|
Bir çocuk neden ‘şaşar’?..
Maalesef Türkçede tam karşılığı yok… '
Loser
', kaybetmek sözcüğünden geliyor… Yani '
Kaybedici
' gibi bir şey… Sürekli kaybeden, kazanma şansı çok düşük olanlar için kullanılır… Siyaset ortamı, demokrasi kültürü gelişmiş ülkelerde acımasızdır. Hiçbir 'Kaybeden'e ikinci şans vermezler (Japonlar bazen harakiri bile yapıyorlar ilk kaybettiklerinde)…

Al Gore
ABD Başkanlık seçimlerinde daha fazla oy almasına ve rakibi
George W. Bush
kendisini tebrik etmesine rağmen, ABD'de yerel oy çoğunluğunun ana belirleyici olması nedeniyle, Florida'da defaetle (biraz da şaibeli) yapılan yeniden oy sayımları sonucu o bölgeyi alamadığı için delege çıkaramadı ve Başkanlığı rakibine kaptırdı. Sonuçlara itiraz etmedi. Bir daha da aday olmadı…

Almanya'da bir partinin, özellikle de iktidara oynayan
SPD
(Sosyal Demokrat) ya da
CDU
(Muhafazakâr Hıristiyan Demokrat) gibi bir partinin Şansölye adayı, oy kaybetmesine falan gerek yok; oylarını artırsa bile, partisine seçimi kazandıramaz ve/veya Şansölye olamazsa, adaylık sahnesinden çekilir. Bir daha aktif siyasette zor rastlarsınız adına.

İşte bu kişiler onun için 'loser' olmazlar… Kaybedince de Meclis Başkanlığını kazanamayan CHP gibi, şaşkın şaşkın bakınmazlar etraflarına… Şaşkınlıklarını agresyona dönüştüreceklerine, durumun 'Gereğini' yaparlar…

Liderlik sadece kitlelere yol göstermeyi, örnek olmayı gerektirmez, aynı anda 'iyi bir kaybedici' olmayı da gerektirir…

10 seçimdir kaybeden, 1950'den beri tek başına iktidar yüzü görememiş olan; ancak her seferinde “Ama kıyılarda oyumuzu artırdık”, “Ama halkımız rakibimize tek başına iktidar şansı vermedi. %60'lık blok oluşturduk” gibi gerekçelerle başarısızlığının üstüne örtmeye çalışan
CHP
'nin 'loser'
Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
(sahi o kaç seçim kaybetmişti) ve kurmayları, özellikle de Haluk Koç Bey, bir kez daha şaşırmış, üzülmüş, kızmış vaziyetteler…

7 Haziran sonrası, açıkça ifade etmeliyim ki ben de yanıldım. Ama şaşırmadım… '25'te kalınca artık Kemal Bey bırakır, diye düşünmüştüm. Çünkü öyle demişti… Ama oralı olmadı…

Erken (tekrar) seçimlere gidecek olunursa, bir kez daha kaybedecek. Yine her seçim sonrası olduğu gibi şaşıracak, üzülecek ve kızacak…

Peki, şaşmamak için ne lazım? Bu sorunun yanıtı çok basittir: Bilmek lazım…

Nazım Hikmet'in İtalyan faşizmini anlattığı Taranta Babu'ya Mektuplar eserinden ünlü dizedir: “Yaşamak ne güzel şey... Anlayarak bir usta kitap gibi, bir sevda şarkısı gibi duyup, bir çocuk gibi şaşarak yaşamak...”

Peki, çocuk neden 'şaşar'? Yanıtı, yukarıda. Bilmediği için…

Hem denize gir hem ıslanma! olmuyor…

Birinci Köprü inşası gündeme geldiğinde ben İstanbul Erkek Lisesi'nde öğrenciydim. Pek çok arkadaşım karşıydı Köprü'ye. “İstanbul'a değil Zap Suyu'na köprü yapılsın!” diye profesyonel protestoculara biz de katılmıştık. “Her ikisi de yapılsın!” şıkkı aklımıza gelmemişti ne hikmetse…

Sonra o köprüden en çok yararlananlardan biri de bizim kuşak oldu… Ayrıca Köprü'ye en çok karşı çıkan gazetenin patronunun, Köprü'nün ayağının denk geleceği yerde bir köşkünün bulunduğunu, bu kampanyaları biraz da bu gerçeğin tetiklemiş olabileceğini (!) yıllar sonra bizzat beyefendini oğlundan öğrenecektim… Olsun…

İstanbul'un nüfusu yıllar içinde arttı, İstanbul sokaklarında tek tük dolanan araçların sayısı karesiyle çoğaldı. Yetmemeye başladı Birinci Köprü… Profesyonel 'Karşıcılar' ona da karşı çıktılar. “Vay rantçılar… Çevre mahvoluyor… Halkın parası çarçur ediliyor” falan… Sonrasında bu kez o kuşağın pek çok üyesi, İkinci Köprü'yü en çok kullananlar arasında yer aldı ve bunlar her geçişlerinde, bunu düşünüp gerçekleştirenlerin yedi ceddine dua ettiler…

Benzer 'karşı çıkışlar' bir kez de Marmaray projesinde ortaya çıktı… Aynı profesyonel STK'lar orada da devreye girdiler… “Çatlak var… Çökecek!”, “Yanlış Proje”, “Aslında bu projeyi daha önce CHP akıl etmişti!”

Marmaray bugün milyonlarca insanı tıkır tıkır taşıyor… Herkes de duacı…

Boğazın altından ikinci geçidi de bekleyen aynı kader oldu…

İki köprü kesinlikle yetmiyordu İstanbul'a… Aynen iki havaalanının yetmemesi gibi… Uçakta saatlerce havada dönüp duran, yere indikten sonra bir buçuk saat park için beklemek zorunda kalan, bavullarının teslimi normalinden fazla zaman almaya başlayan yerli yabancı uçak yolcularının insaf sınırları zorlanıp duruyordu…

Hesap kitap yapıldı. 3. Köprü ve Yeni Havaalanı için en uygun yerler tespit edildi… İnşaat başladı… Şimdi benzer bir yaygara yine koparılıyor… Ben şaşmıyorum… Siz de şaşmayın…

Kendileri dâhil (!) her şeye karşı çıkan '
Çarşı Grubu'nu
bile her yaptıklarına katılmasam da ilgiyle izlemişimdir. Çünkü söylemlerinde ciddi zekâ parıltıları vardır…

Tarih boyu 'ileri' olan her şeye karşı çıkma durumu ise, artık hem ciddiyetini hem de etkisini yitirdi…

Dünyanın her metropolü, sanayi merkezi gibi İstanbul da hızla büyüyor. Ülke nüfusu ile birlikte kent nüfusu da artıyor… Dünyanın gerçekliği bu… Benim çocukluğumda İstanbul'un nüfusu 500 bin kişiydi… Şu anda 17 milyon… Hem denize gireceksin hem ıslanmayacaksın. Olmuyor ne yazık ki… Hem büyüyecek, herkese iş, aş, refah sağlamaya çalışacaksın, ihracatı artıracaksın, hem de bu yatırımları yapmayacaksın… Olmuyor işte…

Daha geçen sene aynı takım, “İstanbul susuz kalacak!” diye 'inledi'… Tabii ki kentin kendi suyu kendi tüketimine yetmiyordu… Dışarıdaki göllerden getirdiler suları. İstanbul bir gün bile susuz kalmadı. O protestoculardan bir tanesi kalkıp, melanet rüzgârları estirdiği için özür diledi mi, sizce? Tabii ki hayır… Ben şaşmadım… Siz de şaşmayın…

Ancak şuna bakılabilir mesela: Devlet ve yatırımcıların, o bölgede doğaya verilebilecek muhtemel bir hasarı telafi etmek için bir planları var mı, yok mu? Yoksa işte o zaman ne söylerseniz hakkınızdır.
#Al Gore
#loser
#Çarşı Grubu
#Marmaray
9 yıl önce
Bir çocuk neden ‘şaşar’?..
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?