sayılarının gelişiminin ne anlama geldiğini irdeleyeceğiz.


**

Eylül 2007 itibariyle 1.724.821 faal gelir vergisi mükellefi sayısı, Eylül 2017 itibariyle 1.870.451’e yükselmiş. 10 yılda gelir vergisi mükellef sayısı yaklaşık 145.000 artmış.

2007-2017 döneminde ülke nüfusunun 70 milyondan 80 milyona çıktığını düşündüğümüzde; gelir vergisi mükellef sayısındaki 145 bin artışın seçmen sayısına kıyasla düşük kaldığı söylenebilir (Türkiye’de yaşlanan bir nüfus yapısı süreci başladığını dikkate alalım).

**

Bir tarafta devlete borcu olan vergi mükellefleri, diğer tarafta devleti yönetenleri belirleyen seçmenler.

Bundan dolayı vergi mükellefi-seçmen ilişkisi son yıllarda daha sık akademik çalışmalara konu olmaktadır.

1215
Magna Carta
(büyük sözleşme) vergiye duyulan tepki ve sorgulama sonrasında, vergi ödeyenlerin temsilcileriyle vergiyi alanların sözleşmesidir.
Verginin nasıl alınacağı ve nerelere harcanacağını belirleyen
parlamentonun kurulması
bu süreçle başlıyor.
Yani parlamento bir anlamda
bütçe sürecine karar vermek
için kuruluyor

««

Doğrusu biraz uç argüman olsa da söyleyelim; “
oy verebilmek için vergi mükellefi olma şartı
aranması
” hiç de yabana atılır bir düşünce değil.

Böyle bir yapı, neden vergi verildiğinin, vergilerin nereye harcandığının hesabını sorma-verme kültürünü zorlayacağını net olarak söyleyebiliriz.

**

Belirli çevreler sürekli olarak dolaylı vergilerin ağırlıkta olduğu bir vergi sisteminin varlığından ve bunun vergi yükünü adaletsiz dağıttığından yakınıyor (haklılar da).

Bu düşüncenin nedeni Türkiye’de toplanan vergilerin yüzde 64’ünün dolaylı vergi (KDV, ÖTV v.s.) ve gelir üzerinden alınan vergilerin payının düşük olmasıdır.

Oysa gelişmiş ülkelerde gelir üzerinden alınan vergiler öne çıkıyor.

Bu noktada gelir vergisi mükellefiyetinin önemi devreye giriyor.

**

Mükellef her ne kadar kanunlarda “üzerine vergi borcu terettüp (isabet) eden gerçek ve tüzel kişi” olarak belirtilse de halk tarafından daha çok “vergi dairesine vergiyi ödeyen kişi” olarak algılanmaktadır.

Beyanname ile ödenen ve kişileri gerçek vergi mükellefi konumuna taşıyan vergi kişisel gelir vergisi.

Kişisel gelir vergisi/vergi gelirleri oranı en yüksek ülkelerden birisi Danimarka’dır (yüzde 54,3).

Yine birçok Avrupa ülkesinde bu oran yüzde 30’ların üzerindedir.

OECD ortalaması yüzde 25, Türkiye’de ise gelir vergisi/toplam vergi oranı yüzde 13,9.

GSYH içindeki gelir vergisi payı yüzde 6, OECD ortalaması ise yüzde 11,6’dır.

Hem GSYH’mız, hem de GSİYH içindeki Gelir Vergisi payımız düşük.

**

2013 rakamlarıyla gelir vergisi mükellef sayısı /nüfus oranı yüzde 2,3’le (2017 rakamları da aynı) OECD ülkeleri arasında en düşük seviyede olan ülkeyiz.

OECD ortalaması yüzde 56,3.

Bu yüksek farklılıkta ülkelerin vergi sistemlerinin de önemli etkisi olduğunu belirtmeliyiz.

Bu oranın Norveç’te yüzde 90, Finlandiya’da yüzde 98, İsveç’te yüzde 80, Danimarka’da 84 ve Avustralya’da 85 gibi oldukça yüksek düzeyde olduğunu görmekteyiz.

Yani,
Türkiye’de her 100 kişiden sadece 2.3 kişi kişisel gelir vergisi mükellefi iken
, bu rakam özellikle
İskandinav ülkelerinde 80-90 mükellef arasında değişiyor
.

**

Aslında burada ülkemiz için az sayıda
kayıtlı gelir vergisi mükellefi üzerine nispeten yüksek vergi yükü baskısı
bindiği sonucu da çıkıyor.
Verilerden çıkaracağımız başka bir sonuç ise birçok Avrupa ülkesinde
seçmenlerle vergi ödeyicilerinin büyük ölçüde örtüştüğü
gerçeğidir.

Bu yapı seçmen tercihlerinin daha rasyonel, demokrasinin ruhuna ve demokrasi kültürüne çok daha uygun olacağı anlamına da gelir.

Demokrasi kültürünün bu ülkelerde (İskandinav ülke örnekleri) gelişmiş olma gerekçesini de bu noktada değerlendirmek gerekir.

Yani,
demokrasinin iyi işlemesi mükellefin temsiliyeti (seçmen olması) ile doğrudan ilişkili
.

**

Bu nedenle
harcama vergileri
(dolaylı vergi) ağırlıklı bir yapıdan,
gelir vergisi ağırlıklı bir yapıya
geçişin adımlarını atmalıyız.

Yüksek vergi mükellefi sayısı, aynı zamanda seçmenlerin önemli oranda vergi ödeyicisi olduğu ve yaygın kayıtlı bir ekonomiye geçildiği anlamına gelecektir.

Mükellef kendisinin iyi temsil edildiğini düşündüğünde de vergiye gönüllü uyumu artacaktır.

Dolayısıyla vergi ahlakı gelişecek, kayıt dışı ekonomi azalacaktır.

Sonuç olarak
,
istikrarlı ve güçlü bir ekonomi
isteniyorsa; uzun süre yürürlükte kalacak, gelişmiş ülke normlarına sahip, vergi karmaşasını asgariye indiren, vatandaşı devlet yönetimine katılıma teşvik edecek/zorlayacak (demokrasi pratiği)
vergi yapısını
bir an önce hayata geçirmeliyiz.
#Ekonomi
#Vergi
#OECD
#GSMH
6 yıl önce
Vergiyi veren hesabını sorar
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?