1980 sonrasında dünya gündeminde 3 önemli kavram öne çıkmaya ve ülke politikalarını yönlendirmeye başladı.
Bunlarda en önemlisi mal ve hizmetlerin, sermayenin, teknolojisinin ülkelerarası serbest dolaşması anlamına
.
Bir diğeri kamunun piyasa ekonomisinden çekilmesi, yerini özel sektöre terk etmesi anlamına gelen
; bir diğeri de güç, yetki, görev ve kaynakların merkezi yönetimlerden yerel yönetimlere devredilmesi anlamına gelen
.
Her bir olgunun birbirini desteklediği, özelleştirme ve yerelleştirme bir anlamda küreselleşmenin türev ürünü olduğu, ama özelleştirme ve yerelleştirmenin de küreselleşmeyi hızlandırdığı söylenebilir.
***
Kapitalist insan tipinin tarifinde yer alan “bireysel çıkarı maksimize etmeye çalışan” homo economicus algılamasına göre insan ihtiyaçları sonsuz, kaynaklar kısıtlıdır.
Sistemin temelinde
yatmaktadır.
Yani kaynaklar israf edilmemelidir.
Özelleştirmenin gerekçesinde de bu argüman vardır.
Özel sektör rekabetçi ortamda aynı miktar kaynakla daha fazla mal ve hizmet üretebilir ya da belirli miktarda kaynağı kamuya göre daha az maliyetle üretebilir. Bu nedenle kaynakların (sonuçta ister devlet, ister özel sektör kullansın bunlar milli kaynaktır) özel sektör tarafından kullanılması faydasını, dolayısıyla toplumsal refahı artıracaktır.
***
Bir
olduğu için kaynakları verimli kullanma yollarını seçme zorunluluğu vardır.
Özelleştirme de kaynakların etkin kullanımı, faydasının artırılması, ülkenin zenginleşmesi gerekçeleriyle ortaya konulmaktadır.
Bu noktada
tavsiye edilmediğini (özel bir yöntemle-imtiyaz sözleşmesi özelleştirilebileceğini), özelleştirme etkinliği artırdığı ölçüde başvurulması gereken bir yöntem olduğunu belirtmeliyiz.
Buradan teorik gerekçelerle, uygulama yanlışlarının-sapmalarının (özellikle elektrik dağıtım tekelinin özelleştirilmesi sonrası yaşanılan sorunlar hafızalarda) özelleştirmeyi çok önemli tartışma alanı haline getirmiştir.
Bu tartışmanın derinliklerinde
yattığını da yine ekleyelim…
***
Yerelleşme ise yetki, görev ve kaynakların merkezi yönetimden yerel yönetimlere aktarılması yönündeki bir uygulamadır.
Başta gelişmiş batı ülkelerinde olmak üzere birçok ülkede bu eğilim son yıllarda artmıştır.
Bu eğilimin artmasında siyasi, idari ve ekonomik gerekçeler vardır.
En önemli ekonomik gerekçe, özelleştirmede olduğu gibi, kaynak kullanımındaki etkinliktir.
Burada özel mal (piyasada alınıp-satılabilen, fiyatlandırılabilen, pazarlanabilen, bedel ödemeyenlerin mahrum bırakılabildiği) değil ortak malların üretimi söz konusu. (Ortak mallara kamusal, sosyal, kolektif mallar de deniliyor).
Temizlik, su, kanalizasyon, elektrik, itfaiye, sağlık, eğitim, güvenlik, zabıta, trafik hizmetleri, sokak aydınlatması, mezbaha hizmetleri v.s. ortak mal hizmetlere örnek verilebilir.
Bunların ulusal ölçekte olanlarını merkezi hükümetin, yerel ölçekte olanlarını mahalli idarelerin daha etkin üretebileceği, bu nedenle de yerel ortak hizmetlerin yerel yönetimlere bırakılması gerektiği söyleniyor ve yasalarla bu eğilime destek veriliyor.
Tabiî ki görevler aktarıldığı gibi yeterli kaynakla destekleniyor.
Bu nedenle yerel yönetim harcamaları devletin toplam harcamalarının önemli bir payını teşkil ediyor.
Örneğin ABD'de 100 dolarlık devlet harcamasının 52 doları, Danimarka'da 60 doları, Norveç'te 40 doları yerel yönetimler tarafından harcanıyor. Türkiye de ise 100 liralık kamu harcamasının yaklaşık 13-14 lirasını yerel yönetimler harcıyor.
***
Yerel ortak mal ve hizmet ihtiyacının yerel yönetimler tarafından üretilmesi neden etkinlik artışı anlamına gelecektir?
Demokratik modern devlet anlayışında “devlet, vatandaşın ortak ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan gelişmiş bir örgüt” tanımlaması var. Yani
(organik devlet anlayışı) yerine,
(mekanik devlet anlayışı) öne çıkmış.
Devlet derken merkezi yönetim, yerel yönetim ve diğer kamu kurumları anlaşılmalı.
Vatandaşın önceliklerini dikkate alan kamusal mal ve hizmet arzı, kamunun kaynak kullanımında etkinliğini artırır. Toplumun hizmet öncelik sıralaması var ve kamu kurumları bu önceliklere paralel hizmet üretiyorsa, hizmet üretimine harcanan para en yüksek tatmini sağlar.
Örnek verecek olursak: bir mahallenin acil su ihtiyacı varsa, o yöredeki halk su şebekesinin döşenmesi ve evlere su akıtılması ile en yüksek tatmini sağlayacaktır.
Aynı miktarda bir paranın başka alanlara harcanmasıyla topluma sağlanacak fayda hiçbir zaman su şebekesi için harcanan paranın faydasından çok olmayacaktır.
***
Bu örnekten hareketle, kamu (devlet) halkın önceliklerini tespit edip, harcamaları ona göre sınıflandırmalı ki kaynak kullanımında etkinliği sağlasın, toplumsal fayda maksimize olsun.
Yerelleştirme (yerel yönetimlere görev ve yetki devri) bu bakımdan önem taşıyor. Çünkü merkezi devlet yönetiminde (ki parlamento-meclis toplum adına hangi kamusal mal ve hizmetlerin üretileceğine karar veriyor) yer alan aktörler vekalet ettikleri halkın önceliklerini kamusal mal ve hizmet üretimine yansıttıkları ölçüde kendilerinden teorik anlamda beklenileni yapmaktadırlar.
Şu anda halkın öncelikleri (kamusal mal ve hizmet talepleri) ile milletvekillerinin meclisten çıkarttıkları kararlar (bütçe) doğrultusunda üretilen mal ve hizmetlerin örtüştüğü tartışmalıdır.
Halkın beklentileriyle milletvekili kararlarının örtüşmemesi “temsili demokrasi” sorunu olarak kamu yönetimi alanındaki sıkıntılı konuların başında gelmektedir.
Bu sorunu asgariye indirmek için önerilen yöntemlerden biri “yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir”.
***
Yerel yönetimler halkın doğrudan katılıma fırsat verdiğinden, yerel yöneticileri daha yakından denetleme, onlara istek-beklentilerini iletme imkanı tanıdığından kaynak kullanımında etkinlik söz konusu olmaktadır. Böylece, halkın talepleri daha doğru olarak kamusal sürece yansır, onların önceliklerini dikkate alan mal ve hizmetler üretilir.
Bu teorik çerçevenin uygulamaya konulması
ülkeler için geçerlidir. Birçok Avrupa ülkesinde
idari ve mali bakımdan
de belirtelim.