|
Sonlu teorilerin sonu

Amerikan seçmenin sağcı, hem de ayrımcı bir söyleme oy vererek açıkça ırkçı bir Cumhuriyetçinin iktidar olmasının Avrupa'da da domino etkisi yapacağı yönünde öngörüler hayli fazla. Bu nedenle Amerika'daki yükselen sağcı, İslomofobik, ayrımcı söylemden en fazla memnun olanlar da Avrupalı sağ siyasetçiler.



Bu arada marjinal sağın yükselişine paralel olarak pastadan pay alma ihtimali karşısında sosyalist sol da hayli heveskar görünüyor. Merkez siyasetin ve liberal, küreselci söylemin zayıflaması hatta çökmesi durumunda enkazından sol ve sağ uçların nüksedeceğini tahmin etmek güç değil. Bu durum aslına tek başına ne solun ne de sağın başarısıdır.



Kestirmeden ifade edecek olursak bu marjinalleşme

'Tarihin sonu'

nu ilan eden liberal, küresel serbest piyasa sisteminin çöküşü anlamına gelir. Bu durumun bizim açımızdan jeopolitik anlamı ise Avrupa fikrinin ve de AB projesinin de sonunu getireceği, en azından sarsacağı ihtimalidir. Yaşanmakta olan sarsıntılar biraz da

tarihin sonu ile tüm alternatifleri yok sayan sonlu ideolojinin sonunun gelmiş olmasıdır.


Batı demokrasilerinin sarsılması, en azından marjinal ırkçı siyasal popülizme sarkması hali bize yönelik tehditler içerdiği gibi Avrupa ve Amerikan sistemleri/iç dengeleri açısından maliyetinin ağır olacağı muhakkak.

Küreselleşeme, kapitalizm ve neoliberal politikalara insanlığı teslim almak için teorik tohumlama yapanlar bugün İslamofobik, ırkçı politikaların hasadını alıyor.


Tam da tarihin sonunun ilan edildiği süreçte küreselleşme ile beraber modernizmin en büyük başarısı addedilen ulus devletin derin çelişkisi ortaya çıkmıştı. Daha doğrusu bu modern uygarlığın en büyük krizidir.



Ulus devlet, Batıda şu veya bu şekilde tarihsel olarak yaşanan olanca sancılı süreçten sonra varılan bir uzlaşmaydı. Kapitalizmin ulus devletle ilişkisini düzenlerken devlet de halkı koruyacak belli garantileri sağlamayı vadetmişti. Avrupa'daki sosyal devlet olgusu bu anlaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıktı. Sadece ekonomik anlamda değil belli özgürlük alanlarını garanti eden bir uzlaşmaya işaret eden bir devlet-vatandaş ilişkisi söz konusu. Amerika'nın kendine özgü farklılıkları ile Batı Avrupa'nın deneyimleri nüanslarla birlikte ortak paydada buluştukları bir ulus devlet anlayışı yirminci yüzyıla damgasını vurdu.



Küreselleşme ile birlikte gelen kapitalizmin adeta ulus devleti aşan gücü ve kurduğu yeni ilişki biçimi, sürekli olarak toplumun/vatandaşın/bireylerin aleyhine işleyecekti. Fukayama'nın 'Tarihin sonu'ndan sonra Huntigton'un 'Medeniyetler Çatışması' tezinin piyasaya sürülmesi akademik bir mesele olmaktan çok politik, stratejik bir konudur. Her ikisini de işlevi küresel gücün stratejik hesaplarına teorik zemin hazırlamaktan ibaretti.



İronik biçimde insanlığın gelebildiği en son nokta olarak ilan edilen sistem bizzat Batının yükseldiği uzlaşmayı imha eden yapıya işaret edecekti.


Küreselleşmenin tartışıldığı bir dönemde bunun tüm insanlık için kaçınılmazlığı ve alternatifsizliğini ilan eden Kapitalizm kendini var eden sistemi sarsacaktır. Sarsılan sadece sınırları aşındırılmış ulus devlet değil liberalizmden sonra neoliberalizmin iddialarıydı elbette.



Yeni kültürleri, coğrafyaları sisteme eklemlemek, müşteri haline getirmek için Küresel pazar ekonomisi büyük iştaha ile açılırken ulus devlet bu yarıştan en az zararla çıkmanın stratejik hesapları içindedir.



Nitekim Amerika'nın rakipsiz güç olduğu, küreselleşmenin parlak döneminde en saldırgan işgallere başvurmasının ardındaki nedenleri anlamak için bu güç çekişmesine yoğunlaşmakta yarar var.



Ne var ki, bu güç çekişmesi ekonomik refah statüsünü kaybetmeyi göze alamayan Batılı toplumlar açısından geçici bir rahatlama sağlayacaktı. Refah devletinin sunduğu imkan ve ayrıcalıkları ancak küresel imparatorluğun saldırgan politikalarına verilecek destekle mümkün olacağını anlamış ya da ikna edilmişti batılı kamuoyu..



Küreselleşmenin ve de Kapitalizmin evrildiği yeni süreç aynı zamanda vatandaşın devletle olan ilişkisi, hepsinden önemlisi bu zamana kadar tartışılmayan haklarının korunabilmesi için yıkıcı-saldırgan politikaları desteklemeye itiyor. Bu politikaların bilinen anlamda merkez siyasetten çok, daha marjinal, en azından şimdiki durum açısından marjinal sayılan politikalara yönelişi cesaretlendiriyor.



Hasılı

tarihin sonu ile tüm insanlık birikimini yok sayan, sonlu siyaset düşüncesi bizzat bu teorinin sonunu getirecekti

. Bu durumun en fazla farkında olanlar sonlu teorileri ortaya atanlardı...



Yeni durumda Batı demokrasilerinin toplumlara vadettiği güvencelerin küresel piyasa şartlarında nasıl sürdürülebileceği sorusu meselenin anahtarı durumundadır. Bunun sonucunda uygulamaya konması muhtemel savaş ve müdahaleci politikaların kendi içinde hangi dille meşrulaştıracağıdır sorusu öne çıkmaktadır..

Yükselen ayrımcı, İslamofobik dalgalar toplum psikolojisini değil bir stratejinin uygulanması için yenden üretilen bir siyasettir.

#ABD
#Küreselleşme
#Neoliberalizm
#İslamofobi
7 yıl önce
Sonlu teorilerin sonu
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset